İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5194 %0.04
49,6025 %0.01
5.793,12 % 0,70
90.701,47 %-2.037
Ara

Kardeşlik yetmiyor, gerçekçilik şart

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Kardeşlik yetmiyor, gerçekçilik şart

Türk Devletleri Teşkilatı üyelerinin Güney Kıbrıs’la diplomatik ilişki kurup KKTC’yi tanımayacaklarını ilan etmeleri, çözüm modelinin değil, gerçeklikten kopuk bir dış politika anlayışının sonucudur. Bu tablo, Türkiye’nin girişimiyle kurulan bir yapının içinde bile etkisiz kalmasının, çok ciddi bir fiyaskonun açık göstergesidir

Yusuf Kanlı

Türk Devletleri Teşkilatı’nın üç üyesi Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile gözlemci üye Türkmenistan, son aylarda dikkat çekici ve eşgüdümlü adımlarla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) büyükelçi atadılar. Bu diplomatik hamlelerin, 4 Nisan’da Özbekistan’ın Semerkant kentinde düzenlenen ilk Avrupa Birliği–Orta Asya Zirvesi öncesine denk gelmesi, sıradan bir protokol hareketi olmadığını gösteriyor. Zira zirve sonrası yayımlanan sonuç bildirisinde, ülkelerin altına imza attığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları arasında, Kıbrıs Cumhuriyeti dışında herhangi bir hükümetin (yani KKTC’nin) tanınmaması çağrısında bulunan maddeler özellikle dikkat çekiyor.

Kazakistan bu konuda öncü oldu; Ocak 2025’te GKRY’ye büyükelçi atayacağını duyurdu, ardından Rum tarafı da aynı karşılığı verdi. Özbekistan ise daha da erken davranarak Aralık 2024’te İtalya’daki büyükelçisini GKRY’ye akredite etti. Türkmenistan da benzer şekilde İtalya’daki büyükelçisini görevlendirdi. Son olarak Kırgızistan da bu sürece katıldı. Böylece AB ile ekonomik işbirliğini güçlendirmek isteyen Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, KKTC’yi yok sayma pahasına Rum tarafıyla diplomatik ilişkileri kurumsallaştırmış oldular.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, bu adımların arkasında söz konusu ülkelerin Avrupa Birliği ile ilişkilerini derinleştirme çabası olduğunu, benzer ilişkilerin KKTC ile de yapılmasını talep ettiklerini söyledi…

Mesele iyi niyetli mesajlar değil, vizyon, niyet ve kapasite, yapabilirlik konusu elbette. Nitekim 12 milyar Euro’luk bir ekonomik işbirliği protokolünün konuşulduğu bu yeni AB-Orta Asya zemininde, Rum vetosunu aşmanın yolu olarak görülen “ilişkilerin normalleştirilmesi” baskısı kendini açıkça gösterdi.

Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye açısından bu gelişmeler hem sarsıcı hem de düşündürücü. Özellikle de bu teşkilatın Türkiye’nin öncülüğünde, “kadim kardeşlik bağları” söylemiyle inşa edildiği düşünülünce…

Oysa sorun sadece iki devletli çözüm politikasında değil. Asıl sorun, Türkiye’nin dış politikada hâlâ “kardeşlik” ve “gönül bağı” gibi romantik kavramlarla hareket ediyor olması. Günümüz uluslararası düzeninde bu tür duygusal beklentilerle politika üreten ülkeler, ne yazık ki sert çıkar oyunlarının kurbanı olmaktan kurtulamıyor.

Azerbaycan: Samimi ama…

Azerbaycan örneğini özellikle ayrı yere koymak gerekiyor. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev başta olmak üzere Bakü yönetimi, KKTC’ye açık ve içten destek veren bir çizgide duruyor. KKTC Meclis Başkanı’nın Azerbaycan Parlamentosu’nda konuşması, Türk dünyası zirvelerinde KKTC bayrağının görünür kılınması ve gerek Aliyev’in gerekse her düzeyde Azerbaycan yetkililerinin verdikleri mesajlar bunu gösteriyor.

Ancak Azerbaycan da bugüne kadar KKTC’yi resmen tanı(ya)madı. Çünkü samimi destek ayrı, uluslararası tanıma gibi yüksek diplomatik maliyeti olan adımlar ayrı hesaplarla yürütülür. Bakü; İsrail’le stratejik ortak, İran ve Rusya’yla dengeli, AB ile enerji ve ulaştırma eksenli iş birlikleri kurmuş bir ülke. Ve bu dengeler, duygusal yakınlıkla değil, çıkar hesabıyla belirleniyor.

Bugün Azerbaycan, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesinde de kolaylaştırıcı rol üstlenmiş durumda. Bu da Azerbaycan’ın yalnızca bir “Türk kardeşi” değil, küresel jeopolitiği doğru okuyabilen akılcı bir aktör olduğunu ortaya koyuyor.

Vizyon, niyet ve kapasite yokluğu

Ankara’nın son yıllarda KKTC’yi Türk Devletleri Teşkilatı içinde daha görünür kılmaya dönük çabaları da, diplomatik olarak istenilen sonucu vermek bir yana, tersine çevrildi. KKTC Cumhurbaşkanı’nın TDT zirvelerine gözlemci ya da özel statüyle davet edilmesi, Orta Asya’daki bazı başkentlerde rahatsızlık yaratmakla kalmadı; bu ülkeleri doğrudan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin baskısı altına soktu. Elbette gerek Yunanistan, gerekse de Kıbrıs Rum Yönetimi de boş durmadı, her platformda ve her temasta gelişmenin, KKTC’nin statüsünün yükseltilmesinin kabul edilemeyeceğini vurgulamaya başladılar.

Nitekim AB ile ekonomik işbirliği yapmak isteyen bu ülkeler, karşılarında bir engel buldu: AB kararlarında 27 üyenin tamamının onayı gerekiyor. Bu da “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınan Rum tarafının vetosunu aşmak için onunla ilişkilerin “normalleşmesi” şartını beraberinde getirdi.

Sonuç ne oldu? 12 milyar Euro’luk bir işbirliği protokolü için Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, KKTC’yi değil Brüksel’i tercih etti. Bu tercih sadece KKTC açısından değil, Türkiye’nin uluslararası kredibilitesi ve bölgesel liderlik iddiası açısından da sorgulanması gereken bir kırılma noktasıdır. Türkiye elbette bu devletlerle benzer bir ilişki içerisine girebilir, yatırım ve işbirliği modelleri geliştirebilirdi. Ancak, ne vizyon, ne niyet ne de Türkiye hazinesinde böyle adım atabilecek kapasite vardı.

Çözüm modeli değil, yöntem sorunu

Bugün KKTC’nin yaşadığı diplomatik yalnızlık, iki devletli çözüm modelinden kaynaklanmıyor. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı yıllarca federasyonu savundu, ama o dönemlerde de tanınma gelmedi. Sorun hangi çözümün savunulduğu değil, o çözümün ne kadar destek üretilebildiği, nasıl bir stratejiyle uluslararasılaştırıldığıdır.

Sorulması gereken soru artık “Niçin tanımıyorlar?” değil, “Biz niçin tanınmayı sağlayacak zemini oluşturamıyoruz?” olmalı. KKTC’nin tanınmaması, sadece küçük ülkelerin tutumu değil; Türkiye’nin zayıflayan yaptırım kapasitesinin, etkisizleşen dış politika araçlarının ve ekonomik yumuşak gücünün çöküşüdür.

Dış politikada gerçeklikle yüzleşme zamanı

Türkiye’nin öncülüğünde kurulan bir iş birliği örgütünde bile Kıbrıs Türk halkının devletine sahip çıkılamıyorsa, ortada çözüm şekliyle değil, çözümün uygulanma tarzıyla ilgili ciddi bir sorun vardır.

Kardeşlik temennisi değerli olabilir ama diplomasi sahnesinde gerçek gücünüz kadar söz hakkınız vardır. Ve artık şu gerçeği kabul etmeliyiz: “Kardeş” bildiklerimiz dahi kendi yollarına giderken, bizim hâlâ onları duygusal bir söylemle yönlendireceğimizi sanmamız, hayal kırıklığını kaçınılmaz kılıyor.

KKTC’nin kaderi, sadece Lefkoşa’da değil, Ankara’nın gerçekçi, çok katmanlı, sonuç odaklı bir dış politika üretip üretemeyeceğinde yatıyor. Dünya, temennilerle değil; çıkarlarla, zamanlamayla ve güçle yönetiliyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *