Sömürgecilik ve Eşitsiz Modern Dünya
Bir süredir kamuoyunu endişeyle rahatsız eden Kurultay Davası'nın ertelenmesi sanıyorum hepimize nefes oldu. Kararla beraber hararetini “biraz” öteleyen siyasal gündemimizin fırsatıyla bugün, gündelik siyasetin sınırlılıklarını tamamen terk ederek bambaşka bir konuyu ele almak ve tartışmak istiyorum.
Immanuel Wallerstein, “The Modern World-System” isimli kitabının hemen başında değişimin sonsuzluğundan ve hiçbir şeyin değişmezliğinden bahsettikten sonra, bu iki zıt görünümlü klişelerin doğruluğunu ifade eder ve ekler; “Yapılar, nispeten uzun zaman dilimleri boyunca istikrarlı bir varoluşa sahip insan ilişkilerinin mercan resifleridir. Ancak yapılar da doğar, gelişir ve ölür.”
Fernand Braudel’in “uzun zaman” olarak kavramsallaştırdığı süre içerisinde oluşan “yapılar” Wallerstein’a göre insanların çok katmanlı ilişkilerinin ve örgütlenmelerinin kurumsallaştığı üst sistemlerdir. Ve bu üst sistemler aynı zamanda insan ilişkilerinin gerçekliğidir. Wallerstein, bu yapıların değişimiyle beraber gerçeklikle geçmişin de değiştiğini, çünkü sosyal yaşamın sürekli değişim halinde olduğunu iddia eder. Anlayacağınız Wallerstein’e göre değişimi uzun süren “yapılarla” beraber insanlıkta gerçekliğini değiştirir ve geçmişini, oluşturduğu yeni gerçekliğe göre yeniden yorumlar.
Bu ilgi çekici ve biraz karışık girişin ardından yazının devamında sömürgeciliğin modern dünyadaki eşitsizliğin zeminini nasıl oluşturduğunu üç önemli sosyal bilimcinin tezlerinden yararlanarak irdelemeye çalışacağım. Sabırlarınızın sınırlılıklarını zorlamamak için akademik bir makale kadar detaylandıramayacağım bu yazı, tahmin edebileceğiniz gibi sömürgeciliğin ekonomik etkilerini bütüncül bir şekilde ele alabilecek veya farklı görüşleri bütün yönleriyle çatıştırabilecek kabiliyette olmayacak.
Walter Rodney - Afrika Neden Geri Kaldı?
Rodney kalkınma kavramını çok yönlü bir olgu olarak ele almaktadır. Ona göre kalkınma insan grupları için evrenseldir çünkü kalkınmayı meydana getiren iktisadi süreçler evrenseldir. Tümevarımsal bir öngörüyle düşüncesini temellendiren Rodney, her insanın tatmin edici bir yaşam sürebilmek için bağımsız kapasitelere sahip olduğunu, her kıtada bulunan insan topluluklarının da doğaya olan kontrolünün bağımsız ekonomik süreçler üzerinden oluştuğunu ifade etmektedir. (Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, 4-5)
Yine Rodney’e göre politik gücü tekellerinde bulunduran feodal toprak sahipleri ya da aristokrat sınıfı; tüccarların zenginleşmeye başlayıp sınıfsal ayrımların keskinleşmesiyle, siyasi tahakkümlerini kaybetmişlerdir. Denizaşırı ticaretin yaygınlaşması ve sömürgeciliğin kurumsallaşmasıyla yeni tüccar sermayedarların yaşadığı zenginleşme bu kesimin siyasal bilincini artırmıştır. Elde ettikleri maddi servetin etkisiyle teknolojik gelişmeleri de tekellerine alan bu sınıf, 1700 ve 1800’lü yıllarda Avrupa’yı devrimlere götürmüş, aristokrat sınıfı oyunun dışına itmiştir.
Afrika tarihinde hatırı sayılır bir kısmında var olmuş sınıflar ise yeterince “kristalleşmemiş” ve değişimler devrimci bir muhteviyat içermeyerek tedrici ilerlemiştir. Rodney’e göre bu durum, erken Afrika kalkınmasının dünyanın diğer bölgelerinden farklı ve eşitsiz gerçekleşmesine neden olmuştur.
