Lemi Özgen yazdı:

Solaris uzayda sessizce kayarken…

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Solaris uzayda sessizce kayarken…
Abone ol
Bilimkurgu edebiyatının büyük ustası Stanislaw Lem öldü. Ama uzayın çok uzak derinliklerinde Solaris ile Rama sessizce kayıp gidiyor. Solaris’i yeniden okuyun. Lem’in aslında en az Dostoyevski kadar ustalıkla ‘’suç ve ceza’’yı da yazdığını göreceksiniz. Lem’in Solaris’i ile Clarke’ın Rama’sının kayıp gittikleri uzayın o çok uzak derinlikleri, aslında biz insanların derinliklerinde.

Daha önceki tüm bilimsel araştırmaların da gösterdiği gibi Solaris iki güneşli bir gezegendi ve üzerinde kesinlikle herhangi bir hayat belirtisi yoktu. Derken daha sonraki araştırmalar, iki güneşe sahip olmasına rağmen Solaris’in yörüngesinde en küçük bir değişiklik olmadığını ortaya koydu ve unutulmuş Solaris, yeniden bilim adamlarının ilgisini çekmeye başladı. Gezegen üzerinde yeni incelemeler yapması için, bilimsel donanımı yüksek bir uzay gemisi Solaris’e gönderildi.

Gezegenin yüzeyi jöleye benzeyen bir okyanusla kaplıydı ve bu okyanus üzerinde irili ufaklı birçok ada bulunuyordu. Daha yakından incelendiğinde görüldü ki, bu dev okyanus kesinlikle canlıydı. Fakat aynı zamanda insanların her türlü iletişim çabalarına karşı da tepkisizdi.

Sonra Solaris insanlara ‘’numaralarını’’ göstermeye başladı. Gezegen, nesneler oluşturabiliyordu. Her an, her dakika kendini değiştirebiliyordu. Kendisini gözlemlemek üzere yapılan aletleri, kendi isteklerine göre yeniden biçimlendirebiliyordu.

Solaris’i incelemeye gelen bilim adamlarının rüyaları, hayalleri ve geçmişte yaşadıkları, gezegen tarafından ‘’capcanlı’’ bir hale getiriliyor ve bilim adamlarının karşısına çıkartılıyordu. Solaris’e gelmiş olan insanların hepsi çıldırmanın ve ölümün eşiğindeydi artık.

Solaris’i kaplayan bu tuhaf okyanus, maddeleşmiş dev bir akıldı. Hem de insanların küçücük akıllarıyla oynayan ve alay eden bir akıl.

Gezegeni araştırmakla görevli bilim adamlarından psikolog Kris Kelvin, Solaris’in yaptıklarının kökenlerinin ne olduğunu büyük bir dehşetle anladı. Solaris, Dünya gezegenine ait olan birçok teori ve öğretiyi, bir çocuğun oyuncakla oynaması gibi rahatlıkla kullanabiliyordu. Mesela yeni nesneler oluştururken, kendini değiştirirken, ‘’Gaia Hipotezi’’ni uyguluyordu. Yani dünyadaki canlıların atmosfer, su ve yerküre üstünde denetleme ve biçimlendirme etkisine sahip olduğunu öne süren hipotezi.

Solaris’in kendisini gözetlemek üzere yapılan aletlerin çalışma modellerini yeniden biçimlendirmesi ise tümüyle kuantum fiziğinin ‘’belirsizlik ilkesine’’ dayanıyordu: ‘’Atom altı parçacıkların gözlemlenmesi, onların  gözlemciyi gözlemden ayıramayacak şekilde değiştirmeleri ile sonuçlanır’’.

Kelvin’in en dehşete kapıldığı sonuç ise, Solaris’in insan hayallerini canlı bir hale getirirken kullandığı teoriyi keşfetmesinden kaynaklandı. Solaris bunu yaparken, düpedüz Maniheizm’den hareket ediyordu. Yani, “insan kendi isteklerine göre tanrılarını yaratır ve iyi ile kötünün bitip tükenmek bilmeyen kavgası, aslında kendi iç hesaplaşmasıdır’’.

“Çok, çok uzun bir zaman önce…’’

Psikolog Kelvin dehşetle bunları düşünedursun, “çok, çok uzun bir zaman önce uzayın derinliklerinde’’ uzun süredir beklenen ve korkulan karşılaşma sonunda gerçekleşiyordu. Bilinmeyen bir dünyadan gelen dev uzay gemisi Rama, arzın da içinde bulunduğu güneş sistemine girmişti...

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.


Yorum Yazın