İstanbul
Açık
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,5860 %-0.48
47,7946 %-0.42
4.352,20 % -1,39
117.340,15 %-0.902
Ara

Burası ve Sonrası

YAYINLAMA:
Burası ve Sonrası

Günün duygularıyla verilmiş politik reaksiyonların dışında 19 Mart; Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadeli siyasal denklemini yeniden şekillendiren; siyasal sistemdeki sinsi değişimleri ayyuka çıkaran, çok boyutlu dönüşüm süreçlerini görünür kılan bir kırılma anıydı.

19 Mart’ı geride bırakalı yaklaşık sekiz hafta oldu. Bu sekiz hafta, ülkede nefes almaya çalışan herkes için heyecanlı ve endişeli geçti. Yoğun ve sisli politik gündem karşısında ben dahil birçok insan yaşanan gündelik olaylar üzerinden siyasi kanaatlerini şekillendirdi. Ancak bugün bu yazıda, iktidar bloğunu muhalif mahalleden gözlemleyen bir vatandaş sıfatıyla, sekiz hafta önce geride bıraktığımız bu kırılma noktasının tetiklediği veya tetikleyeceği muhtemel süreçleri düşünmek ve tartışmak istiyorum.

AKP ve MHP birlikteliğiyle vücuda gelen “Cumhur İttifakı” sanıyorum çok partili siyasal yaşamımızın gördüğü en başarılı koalisyon modellerinden birisi. Aynı siyasal kökten gelmeyen ancak politik yaşamları esnasında zaman zaman birbirleriyle yakınlaşmış iki farklı geleneğin birleşimiyle kurumsallaşan bu ittifak, kamuoyunda görünür ciddi bir bunalım geçirmeden ülkemizi takribi sekiz senedir yönetiyor. Ve sanıyorum, 2018 seçimleri sonrasında resmen geçilen yeni sistemin doğal bir ürünü olan Cumhur İttifakı’nın içerisindeki güç merkezleri ilk kez bu kadar görünür vaziyette.

Devlet içerisinde yürütmeyi dengeleyecek hiçbir organın kalmamış olması ve bütün kamu kurumlarının partizanca yönetilmesi, iktidarı oluşturan gruplar arasındaki çatışmaların bugüne kadar kamuoyunda pek görünmemesine sebep oluyordu. Bugün geldiğimiz noktada yargıdan bürokrasiye, bürokrasiden partilerin genel merkezlerine, genel merkezlerden parlamento gruplarına iktidar içerisindeki bütün elit grupların birbirleriyle örtüşmeyen açıklamalarına, söylemlerine ve kulislerine maruz kalıyoruz. Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor, iktidar hiçbir zaman kamuoyuna yansıdığı kadar tekil bir yapıda kurumsallaşmadı. İçerideki kadrolar çok uzun zamandır birbirleriyle içeride çatışıyor, güç mücadelelerinde bulunuyordu. Ayrıca geçtiğimiz yeni sistem sonrasında Cumhurbaşkanının, külliye etrafında topladığı bürokrat kökenli siyasetçilerden —ne kadar siyasetçi oldukları tartışılır — oluşturduğu yeni siyasal merkez, yürütmenin ve yasamanın ürettiği politikaların ana merkezi gibi görünüyordu. Keskin hiyerarşik hatlarla çizilmiş bu parçalı iktidar yapısının dayandığı tek bir meşru zemin vardı; Erdoğan’ın kişilik kültü.

Bana sorarsanız eğer, bugün yaşadığımız bu buhranlı süreç tamamen bu zeminin meşruluğunu kaybetmesiyle alakalı. Şahsi kanaatim, 19 Mart’ın Erdoğan’ın siyasal hayatını nasıl bir çizgide sürdüreceğine yönelik yapılmış bir girişimden ziyade, iktidar içerisindeki bazı grupların Erdoğan sonrası döneme dair giriştiği yeni bir siyasal tasarım çabası. 31 Mart seçimlerini hiç olmamış gibi varsayalım ve bütün seçmenlerin 28 Mayıs’taki eğilimlerini devam ettirdiklerini düşünelim. Erdoğan’ın hedeflediği 2027 Kasım’ında gerçekleştirilecek olası seçime sadece ilk kez oy kullanacak genç seçmeni eklersek, muhalefet bloğunun Cumhur İttifakı’ndan çoğunluğu aldığını gözlemleriz. Yani Erdoğan’ın sonraki seçimleri kazanabilmesi için 2023’te kendisine razı ettiği kitleden daha fazlasına ulaşabilmesi gerekiyor.

Politik manevra alanı oldukça daralmış olan Erdoğan’ın bir şekilde mevcut anayasayı iktidar lehine revize ettiğini ve şu anda kendisine bela olan %50+1’den prangasından kurtulduğunu düşünelim. AKP ve MHP’nin parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı noktada Cumhur İttifakı’nın inşa ettiği bu yeni çarpık düzen nasıl ayakta kalacak? Mevcut sistemin korunarak yenilendiği bir anayasa değişikliğinde, parlamentoyu kaybeden Cumhur İttifakı sadece kendi içerisindeki grupların kullanımına sunduğu devlet rantını nasıl muhafaza edecek? Siyasal sistemin içerisinde nasıl politika üretecek ve üretilen politikalar parlamentoda muhalefetin onayından nasıl geçirecek?

Şunu kabul edelim, Erdoğan’ın kişilik kültünün ve bu kültün üzerine inşa edilen otoriter rekabetçi sistemin sonuna geliyoruz. Bu siyasal sistemi Türkiye, daha fazla kaldıramıyor. Erdoğan’ın artık yeniden kitleleri heyecanlandıracak, umutlandırabilecek ve daha iyiye ikna edebilecek bir hikayesi kalmadı. Açıkçası son dönemde yaşananları düşündüğümüzde, Erdoğan oldukça irrasyonel tercihler yapan ve toplumla olan bağını tamamen koparmış yaşlı bir politik figüre dönüşmüş durumda. Ve sanıyorum bu durumu, geleceği Erdoğan’ın kaşıyla gözünün kaderine bağlı bürokrat kadrolar da idrak etmeye başladı.

Toparlamam gerekirse, bugün devletin bütün imkanlarını hoyratça kullanan iktidar bloğunun meşruiyet kaynağı sönüyor. Rüzgâr karşıdan esiyor, nehir tersten akıyor. Hal böyle olunca da iktidar içerisinde bugüne kadar görünmeyen gruplaşmalar açığa çıkıyor, çatışmalar daha da görünür oluyor.

Başkanlık sistemiyle beraber iktidar bloğu her ne kadar siyasal rantını artırsa da politik manevra alanlarından bilinçli olarak vazgeçti. İki partide kendi kaderini birbirlerine emanet etti, kadrolar bütün uyumsuzluklarına rağmen iktidarı kaybetmenin giderek artan faturası karşısında birliğe razı oldu. Siyaset, keskin şekilde birbirlerinden ayrışan iktidar ve muhalefet kadroları etrafında bloklaştı ve iktidara karşı mesafeli olan bütün gruplar, sistemden bilinçli şekilde dışlandı.

Netice olarak bugün elimizde neye benzediği belli olmayan, tek bir şahsın sönümlenmiş politik karizmasıyla sürüklenen, kendi içerisinde giderek ayrışan ve kitlelere hiçbir gelecek vaat edemeyen bir iktidar bloğu var. Ve daha fenası, bu bloğu bekleyen en büyük tehlike mevcut kutuplaşmış politik iklimde muhalif kitlelerin kendisine karşı takındığı heyecanlı eylemsellik değil. Yakın gelecekte 19 Mart’ın ekonomik çıktısının insanların omuzuna bindireceği yüklü fatura.

Bugün iktidar bloğu mevcut çatışmacı siyasal gündem sayesinde kendisinden uzaklaşmış kitlenin bir kısmını tekrar bünyesine katmış olabilir. Ancak muhalefet bloğu, eylemselliğini ve heyecanını koruyarak iktidar üzerindeki baskısını istikrarlı şekilde sürdürebilirse, iktidarın gücünü kademeli olarak zayıflatmaya devam edecek. Çünkü yine muhtemeldir ki toplumsal kutuplaşma, 19 Mart’tan sonra tahmini çoğunluğu ele geçirmiş muhalefet bloğunun işine daha fazla yarayacak.

Bütün bunların dışında Türkiye’yi yakın gelecekte iç ve dış politikada yapması gereken birtakım açılımlar bekliyor. Bu açılımlar sadece iktidarın çarpık bir zeminde inşa etmeye çalıştığı yeni barış sürecinden ibaret değil elbette. Uluslararası sistemdeki konjonktürel değişimler, Türkiye’nin jeopolitik gerçekliğine yeni sorumluluklar yüklüyor.

Açık konuşalım; Türkiye dünün siyasetçileriyle yarını şekillendiremez, şekillendiremiyor. Bugün birtakım gözü dönmüş grupların Türkiye’yi Erdoğan sonrası dönemde kapalı bir otoriter rejime geçirme hevesi, iktidar rantının kör edici etkisinden ibaret. Halihazırda geri bildirim mekanizmaları tamamen iflas etmiş, ciddi bir meşruiyet kriziyle boğuşan mevcut siyasal sistem kapalı bir otoriter rejimi kaldıramaz. Bu ülkenin ne siyasal mirası ve ne de mevcut gerçekliği de böyle bir rejim değişikliğine müsait değil.

Naçizane fikrime göre 31 Mart’tan sonra yaşadığımız mevcut politik atmosfer bizi yeninin doğumuna götürecek bir geçiş sürecinden ibaret. Ve çok ironiktir ki, Erdoğan’ı dün iktidara taşıyan bütün nedenler, muhtemeldir ki yarın kendisini iktidarından edecek.

Yine de şunu da söylemeyi borç biliyorum, içerisinde bulunduğumuz bu geçiş sürecinde muhalefet bloğunun kapılacağı olası bir rehavet, ülkenin siyasal ekseninde geri dönüşü olmayacak hasarlar bırakabilir. Bugünün sorumluluğu dünden daha ağır, yarının sorumluluğu da bugünden daha ağır olacak.

Son olarak, Erdoğan’ın iktidarının nasıl sonlanacağına dair oldukça endişeli tahminlerim söz konusu olsa da sonraki iktidarların Türkiye’yi bugünden daha aydınlık bir geleceğe taşıyacağına samimi şekilde inanıyorum. Çünkü yaklaşık seksen yıllık çok partili hayatımız boyunca ülkemizde iktidarlar veya siyasi güç merkezleri tarafından mağdur edilmeyen hiçbir sosyal grup kalmadı. Hepimiz birimiz tarafından mağdur edildi, birimiz hepimiz tarafından dışlandı.  

İşte tam olarak bu nedenlerden ötürü, Türkiye’de bir daha kimse mağdur olmasın diye, farklı sosyal grupların kriz anındaki ortak uzlaşısı sonucunda kurulmuş bu Cumhuriyetin geleceğinin çoğulcu bir parlamenter sistemden geçtiğine inanıyor ve düşlüyorum.

Sonumuz aydınlık olsun.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *