Sınır tanımayan dayanışma
Avrupa Gazeteciler Federasyonu’nun (EFJ) genel kurulu için birkaç gündür Budapeşte’deyim. Nüfusu bize göre az ama birçok açıdan “sorundaş” gibiyiz. Otoriter bir başbakan, yasaklanan, daraltılan ifade ve özgürlük alanı. İki yıl içinde değişim olacak umutları var, parası da bizden oldukça değerli. Ancak üst üste yasal ve hatta anayasal değişikliklerle hürriyetlere tırpan vurulmaya çalışılan bir ülke Macaristan, üstelik de hem Avrupa’nın göbeğinde, hem de AB ülkesi…
EFJ’nin Budapeşte’de gerçekleştirdiği seçimli genel kurulu birçok açıdan sıradan bir yıllık toplantıdan çok daha fazlasıydı. Avrupa kıtasında medya özgürlüğüne yönelen tehditler karşısında, farklı dillerden ama aynı değerlerden konuşan gazetecilik örgütleri ortak bir duruş sergiledi: “Hakikatin susturulmasına izin vermeyeceğiz.”
Bu duruş yalnızca bir mesleki refleks değil, aynı zamanda demokrasiyi savunmanın asgari koşulu olan ifade özgürlüğünün kolektif savunusuydu.
Macaristan: Konuşulmaya cesaret edilen ev sahibi
Toplantının ev sahibi Macaristan’dı. Ancak bu ev sahipliği, politik konumdan azade bir ciddiyetle ele alındı. Toplantının Macaristan’da yapılması bir tesadüf değil, bilinçli bir tercihti. Viktor Orbán yönetiminin yıllardır medya özgürlüğünü sistematik biçimde aşındırdığı, kamu kaynaklarının propaganda araçlarına dönüştürüldüğü, bağımsız medyanın ise ekonomik ve siyasi baskılarla susturulmaya çalışıldığı bir ülkede bu toplantının yapılması, bir meydan okuma ve bir dayanışma ilanıydı.
EFJ, Macaristan’ın medya ortamını toplantı belgelerinde açıkça kınadı. Kararlarda, bağımsız gazetecilerin baskı altında çalıştığı, kamu yayıncılığının tarafsızlığını yitirdiği ve medyanın iktidarın kontrolüne girdiği eleştirileri yer aldı. Bu sert tutum, ev sahibi ülkeye rağmen geri adım atmayan bir meslek duruşunun göstergesiydi.
Budapeşte, bu anlamda bir çelişkinin değil; bir ilkenin, bir iradenin sembolü haline geldi.
Gazze kararı: Oy birliğiyle kabul edilen vicdan
Genel Kurul’un en etkili kararlarından biri, EFJ tarihinde ilk kez toplantıya katılan 37 üyeden tüm örgütlerin ortak sunduğu Gazze önergesi oldu. Oy birliğiyle kabul edilen bu önerge, savaş bölgelerinde gazetecilerin hedef alınmasını açıkça kınadı; bilgi akışına yönelik sistematik engellemelerin, yalnızca basın özgürlüğüne değil, insan haklarına da ağır bir saldırı olduğu vurgulandı.
Karar metni, medya çalışanlarının can güvenliği kadar, sivillerin haber alma hakkının da savaşta korunması gerektiğini savunarak, gazeteciliğin tarafsız ve evrensel ilkelerini yeniden teyit etti.
Üst kurullarda meslek kuruluşları etkin olmalı
Gazeteciler Cemiyeti (GC) ile Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından birlikte sunulan önerge de oy birliğiyle kabul edildi. Bu önergeyle, medya düzenleyici üst kurulların cezalandırıcı değil, düzenleyici işlev üstlenmeleri gerektiği, ve bu kurullarda meslek örgütlerinin ağırlıklı temsil edilmesinin önem taşıdığı vurgulandı.
Özellikle Türkiye’de RTÜK gibi kurumların siyasi baskı aracı haline geldiği bir ortamda, EFJ çatısı altında bu tür ilkelerin kabul görmesi oldukça değerlidir. Çünkü medya özgürlüğü sadece içerik değil, denetim süreçleriyle de şekillenir.
Dayanışma hatırlatması
Toplantı ardından EFJ Genel Sekreteri Ricardo Gutiérrez’in delegelere gönderdiği mesaj da dayanışma ruhunu pekiştiren bir değerlendirme idi. Ricardo, EFJ’nin ilkelerine bağlılık ve örgütlü gazetecilik dayanışmasının önemine vurgu yaparak, yürütülen çalışmanın sürekliliğini vurguladı. Kimseyle çatışma niyetinin olmamasının “kılıçtan keskin kalemleri” gerektiğinde kullanmaya hazır olunması gerektiğini hatırlattı.
