İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5290 %-0.02
49,6615 %-0.11
5.739,27 % -0,24
92.631,49 %-1.325
Ara

Osmanlı basınında feminizm: Terakkiyat-ı Nisvaniyyeyi kimden bekleyelim?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Osmanlı basınında feminizm: Terakkiyat-ı Nisvaniyyeyi kimden bekleyelim?

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, Batılılaşma ve modernleşme çabaları toplumsal yapıyı derinden etkileyen bir süreç olarak kendini göstermiştir. 19. yüzyılda başlayan ve özellikle Tanzimat (1839-1876) ile II. Meşrutiyet (1908-1918) dönemlerinde ivme kazanan bu süreç, yalnızca askeri ve idari alanlarla sınırlı kalmamış, yanı sıra toplumun en temel dinamiklerini, özellikle de aile ve kadının rolünü sorgulayan bir tartışma zemini oluşturmuştur.

Bu dönemde, Osmanlı aydınları ve devlet adamları, Batı medeniyetine yetişebilmek gayesiyle toplumu modernleştirmeyi amaçlarken, kadınların statüsü bu tartışmaların merkezine yerleşmiştir. Geleneksel yapı içinde erkeğin kamusal alandaki, kadının ise özel alandaki konumu sorgulanmaya başlanmış, kadınların eğitim hayatına katılımı, çalışma hayatındaki rolleri ve giyim tarzlarındaki değişimler gibi konular, modernleşmenin ana göstergeleri olarak değerlendirilmiştir.
Yaşanan dönüşüm süreci, "kadın meselesi" adı altında geniş bir entelektüel ve siyasi gündem haline gelmiştir. 

Kadınların kendilerini ifade etme ve taleplerini duyurma çabaları ise ilk defa basın aracılığıyla, yayınlanan kadın dergileri ve gazeteleriyle mümkün olmuştur. 

Bu yayınlar, kadınların yeni toplumsal roller üstlenme isteklerinin yansıması olurken, aynı zamanda entelektüel çevrelerin ve siyasi ideolojilerin de kadın haklarına dair görüşlerini şekillendirdikleri bir platform haline gelmiştir. Batılılaşma çabaları, bir yandan kadınların toplumsal yaşama katılmasına yönelik somut adımların atılmasını sağlarken, diğer yandan bu adımların gerisinde yatan motivasyonları ve çelişkileri de gözler önüne sermektedir. Kadınların çalışma yaşamına girmesi, eğitim olanaklarına kavuşması ve sosyal hayatta daha görünür hale gelmesi, modernleşmenin zorunlu bir sonucu olarak kabul edilmiş, bu durum toplumsal dinamikleri kökten değiştirmiştir.

Hanımlara mahsus gazete küpürü

İlk Müslüman kadın dergisi olan Şükûfezâr (1884 veya 1886), kadınların "saçı uzun, aklı kısa" gibi ifadelerle alay konusu olmadıklarını kanıtlamayı amaçlamıştır. Derginin sahibi ve yazarlarının tamamının kadın olması, bu yayını döneminin ilk bağımsız kadın platformlarından biri yapmıştır. Okur mektuplarına yer vererek okuyucularıyla interaktif bir ilişki kurması da dikkat çekicidir. Daha sonra yayın hayatına giren Hanımlara Mahsus Gazete (1895-1908) ise daha farklı bir misyon benimsemiştir. Dergi, "iyi anne, iyi eş, iyi Müslüman" idealini yaygınlaştırmayı amaçlamış, eğitimden ev idaresine, sağlığa ve güzelliğe kadar geniş bir yelpazede yazılar yayımlamıştır. Bu yayın politikası, kadınları mevcut toplumsal yapı içinde daha iyi bir konuma getirme hedefini taşırken, radikal bir toplumsal dönüşümü savunmaktan kaçınmıştır.

Hanımlara Mahsus Gazete, S.133 Dersaadet reji idaresinde işçi kadınlar dairesi

Bu iki yayın politikasına karşılık, 1913 yılında yayın hayatına başlayan Kadınlar Dünyası dergisi ve onunla birlikte kurulan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti, Osmanlı kadın hareketinin en radikal kanadını temsil etmiştir. Derginin sahibi Nuriye Ulviye Mevlan liderliğindeki bu cemiyet, kadınların kıyafetlerini yeniden düzenleyerek kamusal alanda rahat çalışmalarını sağlamayı, çalışma hayatına girmeyi ve eğitim seviyesini yükseltmeyi hedeflemiştir. 