Rodney bugünkü Batı demokrasilerinin en büyük nedeninin “kapitalizm” olduğunu düşünmektedir. Toprak sahiplerinin yok olmasının ardından kapital sınıf, parlamentolar, anayasalar ve basın özgürlüğünü ön plana koyarak kalkınmışlardır. Bu noktada Rodney’in tezini ilgi çekici kılan, bu kalkınmanın Avrupalı köylü ve işçi sınıflarına bedel ödettiğini ifade etmesidir. Batı’nın demokratikleşme ve kalkınma sürecinde sermayedarlar karlarını artırırken emek gücü önemsenmemiş, politikalar sermaye sahibi sınıf lehine tek taraflı geliştirilmiştir. Bu tek taraflı kalkınma modelinin yarattığı irrasyonalite; beyaz ırkçılığı, aşırı reklam harcamaları ve Birleşik Devletler gibi ülkelerde bile görülen kaynakların eşitsiz dağıtımı gibi olguları yaratmıştır. (Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, 10-15)
Rodney, az gelişmişliği insan gruplarının eşitsiz kalkındığını gösteren bir olgu olarak tanımlamaktadır. İnsan gruplarının eşit olmadığı ve eşit değişmediği bir dünyada bazı insan grupları, diğerlerinden daha fazla üretim yapabilerek zenginleşmiştir. Ancak daha fazla üretim yaparak zenginleşen ülkeler, kendi yarattıkları kalkınma modelini kapitalist, emperyalist ve kolonyal gelişmelerle örtüşük süreçler içerisinde kendilerinden daha az üretim yapabilmiş ülkelere dayatmış; onların kendi içerisindeki kalkınma süreçlerini bozmuştur. Bu bağlamdan hareketle Rodney, kapitalist gelişme öncesinde Afrika ve Asya kıtasındaki insan topluluklarının kendi öz benlikleri içerisinde farklı bir kalkınma süreci yaşadıklarını ifade etmiştir.
Rodney’e göre emperyalizm, kapitalist genişlemeyi açıklamaktadır. Avrupalı, Kuzey Amerikalı ve Japonyalı gelişmiş kapitalist ülkeler, diğer kıtalardan daha hızlı kalkınmalarını sağlayan iç rekabetçi sistemlerinin etkisiyle, rızaya dayanmayan şiddetle az gelişmiş ülkeler üzerinde tahakküm kurarak hammadde ve kar ürünü metaları ele geçirmiştir. Emperyalizmi ekonomik bir fenomen olarak ele alan Rodney, kavramın içerisindeki politik kontrol ve kolonileştirme güdüsünün Afrika’nın ekonomik kapasitesini sömürdüğünü söylemektedir. (Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, 136)
Andre Gunder Frank - Uydular ve Metropoller
Andre Gunder Frank, kapitalizmin tarihsel gelişim sürecinde oluşan ekonomik yapıyı iki ana unsura ayırmıştır. Bunlar “uydu” adını verdiği az gelişmiş bölgelerle üretim fazlalığını tekelinde toplayan “metropol” bölgelerdir.
Frank’e göre uydu ülkelerde rekabetçi bir ekonomik yapının kurumsallaşmamasının ana nedeni içsel geri kalmışlık değil, bütün dünyaya yayılmış kapitalist sistemin metropollerce kurduğu dışa bağımlılığıdır. Yani Frank, uydu bölgelerde rekabetçi kapitalist piyasaların oluşmamasının nedenini metropol bölgelerin müdahalesine bağlamaktadır.
Frank ekonomik gelişmişlikle az gelişmişliği madalyonun iki yüzüne benzetir. Açıklamasına göre az gelişmişlik, dünyadaki kapitalist sistemin gelişimi gerekli bir sonuç ve iç çelişkilerin modern tezahürüdür. Önermesine göre tarihsel süreç içerisinde gelişen kapitalist sistem yayılır ve gelişirken dünyanın farklı yerlerinde eş zamanlı olarak ekonomik gelişmişlik ve az gelişmişlik yaratmıştır. Bu da kapitalist dünya ekonomisinin uzun vadeli yapısal eşitsizlik üretmesine neden olmuş, sistemin “eşitsiz bir varoluşa” sahip olmasını sağlamıştır.
