Odyssey’in kostümleri ve Christopher Nolan’ın çifte standardı: Bilim kutsal da tarih teferruat mı?
Christopher Nolan’ın 2026’da vizyona girecek merakla beklenen filmi The Odyssey’in (Odysseia) fragmanı yayınlandı ve beklendiği üzere sinema dünyasında yer yerinden oynadı. Ancak bu kez tartışmanın odağında senaryo kıvrımları veya oyunculuk performansları değil, "kumaşlar" var.
Tarihçiler ve dikkatli sinefiller, fragmandaki askerlerin M.Ö. 12. yüzyılın renkli ve nispeten ilkel Miken zırhları yerine, yüzlerce yıl sonrasına ait "modern" miğferler ve mat siyah deri kostümler giymesine isyan ediyor. Sosyal medyada yapılan "Antik Yunan ordusu mu, yoksa motosiklet çetesi mi?" benzetmeleri, filmin estetik tercihinin şimdiden sorgulanmasına neden oldu.

Bu hararetli tartışmanın merkezinde, filmin kostüm tasarımcısı Ellen Mirojnick (Oppenheimer, Bridgerton) ve bizzat Nolan'ın tercih ettiği estetik dil yatıyor.
Eleştirilerin en teknik ve belki de en haklı olduğu nokta, filmin geçtiği dönem ile kostümlerin ait olduğu dönem arasındaki yüzyıllık uçurumdur. Tarihsel gerçekliğine baktığımızda Odysseia destanı M.Ö. 12. yüzyılda, yani Geç Tunç Çağı veya Miken Dönemi'nde geçer. Bu dönemin en ikonik askeri ekipmanı, yaban domuzu dişlerinden özenle yapılan "Boar Tusk Helmet" (Domuz Dişi Miğfer) ve hantal ama renkli Dendra zırhlarıdır.

Oysa filmde Matt Damon (Odysseus) ve askerleri, bu dönemden yaklaşık 500-600 yıl sonrasına, Arkaik veya Klasik Yunan dönemine ait olan, yüzü tamamen kapatan "Korint Tipi" (Corinthian) miğferlerle görülüyor. Tarihçiler ve pürist izleyiciler için bu, bir II. Dünya Savaşı filminde askerlere modern kevlar yelek giydirmekle eşdeğer bir anakronizm hatası olarak kabul ediliyor.
Hollywood'un son yıllarda antik dönem filmlerine uyguladığı "renksizleştirme" filtresinden Nolan da nasibini almış görünüyor. Tarihsel kanıtlar Miken savaşçılarının tunç zırhlar giydiğini ve kıyafetlerin doğal boyalarla (kırmızı, mavi, sarı) oldukça canlı olduğunu gösterirken; Nolan'ın dünyasında ağırlıklı olarak siyah deri, gri metal ve mat kumaşlar hakim. Askerlerin o dönemde sadece barbar kavimlere özgü olan "pantolon" giymesi ise bardağı taşıran son damla oldu.

Bu estetik tercih elbette tesadüf değil. Kostüm tasarımcısı Ellen Mirojnick, daha önce Bridgerton'da yaptığı gibi, tarihsel doğruluğu birebir kopyalamak yerine, modern izleyicinin gözüne "şık" ve "seksi" gelecek stilize tasarımları tercih eden bir isim. Mirojnick ve Nolan'ın amacı, Odysseia'yı bir tarih belgeseli olarak değil; izleyicinin aşina olduğu modern bir "Fantezi Epik" olarak sunmak. Bu yüzden "müze doğruluğu" yerine "atmosferik uyum" önceliklendirilmiş durumda. Savunanlar Nolan'ın "Grimdark" bir fantezi dünyası kurduğunu söylerken; eleştirenler Miken uygarlığının eşsiz estetiği yerine klişe "siyah deri zırh" kolaycılığına kaçılmasını kaçırılmış bir fırsat olarak görüyor.
Aslında Nolan'ın filmografisinde "Nolan Filtresi" diyebileceğimiz, kaynak materyali kendi "gerçekçi ama stilize" dünyasına uydurmak için büken bir yaklaşım hep vardır. Yönetmen, Dunkirk filminde de tarihsel gerçekliğe teknik olarak dikkat etse de "atmosfer" uğruna bilerek büyük tavizler vermişti. Filmi bir savaş belgeseli değil, bir "Hayatta kalma gerilimi" olarak kurguladığı için plajları CGI kalabalığı yerine tenha ve "temiz" bırakmış, kan ve vahşeti eleyerek steril bir savaş sunmuş, hikayenin kritik unsurları olan Fransız ve Hint birliklerini arka planda silikleştirmişti. Benzer şekilde Dark Knight üçlemesinde Batman'i gotik havasından çıkarıp "Eğer Batman gerçek dünyada olsaydı nasıl görünürdü?" sorusuna cevap aramış; örneğin Bane karakterini zehirle şişen bir canavar yerine, sadece fiziksel gücü yüksek bir teröriste dönüştürmüştü.
Şu an Odyssey fragmanında gördüğümüz o "tarih dışı" siyah zırhlar ve modern miğferler, tam olarak bu yaklaşımın bir ürünüdür. Nolan, M.Ö. 1200 yılının "ilkel ve renkli" gerçekliğini, kendi soğuk ve metalik sinematik diline uymadığı için reddediyor. Tıpkı Dunkirk'te savaşı "temizlediği" gibi, Odyssey'de de mitolojiyi "modernize" ediyor ve izleyiciye "Bu bir tarih dersi değil, bu benim kurguladığım karanlık bir evren" mesajını veriyor. Özetle, Nolan için "Tarihsel Doğruluk", sadece "Sinematik İnandırıcılık" bozulmadığı sürece önemlidir.

