Bu kaotik düzene seyirci olmak
Bir tiyatro oyununda seyirci olmak gibi artık yaşamımız. Seyirci olmazsa oyun oynanmaz veya oynamanın bir anlamı olmaz. Seyircidir oynanan oyuna meşruiyet kazandıran. Seyirci kimi zaman desteğini açıkça ifade eder, kimi zaman da sükût ederek destek verir.
Dünyayı ve ülkeleri yönetenlerin oyununda, hiçbir dönemde halklar bu kadar pasif olmamış, bu kadar seyirci durumuna düşmemişti. Artık yerel, bölgesel ve küresel güçlerin oyunlarını uzaktan izliyoruz.
İkinci dünya savaşı sonrasında başlayan, halkçı ve devrimci liderlerin öncülüğünde, halkların yoğun direnci ile aktif rol aldıkları direniş öyküleri... Başta Güney Amerika, Avrupa ve bazı Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan halk hareketleri... Hepsi eski şarkılarda, romanlarda, filmlerde birer romantik esinti olarak kaldı.
Geldiğimiz nokta yönetimler artık büyük ölçüde birinci dünya savaşı öncesinin ya monarşik, teokratik yönetimlerine ya da hemen birinci dünya savaşı sonrasının otoriter, totaliter sistemlerine yakınsayan bir iklime doğru yönelmiş durumdadır. Halklar, demokrasi, insan hakları ekonomik refah, sanat, kültür gibi ilerici ve çağdaş taleplerini geri plana atıp, seçmek zorunda bırakıldıkları kimi liderlerin iç ya da dış, bölgesel ya da küresel oyunlarına meşruiyet kazandıran birer seyirciye dönüşmüş durumdadır. Bir kısmı sindirilmiş, bir kısmı da ikna edilmiş, edilgen bir şekilde izlemekte olup bitenleri.
Gelişmiş veya geri kalmış ayrımı gözetmeksizin tüm ülkeler, içeride ve dışarıda bir kez daha dünyanın geride bıraktığı o vahşi dönemlerine geri dönerken, işin kötü yanı halklarından tüm bu yaptıklarına meşruiyet kazandıracak desteği de almanın bir yolunu bulabiliyorlar.
Savaşlar ve ekonomik kaos, dünya genelinde toplumlarda güvenlik kaygısının ön plana çıkarıp halkların düşün ve eylem dünyalarındaki bu dönüşümün en önemli kaynağını oluşturuyor.
Uluslararası ticaret, doğal kaynaklar ve düzensiz göçmenler üzerinden yaratılan güvensizlik duygusu, tehdit algısı toplumlarda yönetimlerden sadece “güvenliğimi sağla, başka bir şey istemem” seviyesinde bir beklenti oluşturdu. Bu beklenti seviyesi yöneticilere doğal olarak demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, adil seçim, gelir dağılımı adaleti gibi kavramları geri plana atma, umursamama konforu sağladı.
Sonuç olarak halk üzerinde oluşturulan bu güvenlik kaygısı ve baskısı yerel ve global oyuncuların günümüzdeki en önemli silahı durumundadır. Geldiğimiz nokta itibarıyla, kendi yarattıkları bu kaos ortamından beslenen yönetici ve sermaye sınıfı ile bu ortamdan korkup onlara sığınan geniş halk kitlelerinin varlığı ile baş başayız. Bakalım bu oyun ne zaman sona erecek.