Ulviye Mevlan ve Kadınlar Dünyası

En dikkat çekici talepleri arasında ise, Cumhuriyet döneminde gerçekleşecek olan boşanma ve miras haklarında erkeklerle eşitlik yer almıştır. Cemiyetin, Fransız bir şirket tarafından işletilen telefon idaresinin Müslüman kadınları işe almamasına karşı verdiği mücadele ve bu mücadele sonucunda yedi Müslüman kadının ilk kez bu kurumda istihdam edilmesi, örgütlü kadın hareketinin somut başarısının bir örneğidir. Bu farklı yaklaşımlar, Osmanlı kadın hareketinin içindeki muhafazakâr reformizmden radikal liberasyona uzanan geniş yelpazeyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Osmanlı toplumunun Avrupa'ya nazaran çağın hayli gerisinde kaldığını düşünen reformcu seçkin ve aydınlar, kadınların halihazırdaki vaziyetini memleketin ahvalini gösteren bir ölçüt olarak kullanmışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda feminist bilincin tomurcuklandığı zemini oluşturan gazete ve mecmualarda seslerini duyurma imkanı bulan kadınların pek çoğu da topluma yönelik eleştirilerini ve hak taleplerini, disiplinci olduğu kadar değişim de vaat eden bu söylem içinden dile getirdiler.

Yani toplumun geri kalmışlığı sadece kadınlar üzerinden tanımlanmış ve ileriye götürülmesi gereken de yine kadınlar olmuştur.

Tabii bu ileriye gidiş, pek tabii kadın hakları mücadelesinin en önemli ortak gayesi; kadınları cehalet ve ataletten kurtarmak, maarif yoluyla onları ev idaresi, çocuk terbiyesi ve vaktin kıymetini iyi bilen, tutumlu, çalışkan ve vatanperver annelere dönüştürmekti.

19. yüzyılın ikinci yarısında bu yeni kadın imgesinin yaygınlaşmasında, okur kitlesi olarak ilk kez doğrudan kadınları hedef alan süreli yayınlar önemli rol oynadı.

Deniz Kandiyoti’ye göre İslam'ın ‘kültürel kimliğin belirteci’ olduğu Ortadoğu toplumlarında, feminist söylemin ‘İslami uygulamaların baskıcı olduğunu reddetme’ ya da ‘baskıcı uygulamaların aslında İslamiyet'le alakalı olmadığını öne sürmekten başka bir seçeneği yoktur.

Osmanlı toplumunda Müslüman feministler, dini bir hükme dayanan çok eşliliği ve tesettürü eleştirirken dahi, bir altın çağ olarak idealize ettikleri geçmiş İslam toplumlarını ve Kur'an'ı kendi argümanlarına delil göstermiş, hak taleplerinin ve toplumsal itirazlarının meşruluğunu şeriatın dokunulmazlığından destek alarak ispat etmeye çalışmışlardır.

İslamiyet'in akıl ve hikmet dini olduğunu iddia eden bu kesim, İslam dininin Müslüman kadınlara Avrupalı hemcinslerinin mahrum oldukları çok geniş haklar bahşettiğini, ticaretten ziraate her alanda kadınları hür bıraktığını söylemişlerdir.

Hanımlara Mahsus Gazete küpürü

Hanımlara Mahsus Gazete'nin yazarlarından Hamiyet Zehra da 1895 yılında "Kadınlarda Vazife" başlığıyla kaleme aldığı yazısında, hemen her zaman Batı medeniyetinin üstünlüğünün esas sebeplerinden kabul edilen çalışma ve maarifin dinin emirlerinden olduğunu belirtiyordu.

Yazar; çalışma ve eğitimi bu denli yüceltmesine karşın, Müslüman bir kadın için onu meslek hayatına hazırlayacak bir eğitimden ziyade kocasını hoşnut etmenin, evlatlarının refahını sağlamanın ve evini iyi idare etmenin daha önemli olduğunu düşünüyordu. Bu, ‘kadınlık görevlerini aksatarak zamanını sokaklarda gezerek tüketen ve alafrangalığa özenen kadınları’ ise eleştiriyordu.

Hamiyet Zehra'ya göre hesaptan anlamak, coğrafya, Arapça ve Farsça öğrenmek de önemliydi kuşkusuz ancak bunların ‘kadınlık vazifeleri’ olarak sıraladığı şeylere hizmet etmesi daha da önemliydi onun için.

Bu nedenle, Avrupalı kadınların iş hayatındaki önemli başarılarının gazetelerde aktarılarak Osmanlı kadınlarına örnek gösterilmesini ve ‘dine’ başvurmak yerine her sıkıntıda gözü ‘harice’ yani Batı'ya çevirmeyi yanlış buluyordu.