Ancak işin ilginç tarafı, tarihte bu kadar esnek davranan Nolan’ın, Interstellar (Yıldızlararası) filminde bilimsel gerçekçilik için gösterdiği neredeyse eşsiz çabadır. Nolan, Interstellar'ı çekerken Nobel ödüllü teorik fizikçi Kip Thorne ile çok sıkı bir anlaşma yapmış; filmdeki hiçbir şeyin yerleşik fizik yasalarını ihlal etmemesi şartını kabul etmişti. Kara delik "Gargantua"nın tasarımı için görsel efekt ekibine gerçek fizik denklemleri verilmiş, 100 saat süren render işlemleri sonucunda ortaya çıkan görüntüler o kadar doğru olmuştu ki, bu çalışma bilimsel makalelere konu olmuştu. Yani film, bilime doğrudan katkı sağlamıştı.
Peki, bilimde bu kadar kılı kırk yaran bir yönetmen, neden tarihi filmlerde gerçeği eğip büküyor?
Bu "çifte standardın" temelinde Nolan'ın sinemaya bakışı yatıyor: "Kural" ile "Atmosfer" farkı. Interstellar'da bilim, hikayenin düşmanıydı; yerçekimi ve zaman genişlemesi dramatik çatıyı oluşturuyordu. Kurallar esneseydi, dramın bir anlamı kalmazdı. Ancak tarihi ve mitolojik filmlerde Nolan için öncelik "olayların takvimi" değil, "olayın hissettirdiği duygu"dur. Eğer Odyssey'de askerlere tarihsel olarak doğru olan pembe/mavi tunikler ve domuz dişi miğferler giydirseydi, modern izleyici bunu "komik" veya "çizgi film gibi" bulabilirdi. Nolan, inandırıcılığı korumak için gerçekçiliği feda ediyor.
Ayrıca Nolan sineması objektif tarihle değil, karakterin gözünden görülen "Öznel Gerçeklik" ile ilgilenir. Dunkirk'te haritadaki stratejik konumlar değil askerin duyduğu uçak sesi, Oppenheimer'da tarih kitapları değil karakterin zihnindeki kaos önemlidir. Odyssey'de de muhtemelen Odysseus'un zihnindeki "karanlık yolculuğu", onun hatırladığı veya hayal ettiği şekliyle izleyeceğiz; arkeologların kazıda ne bulduğunu değil.
Sözün özü Nolan'ın tavrına şu yorumu getirebiliriz: O bir belgeselci değil, bir illüzyonist. Interstellar'da illüzyonun inandırıcı olması için gerçek bilime ihtiyacı varken, Odyssey'de illüzyonun korkutucu olması için stilize edilmiş tarihe ihtiyacı var. Bu ayrım, onun "mühendis tarafı" ile "sanatçı tarafı" arasındaki dengeyi gösteriyor. Karşımızdaki tablo tam bir "Nolan Paradoksu": Fizikte Einstein kadar titiz, tarihte Homeros kadar masalcı…