Frank Şili üzerine yaptığı çalışmalarda ülkenin yabancı veya ulusal ithalatçıları, büyük tüccarları ve finansçıları tarafından bölgesel başkentlerdeki küçük tüccarlar üzerine baskı uyguladığını ve sermayelerini uygun miktarlarda bünyelerinde topladığını ifade etmektedir. Sistemdeki bütün ekonomik, politik, sosyokültürel bağların ulusal finansal, ticari, ithal metropollere bağlı olduğunu ve kapitalist dünya ekonomisinin metropol merkezlerinin, en izole şahsı bile kendisini bir şekilde bağladığını söylemiştir. (Frank çalışmasında şu örneği vermektedir; mevsimsel işçi kendisine iş veren çiftçiye bağlıdır, çiftçi büyük toprak sahipleri veya büyük tüccarlara bağlıdır, tüccar veya toprak sahibi metropoldeki toptancıya bağlıdır.) En nihayetinde karmaşık ve hiyerarşik bir yapıya sahip söz konusu ilişkiler sarmalı, artı değerin metropollerin tekelinde toplanmasına ve sistemin oluşturmuş olduğu merkezlerin eşitsizliğini artırmasına neden olmaktadır. (Andre Gunder Frank, Capitalism and Underdevelopment in Latin America, 9-22)
Dünya Sistemi – Immanuel Wallerstein
Wallerstein, “dünya sistemi” olarak kavramsallaştırdığı yapıyı bir “sosyal sistem” olarak tanımlamaktadır. Bu sistemin bünyesinde sınırlılıkları, üyelerden oluşan grupları, meşrulaştırma yapıları vardır ve varlığını gerginlikle bir arada sürdürür. İçerisinde bulunan gruplar birbirleriyle çatışarak sistemi kendi lehlerine etkilemeye çalışır. Wallerstein sistemi organizmaya benzetir, özelliklerinin bir kısmının süreç içerisinde değişirken bir kısmının sabit kaldığını ve yaşama süresinin bulunduğunu ifade eder. (Immanuel Wallerstein,The Modern World-System, 347)
Wallerstein söz konusu dünya sistemini üçe ayırır. Bunlar merkez devletler, yarı çevre alanlar ve çevre alanlardır. Wallerstein, merkezde ücretli emek ve öz yönetimin, çevrede kölelik ve serfliğin yaygın olduğunu söyleyerek emek gücünü kontrol biçimlerinin üretim tiplerine ve coğrafi şartlara göre değiştiğini ifade etmiştir.
Wallerstein’in argümanlarında yoğun bir tarihsellik söz konusudur. Devletler arasındaki güç dengesinin tarihsel dönemlerdeki değişiminden hareketle Wallerstein, belirli bir devletin "merkez olma” vasfının meydan okunamaz olmadığını söyler. Analizine göre sistemdeki güç dengeleri oldukça yavaş ve katmanlı sosyoekonomik değişimler sonucunda değişebilir ve merkezde kalan bir ülke hegemonik statüsünü başka bir ülkeye kaptırabilir.
Frank’e benzer olarak Wallerstein, küresel ekonomik sistemini artık değerin merkeze olan akışı çerçevesinde temellendirmiştir. Ayrıca Wallerstein de sermaye birikimiyle çevre bölgelerdeki sömürü arasında simbiyotik bir bağ olduğunu ifade etmektedir.
Wallerstein sermaye sahibi kapitalist sınıfın evrenselliğini iddia etmiş ve bu sınıfın iki ana rakibe karşı amaçlarını ulaşmak için siyasi alanlarda örgütlendiğini belirtmiştir. Bu rakiplerden ilki, eski ekonomik işlevlerini kaybetmiş aristokrat sınıfıydı. Bu sınıf, muhafazakâr bir öğretiyle geleneksel yapıdaki rütbe ayrımının korunarak toplumsal yapıyı sınıfsız bir şekilde tanımlamayı amaçlamıştır. Bu amaca karşı kapitalistler, kendilerine sınıf bilinci inşa ederek siyasi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Wallerstein’e göre kapitalistlerin ikinci rakibi işçilerdir. Kapitalistler işçilerin sınıf bilinci oluşturması durumunda iki taraflı bir politik kutuplaşma yaşanacağını öngörmüştür. Erken Modern dönemde (1500-1750) işçi sınıfının kendisine bir bilinç oluşturabilecek örgütlülük seviyesinden uzak olduğu düşünülürse; kapitalist sınıf kendi bilincini yaşattığı ölçüde işçileri desteklemiş ancak sanayi devrimi sonrasındaki politik atmosferde kendi siyasi imtiyazlarını kaybetme riskiyle karşılaşmışlardır. (Immanuel Wallerstein, The Modern World-System, 351-355)
Sömürgecilik ve Eşitsiz Modern Dünya
Walter Rodney, Andre Gunder Frank ve Immanuel Wallerstein’in tezleri sömürgeciliği yalnızca geçmişte kalmış bir siyasi hegemonya biçimi olarak değil; modern dünyada görülen ekonomik, toplumsal ve zihinsel ilişkilerin temelini oluşturan çok katmanlı bir sömürü sistemi olarak ele almaktadır. Bu sistem coğrafi keşiflerin başlangıcından modernitenin bugünkü dönüşümüne kadar; teknolojik, ekonomik ve siyasi değişmelerden etkilenerek varlığını farklı görünümlerde sürdürmeye devam etmektedir.
Bugünkü modern dünya düzeni bir nevi sömürgeciliğin yaratmış olduğu eşitsiz dünya sisteminin bir çıktısıdır. Sömürgeci güçler, rızaya dayanmadan inşa ettikleri hegemonik kurumları, teknolojileri ve yapılarıyla sömürdüğü coğrafyaları kendi çıkarları çerçevesinde yeniden tasarlamıştır. Rodney’in Afrika özelinde yaptığı analize göre bu tasarı kıtadaki insanların kendilerini aşağılık hissetmesine ve emperyal güçlere karşı zihinsel bariyerler oluşturmasını sağlamış; kıtanın ekonomik, düşünsel ve siyasi kalkınma potansiyelinin heba olmasına neden olmuştur. (Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, 105.)
Coğrafi keşiflerin ardından Batı, merkantalist politikalarla kendi bünyesi içerisinde rekabetçi bir ekonomik sistem inşa ederek ivmeli bir kalkınma yakalamıştır. Ancak bu kalkınma süreci esnasında görülen genişlemeci kolonyal periyotta yakalanan zenginleşme süreci -modern anlamıyla- “insani” koşullarda gerçekleşmemiştir. Ayrıca Modernleşme sürecinde Batı’ya karşı refleksif tavır geliştirmekten öteye gidememiş çevre ülkelerin siyasal elitleri, genellikle kendilerine dayatılan eşit olmayan sistem önerisiyle iş birliğine giderek haksızca zenginleşmiş ya da direnerek yok olmuştur.
Sonuç olarak sömürgecilik, emperyalizm ve kapitalizm; birbirlerinden beslenerek gelişmiş yapılardır. Bu üç olgunun oluşturmuş olduğu ekonomik sistem, bugünkü modern dünyada görülen eşitsizliklerin tarihsel zeminini oluşturmaktadır. Emperyalist ve kapitalist genişlemenin uluslararası sistemde neden eşitsiz bir ekonomik yapı yarattığının en somut tarihsel nedenlerinden olan sömürgecilik, aynı zamanda topluluklarının birbirleriyle olan güç mücadelelerinin en asimetrik biçimlerinden birisidir.
Metinde Atıf Yapılan Kitaplar
Wallerstein, Immanuel. The Modern World-System: Capitalist Agriculture and the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth Century. Berkeley: University of California Press, 1974.
Frank, Andre Gunder. Capitalism and Underdevelopment in Latin America. New York: Monthly Review Press, 1967.
Rodney, Walter. How Europe Underdeveloped Africa. London: Bogle-L'Ouverture Publications, 1972.