Eğitimin meslek hayatına atılmak için değil, büyük ölçüde kadınlık vazifelerini yerine getirme konusunda bir zaruret olarak görülmesi Osmanlı basınında nadir rastlanan bir durum değildi.

1869'da Türkçe bir gazetenin çıkarttığı ilk kadın eki olan Terakki-i Muhadderat'ta; kadınların her şeyden önce çocuk terbiyesi, dikiş, nakış ve ev idaresi gibi ‘faydalı şeyler’ (kendi ifadeleriyle) öğrenmesi ve eğitimin içeriğinin de erkeklerinkinden farklı olarak, buna göre düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Peki kadınların öncelikli görevlerin ev işleri olması durumu Osmanlı’da sadece Müslüman kadınlar için mi geçerlidir? Farklı milletler, farklı dine mensup Osmanlı tebaasının konuya bakışı nedir?

Aslında çok da farklı değildi…

Rum Ortodoks milletinden Osmanlı kadınlarının 1870-73 yılları arasında İstanbul'da çıkardığı Evridiki (Eurydice) dergisinin eğitim için hedef koyduğu yer, kadınların ev içi sorumluluklarını mükemmel şekilde yerine getirebilmelerini sağlamakla sınırlandırılmıştı.

Evridiki (Eurydice) dergisi

Benzer eğilim Osmanlı Musevi ve Ermeni milleti arasında da görülmüştür.. Efi Kanner, Musevi cemaatinin kadınların eğitimine anneliği modernleştirmekten başka bir misyon atfetmediğini söylerken; Victoria Rowe ise hane içi rollerine siyasal bir anlam yüklenen Ermeni kadınlarının "aile çerçevesinde Ermeni kültürünün öğretmenleri ve koruyucuları olarak sınıflandırıldığını belirtmiştir.

Kısacası tüm kadınlardan en acil beklenti, eğitimin bahşedeceği donanımla meslek hayatına atılmaları değil, yine bu vasıtayla evlerinin idaresi ve ailelerinin saadeti için çalışmaları, çocukların ilk mürebbiyesi sıfatıyla onları iyi terbiye edip topluma faydalı olmalarıydı.

Demet dergisi

Il. Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra dönemin ilk kadın dergisi Demet'i çıkartan Celal Sahir, ‘kadın meselesi’ni bir eğitim meselesi olarak gören, kadınların hürriyetten beklentilerini toplumsal kaideleri de hesaba katarak makul bir seviyede tutmaları gerektiğini düşünen aydınlardan biridir. 1908'de kadınlara hitaben verdiği bir konferansta da, kadınların eğitimine annelik vazifeleri üzerinden değer biçen döneme uygun şekilde, Osmanlı aydınlarının standart görüşlerini tekrarlamış, "En büyük vazifesi terbiye-i evlat (terbiyeli evlat yetiştirmek) olan kadınları cahil bırakmak, okutmamak milletin alisini öldürmektir," diyerek dinleyicilerine seslenmişti.

Tüm kadın derneklerinin birleşerek büyük bir kız mektebi açması gerektiğini düşünen, Osmanlı kadınları el ele vererek kız çocuklarının eğitimi için çalışmalı diyen Sahir, ölçüyü kaçırmamaları gerektiğinin de altını çiziyordu. 

Celal Sahir'e göre, hayatta her şey yavaş yavaş evrime tabi idi, fazla koşmak çabuk yorgunluk getirirdi. Bu sebeple kadınların "sinn-i medeniyet [medeniyet yaşı) itibariyle bizim büyük babamız olan Avrupa'da kabil olan her şeyin bizde kabil olamayacağını  hesaba katması ve bütün milletin terakkisini  düşünerek "şimdilik" eğitim hakkıyla yetinmesi gerekiyordu..

Necmettin Sadık 1917'de Sabah gazetesinde kaleme aldığı "Türk Kadınları ve Harp" başlıklı yazıda savaşın başlangıcından itibaren yoğun biçimde hayata atılan kadınların çalışmasının toplum tarafından artık bir ahlaksızlıkmış gibi görülmediğini söylüyor, bunu "milli vicdan"da gerçekleşen büyük dönüşüme bağlıyordu.

Kadın memur arayan işletmelerin dahi istihdam için uygun niteliklere sahip eleman bulamadığına dikkat çeken Necmettin Sadık, bu sorunu aşmak için ise çözüm olarak aile içindeki iş bölümünün yeniden düzenlenmesi ve kadınların hazırlanması, hatta kadınları çalıştırma derneği gibi bir de kadınları "hazırlama derneği" kurulması fikri öne sürüyor.

