Türkiye, Avrupa’nın sığınmacı deposu ve atık çöplüğü olmamalıdır!
Bugün ülkemizde Suriye ve Afganistan başta olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerinden gelen 4 milyona yakın sığınmacı yaşamaktadır. Yurdumuza kontrolsüz şekilde kabul edilen bu muazzam insan kitlesi büyük maddi ve sayısız toplumsal sorunlara yol açmakta, yurttaşlarımızın refah, güvenlik ve huzurunu olumsuz etkilemektedir. Bu ağır tablonun önemli bir kısmı, zamanında bizzat tarafımdan da TBMM’de yapılan tüm uyarılara rağmen, biraz para, bir de vize serbestisi gibi tutulmayan sözler karşılığında, 2013 yılında AB’yle Geri Kabul Anlaşmasını imzalayan AKP iktidarının mahsulüdür. Hükümet attığı bu yanlış adımla Türkiye’yi Avrupa’nın sığınmacı deposu haline getirmiştir. İzlenen yanlış Suriye politikası da bu sorunu derinleştirmiştir. Bu, başlı başına ve ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.
HEDEF 'SIFIR ATIK' AMA HURDA PLASTİK VE DEMİR İTHALATI TAM GAZ!
Ancak biz burada sığınmacılar meselesini değil, yine ülkemizi yönetenlerin delaletiyle Türkiye’nin bu sefer de Avrupa’nın nasıl hurda demir, çelik, kullanılmış plastik ve kağıt çöplüğüne çevrilmekte olduğu konusunu ele alacağız. Önce açık kaynaklardan derlediğimiz bazı -yaklaşık/yuvarlanmış- verilere göz atalım:
Son beş yılda: 2020/22; 2021/25; 2022/21; 2023/19 ve 2024/20 milyon ton atık/hurda demir-çelik; aynı yıllarda 2020/657,000; 2021/391,000; 2022/319,000; 2023/456,000 ve 2024/426,000 ton plastik çöp ülkemizce ithal ediliyor.
Bu verilere göre, Türkiye hurda demir/çelik ithalatında dünyada birinci sırada yer almaktadır. Herhalde plastik çöp ithalatında yine üstlerdedir. Kağıt ithalatında verilere ise ulaşamadım. Ve unutmayalım ki bu ithalatı parasını ödeyerek yapıyoruz. Bu şaşırtıcı gerçek karşısında haklı olarak “Sıfır Atık” hedefini benimsemiş ülkemizin temiz kalması adına hemen soruyoruz: peki, neden Türkiye Avrupa’nın atıklarını satın alıyor? Aslında bu atık sevdasının makul ve geçerli bir nedeni de yok değil. Şöyle ki geri dönüşüm (recycle) ve dönüşüm (transform) yöntemleriyle üretime ve ambalaj sektörüne demir/çelik, plastik ve kağıt önemli katkılar sağlıyor. Diğer bir deyişle, ham maddelerden demir/çelik, plastik ve kağıt üretimine kıyasla, atıklarından aynı ürünleri elde etmek daha düşük maliyetli oluyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin gerek demir ve çelik, gerek plastik ve ambalaj kullanımı çok yüksek olan ekonomi ve üretim yapılanmasında, hurda demir ve çeliği, plastik atıkları ve kullanılmış kağıdı değerlendirmek doğru bir yaklaşım olarak gözüküyor.
AAVRUPA'DAN GELEN ATIKLARIN YOL AÇTIĞI SORUNLAR
Ancak sorun işin ticari ve ekonomik mantığında değil, uygulamasında ortaya çıkıyor. Ve maalesef sorun çok! Çoğunlukla deniz yoluyla Akdeniz limanlarına ve İstanbul’a taşınan Avrupa atığının yol açtığı sorunlardan önemli olanlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Kaynak ülkelerinde, ihraç ettikleri maddelerin geri dönüşüm veya dönüşüme uygunluğunun tespiti için gerekli kontrollerin yetersiz kalması ve kötü nitelikli atıkların alıcı ülkeye gönderilmesi;
2. Türkiye’deki alıcılar tarafından kalitesiz atıkların yine de ülkeye sokulması veya izin verilen kotaların aşılması;
3. İthal edilen plastik atıklarının çevreyi kirletecek şekilde yok edilmesi, yol kenarlarına bırakılması, hatta açık havada yakılması; suların, toprağın ve havanın kirletilmesi;
4. Dönüşüm süreçlerindeki yetersizlik, eksiklik ve yanlışlarının insan ve diğer canlıların sağlığı bakımından yarattığı tehdit ve tehlikeler;
5. “Geri dönüşüm” tesislerinin standart ve kurallara uygun olarak işletilmemesi; Çevre Bakanlığınca, örneğin “Türkiye’nin plastik geri dönüşüm başkenti” olarak tanınan memleketim Adana’da 150’den fazlasının denetlenmiş ve bir çoğunun kapatılmış olmasına karşın, ülkede sayıları 1800’ü bulan tesislerin çevreye verdikleri zararın süreklilik göstermesi.
AÇIKGÖZ AVRUPA
Konunun uzmanı olmadığım için daha detaylı bir değerlendirme yapamıyor, sorunu genel hatlarıyla kamuoyunun dikkatine getirmekle yetiniyorum. Avrupa’nın açık gözlülüğü, doyumsuzluğu ve sorunlarını başta ülkemiz olmak üzere dışarıya ihraç etmekteki başarısı atık konusunda da kendini gösteriyor. Tabii buna ülkemizdeki kurallara uymamak, hele atık gibi çevreyle yakın ilgili bir konuda yeterince denetim olmaması ve kısa yoldan “az masraf, çok kazanç” güdüsü eklenince atık sorunu hayati önemde ciddiyet kazanıyor. Ayrıca, atık ithalatının ekonomimize katkı yapıp yapmadığının ve daha önemlisi bunun sadece basit bir kâr-zarar hesabı olarak değil, çevresel ve uzun erimli etkilerini de hesaplayan kapsayıcı bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor.
ATIK SORUNU HAYATİ ÖNEMDE
Kesin olan gerçek şudur ki, Avrupa’dan atık ithali konusu hayati önem taşımaktadır. Atık sorunu ciddiye alınmalı, insanımızın ve diğer canlıların sağlığına, toprağımızın, suyumuzun, havamızın temizliğine sahip çıkılmalıdır. Ve bunun için de TBMM gecikmeksizin soruna eğilerek gerekli önlemlerin alınmasını sağlayacak çerçeveyi oluşturmalıdır.