***
Bayram ve kurban
Kurban Bayramı’na girerken, Budapeşte’deki bu ruhu yanımıza alarak mesleğimize, topluma ve dayanışmaya olan inancımızı tazeliyoruz. Her geçen yıl biraz daha fazla baskıyla yüzleşen gazeteciliğin, yalnızca direnerek değil; birlikte direnerek güçlenebileceği bir kez daha görüldü.
Bu bayramda, kalemini satmayanlara, mesleğini onurla yapanlara, susturulmak istense de yazmaktan vazgeçmeyenlere selam olsun.
Toplumsal, kültürel gelenekler önemlidir. İnanılmasa bile saygı göstermek gerekir.
Kurban Bayramı, insanlık tarihinin en kadim ritüellerinden birini bize hatırlatır: adamak, bağışlamak ve paylaşmak. Bu bayramda bir hayvanın kurban edilmesi, hem dini bir emrin yerine getirilmesi, hem de bir dayanışma biçimi olarak görülür. Ancak çağımızın vicdanı ve bilinci, artık şu soruyu da sormamıza vesile oluyor:
“Kurban ancak kanla mı olur?”
Bu soruyu sormak, inancı sorgulamak değildir. Aksine, inancı çağın ruhuyla yeniden anlamaya çalışmaktır.
İbrahimî gelenek ve sembolizm
Kurban ritüeli, İbrahim peygamberin oğlunu Allah’a adaması ve bunun yerine bir koçun verilmesiyle simgelenir. Esasen burada, itaat ve koşulsuz iman kadar, fedakârlık ve yürekle yapılan teslimiyet vurgulanır. Ama asıl mesaj, kurban edilenin değil, kurban edilmeyenin kutsanmasıdır.
Zira İbrahim bir çocuğu değil, bir hayvanı kurban etmiştir — o da aslında Tanrı’nın verdiği bir bağışla.
Bu durumda sormak gerek: Bugün hâlâ bu sembolü yaşatmak için ille de bir can mı alınmalı? Yoksa başka türlü bir adanmışlık da aynı anlamı taşıyabilir mi?
Kurban ruhuyla anlamlı dayanışma
Kurban Bayramı’nın özü, paylaşmaktır. Muhtaçla, komşuyla, akrabayla, yoldan geçenle paylaşmak… Peki, günümüzde bunun tek yolu hayvan kesmek midir?
Bugün bazı insanlar kurban yerine bağış yapmayı tercih ediyor; kimi bir öğrenciye burs, kimi bir hastaya ilaç, kimi bir barınağa mama, kimisi aşevine, kent lokantasına gönderiyor. Kimileri ise kurban kesiyor ama etin tümünü yoksullarla paylaşıyor, kanı değil iyiliği çoğaltıyor. Bu da bir anlamda kurban ruhunun çağdaş bir yorumudur.
Vicdan, zorbalıkla barışmaz
Hayvan hakları konusunda artan toplumsal duyarlılık da bu soruyu yeniden gündeme taşıyor. Elbette inançlar saygıyı hak eder. Ancak vicdan da aynı ölçüde bir pusuladır. Kurbanlık hayvanların şehir merkezlerinde zincirlerinden boşanıp kaçtığı, kamyonlardan düşüp can verdiği, acemice yapılan kesimlerin eziyete dönüştüğü bir ortamda, inancın özüne uygun bir ritüel yerine travmatik bir gösteriye dönüşmesi, kimseye fayda sağlamaz.
Dini vecibe yerine getirilirken, insana ve hayvana yakışan bir yöntem izlenmeli. Temsil edilen değer, acı değil, rahmet olmalı.
Bayram: Ruhun arınmasıdır
Kurban kesmek, sadece et tüketmek değildir. Asıl kurban, bencillikten, kibirden, aşırı tüketimden, hoyratlıktan vazgeçmektir. Paylaşmayı hatırlamaktır. İhtiyaç sahibini unutmamaktır.
O hâlde soralım: Bir çocuğun yüzünü güldürmek, bir kütüphaneye kitap bağışlamak, bir yaşlının elektriğini kesilmekten kurtarmak… Bunlar da birer “kurban” değil midir?
Kurban gelenektir, evet. Saygı duyulmalıdır. Ama her gelenek zamanla yeniden düşünülür, yeniden şekillenir. Kurbanın özü kan değil, adanmışlıktır.
Kurban Bayramı, eğer sadece et değil; vicdan, anlam ve paylaşım taşırsa gerçek bayram olur. Kan yerine, merhamet akmalı sokaklardan.
Herkesin bayramı, iç huzurla kutlansın.
Herkesin Kurban Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum. Bayram, hakikatin ve dayanışmanın da bayramı olsun.