Kadınların meslek hayatında bazı yeteneklerinin yetersiz kalmasını hane içi cinsiyetçi iş bölümündeki dengesizliğe bağlayan Necmettin Sadık'ın fikirleri, ev işinin mühim bir kadınlık vazifesi olarak görüldüğü Osmanlı toplumu için hayli yenilikçidir aslında. 

Bu fikirlerin, zeka, idrak ve kabiliyetler bakımından kadınla erkek arasında hiçbir fark bulunmadığını, eğer ortada bir fark varsa da bunun toplumsal koşullardan kaynaklandığını yani bugünkü manasıyla toplumsal cinsiyet kaynaklı olduğu, kadın gazetelerinde zaten uzun zamandır dile getiriliyordu.

Necmettin Sadık, 1918'de Türk Kadını dergisinde yayımlanan "Bizde Feminizm" başlıklı bir başka yazısında da kadınlara yine hazırlanmalarını tavsiye ediyordu. Fakat bu sefer hazırlanılması gereken şey meslek hayatı değil siyasi hayattı. Üstelik yazar meslek hayatı için hazırlanmayı, kadınlar o hayata zaten çoktan karıştıkları için, aciliyet arz eden bir durum olarak tarif etmişken, siyasi hayata hazırlanmanın yavaş, sabırlı bir bekleyiş sürecinden ibaret olduğunu ima ediyordu.

Elbet Amerika ve İskandinav ülkelerindeki kadınlar gibi Türk kadınları da "vakti gelince" siyasi haklarına kavuşacaktı. Söylemi ve dileği o yöndeydi.

Nitekim Türk kadını, Atatürk sayesinde 1934 yılında, yani beklenenden çok daha önce haklarına kavuşmaya başlamıştır.

Sonuç;

Osmanlı’da feminizmin basına yansıması, toplumsal modernleşme sürecinin en canlı tartışma alanlarından birini oluşturmuştur. Tanzimat’tan itibaren gündeme gelen “kadın meselesi”, farklı ideolojik yaklaşımlarla basında şekillenmiş; kimi yayınlar kadını “iyi anne, iyi eş, iyi Müslüman” kimliğiyle sınırlarken, kimileri ise eğitim ve çalışma hayatında eşitlik taleplerini öne çıkarmıştır. Müslüman, Hristiyan ve Musevi kadınların yayınlarında da ortak bir nokta göze çarpar: Kadınların toplumsal ilerlemeye katkısı, öncelikle aile ve annelik rolleri üzerinden tanımlanmıştır.

Ancak bu çerçeve, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında Kadınlar Dünyası gibi daha radikal platformlarla aşılmaya başlamış; kadınlar kamusal alanda varlık gösterme, meslek edinme ve hukuki eşitlik taleplerini daha açık biçimde dile getirmişlerdir. Bu süreçte erkek aydınların da kadınların eğitimi konusunda destek verdikleri, fakat talepleri çoğu zaman “ölçülü” ve “kademeli ilerleme” fikrine bağlı tuttukları görülür.

Sonuç olarak, “Terakkiyat-ı Nisvaniyye”nin kimden bekleneceği sorusu tek bir cevaba indirgenemez. Osmanlı kadın hareketi; kadın yazarların, basının, aydın erkeklerin ve toplumsal dönüşümün yarattığı yeni ihtiyaçların ortak ürünü olmuştur. Kadınların basın aracılığıyla kendi seslerini duyurmaları, feminist bilincin filizlenmesinde belirleyici rol oynamış; nihayetinde Cumhuriyet dönemiyle birlikte kadın haklarının kurumsal düzeyde tanınmasının zeminini hazırlamıştır.

İlerleme beklentisi, ne yalnızca devletin reformlarından ne de sadece kadınların bireysel çabalarından ibaretti; asıl olarak çok sesli bir tartışma ve mücadeleler bütününden doğmuştur.

Nihayetinde, Osmanlı'da başlayan bu feminist uyanış ve basının bu süreçteki rolü, Türk kadınının Atatürk önderliğinde 1934 yılında siyasi haklar başta olmak üzere pek çok alanda haklarına kavuşmasının önünü açmıştır. Bu mücadele, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan bir mirastır ve basının, toplumsal dönüşümde ne denli güçlü bir araç olabileceğinin de bir kanıtıdır.

*Terakkiyat-ı Nisvaniyye: Kadınların ilerlemesi, kadınların gelişimi anlamına gelmektedir. Yani kadın haklarının gelişim sürecine bir göndermedir.
 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *