
Genel seçim kazanılır ama…

Leman dergisine yapılan saldırının üzerinden bir haftadan fazla zaman geçti. Bu sürede saldırıda bulunanlar, kameralar önünde milyonlarca insanı tehdit edenler, iç savaş çığırtkanlığı yapanlar tutuklanmak bir yana gözaltına bile alınmadılar. Yaptıkları adeta yanlarına kâr kalan bu kişiler zafer havasında evlerine döndüler. Kanunların gereği kendileri adına yerine getirilmedi.
Buna karşın Leman’ın dört çalışanı ile saldırganlara Filistin’e gitmelerini söyleyen ve karşılığında ağır hakarete uğrayan akademisyen halen tutuklu durumdalar.
Son olarak Leman olayının da gösterdiği gibi artık Türkiye’de hukukun getiriliği nokta oldukça nettir. Hukuk yalnızca AKP ve yandaşlarını korumak için mevcut olup milyonlarca muhalif kanunların koruyuculuğunun dışındadırlar. Tamamen yürütme gücünün baskısı altına girmiş olan yargının sık sık bağımsız olduğunu vurgulayan yürütme organı mensuplarının da bu bilinçle konuştukları ortadadır.
Bu teşhis ister istemez akla önemli ve tedirgin edici bir soruyu getirmektedir. Amaç, hukukun koruyuculuğunun dışında kalan milyonların içinden, kendilerine farklı korunma yolları arayacak birkaç kişiyi topluma gösterip bundan malzeme sağlamak ve “Bakın muhalifler hukuk tanımıyor” diye propagandaya girişmek midir?
Adaletin nasıl tek taraflı işlediğini hafta sonu CHP’li belediyelere yapılan operasyonda bir kez daha gördük. Bu tür operasyonlarla, “Bütün CHP’li belediyeler yolsuzluk batağındadır, bizim belediyelerimiz ise tertemizdir” algısı yaratmaya çalışmak iktidarın işine yaramaz. İktidarın nimetlerinden faydalananlar dışında bu iddiaya kimseyi inandırmak mümkün değildir.
İktidar da zaten bunun bilincindedir. Bir başka deyişle operasyonların amacı belli ki artık farklılaşmıştır. Gerçekleşen ve bundan sonra gerçekleşmesi beklenen operasyonların kamuoyu yaratma arzusundan çok, iktidarın güç gösterisine dönüştüğünü görmek gerekir. Bu saatten sonra ancak bu şekilde iktidarda kalabileceklerini düşünenler demokrasiyi hiçe sayarak sivil darbeyi meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Gelinen noktada, yapılacak muhtemel erken genel seçim sonuçlarının, aradaki fark ne kadar büyük olursa olsun iktidar tarafından kabul edilmemesi ihtimalinin de ciddi olarak düşünülmesi gerekir. Bugüne kadar yargıyı kullanarak bunları yapanların, seçimin iptali için yine yargı yoluyla harekete geçmemeleri düşünülemez. Nitekim bu tür örnekler hem 2017 referandumunda hem de 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da yaşanmıştır.
Bu şartlar altında, özellikle ana muhalefet partisi olan ve direnişi olabildiğince yüksek tutan CHP’nin seçimin adil bir biçimde gerçekleşebilmesi için seçim sürecinde nasıl önlemler alınması gerektiği üzerinde şimdiden durması ve neler yapılabileceğini toplumla paylaşması gerekmektedir.