Zafer Arıhan ve İlayda Şık incelemesiyle…

Ek Vergi (Deprem Vergisi) değerlendirmesi

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Ek Vergi (Deprem Vergisi) değerlendirmesi
Abone ol

27 Ocak 2023 tarihinde TBMM gündeminde görüşülmeye başlanan “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 7440 Sayılı Kanun olarak 9 Mart 2023 tarihinde kabul edilmiş ve 12 Mart 2023 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanun yasalaşmadan önce, teklifin 10. Maddesine 27 numaralı fıkra eklenerek “Ek Vergi” ihdas edilmiştir. Ek verginin maksadı, 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremin yaşamı olumsuz etkileyen şartlarının ortadan kaldırılması ile afetzede vatandaşların acil ihtiyaçlarının karşılanması ve bölgenin yeniden inşasına kaynak sağlanmasıdır.

Uygulamada ek vergi kurumlar vergisi mükellefleri tarafından kurumlar vergisi beyannamesinde indirim konusu yapılan indirim ve istisnalar üzerinden hesaplanarak iki taksit halinde ödenecektir. Ödemenin ilk taksiti kurumlar vergisi ödeme süresi içerisinde (Nisan 2023), ikinci taksiti ise ilk taksitten 4 ay sonra (Ağustos 2023) ödenecektir.

Ayrıca ek vergi, mükellefler nezdinde hiç şekilde gider ya da indirim olarak dikkate alınmayacak ve hiçbir vergiden mahsup edilmeyecektir. Kaldı ki bu durum olması gerekendir. Aksi hali, ek verginin mantığı ile de uyuşmamaktadır.

Gelir vergisi mükellefleri ile mücbir sebep ilan edilen 11 il ve 1 ilçedeki (Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elâzığ, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye, Şanlıurfa ve Sivas ilinin Gürün ilçesi) kurumlar vergisi mükellefleri bu vergi kapsamında değildir. Keza hiçbir indirim ve istisnadan yararlanmayan kurumlar vergisi mükellefleri ek vergi ödemeyecektir. Öte yandan, bazı indirim ve istisnalar ek verginin konusu dışında tutulmuştur. Önemli bir örnek olarak, Cumhurbaşkanınca başlatılan yardım kampanyalarına makbuz karşılığı yapılan bağışlar ile iktisadi işletmeleri hariç, Türkiye Kızılay Derneğine ve Türkiye Yeşilay Cemiyetine makbuz karşılığı yapılan bağış veya yardımda bulunan mükellefler, kurumlar vergisi beyannamesinde bu bağış ve yardımları kurum kazancından indirilebilmektedirler. Bu indirim üzerinden bu mükellefler ek vergi ödemeyecektir. Bir diğer örnek; mikro ve küçük işletmelerin teknoloji geliştirme bölgeleri ile AR-GE ve tasarım merkezlerinden elde ettikleri istisnaya ve indirime konu kazançların üzerinden ve tevkifata tabi yatırım istisnası kapsamında bu vergi alınmayacaktır.

Ayrıca ek vergi hesaplanmayacak bazı istisnalar şu şekildedir; Türkiye'de kurulu fonlar ile yatırım ortaklıklarının kazançlarına ilişkin istisna, sat-kirala-geri al işlemlerinden doğan kazançlarda istisna, kira sertifikası ihracı amacıyla her türlü varlık ve hakların satışından doğan kazançlarda istisna gibi.

Kurumlar vergisi kanunu ile diğer kanunlarda yer alan düzenlemeler uyarınca kurum kazancından indirim konusu yapılan istisna ve indirim tutarları ile aynı kanunun 32/A maddesi kapsamında indirimli kurumlar vergisine tabi matrahları üzerinden, dönem kazancı ile ilişkilendirilmeksizin % 10 oranında ve kurumlar vergisi kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde düzenlenen iştirak kazançları istisnası ile yurtdışından elde edilen ve en az %15 oranında vergi yükü taşıdığı tevsik edilen istisna kazançlar üzerinden ise %5 oranında ek vergi alınacaktır.

Ek vergi, kurumlar vergisi mükelleflerinden tek seferlik alınacak bir vergi olarak düzenlenmiştir. Böylelikle kurumlar vergisi mükellefinin yararlandığı indirim ve istisnadan, kanundaki kapsamına göre %10 veya %5 oranında daha az yararlanması sonucuna varılmaktadır. Bu durum da indirimlerden meblağ bakımından daha az yararlananın daha az ek vergi ödemesi, daha çok yararlananın daha çok ek vergi ödemesi anlamına gelmektedir.

1999 senesinde gerçekleşen deprem felaketinden sonra çıkarılmış olan Özel İletişim Vergisi, Türkiye’de depreme dayanıklı yapıların yapılması, olası bir depremde vatandaşların hayat koşullarının iyileştirilmesi maksadıyla ilk aşamada geçici bir süre geçerli olmak üzere kanunlaşmış ancak daha sonra 2003 senesinde sürekli bir vergi haline getirilmiştir. Ek vergiyi, bu bağlamda özel iletişim vergisinden ayıran özelliğinin tek seferlik uygulanacak olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Bu aşamada halihazırda senelerdir vatandaşlar tarafından ödenen özel iletişim vergisi mevcutken bu şekilde bir düzenlemeye gidilmesi ise tartışılması gereken bir husustur. Özel iletişim vergisinin ve ek verginin kanunlaşmasının gerekçeleri aynıyken ve özel iletişim vergisi sürekli bir vergi olmasına rağmen, tekrardan bu tür bir düzenlemeye gidilmesi tamamen yersizdir. Türkiye’de olası depremlerden oluşacak olumsuzlukların önüne geçilebilmesi ve vatandaşların yaşamlarının normale döndürülebilmesi için bir vergi tasarlanacaksa da bu verginin ancak özel bir düzenleme ile yasalaşarak ileriye dönük olarak uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.

Ayrıca ek verginin, vergi hukukundaki ilkeler ile anayasal haklar ve insan haklarıyla çelişen bir düzenleme olduğu açıktır. Vergi hukukunda öngörülebilirlik ilkesi, kamu otoritesinin keyfi uygulamalarına karşı kişilerin koruma altında olması gerekliliğidir. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre mülkiyet hakkını güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 No’lu Protokolün 1. maddesinin ilk ve en önemli koşulu, kamu makamları tarafından mülkiyet hakkına yapılan herhangi bir müdahalenin hukuka dayalı olması gerekliliğidir. Hukuka dayalı olma ölçütü, iç hukukta uygulanan kanun hükümlerinin yeterli derecede erişilebilir, belirli ve öngörülebilir olmasını içermektedir. Bu kapsamda, ek vergi bu haliyle dahi bu ilkeyle ve anayasal hak ve insan hakkı olan mülkiyet hakkıyla çatışmaktadır.

Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bu bağlamda müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunması gerekmektedir.

Hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan ek verginin belirlilik ilkesine uygun düşmediği de görülmektedir.

Diğer yandan, ek vergi, vergi hukukundaki önemli bir ilke olan geçmişe yürümezlik ilkesi bakımından da oldukça hatalı bir düzenlemedir. Geçmişe yürümezlik ilkesi yeni bir vergi normunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki vergiyi doğuran olaylar için hukuki sonuçlar doğurmasını yasaklamaktadır. Dolayısıyla yeni bir vergi normunun yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için uygulanması gerekmektedir. Bu ilke, hukukun genel prensiplerinden biridir ve adalet, güvenlik ve hukuk devleti ilkeleri ile bağlantılıdır. Geçmişe yürümezlik ilkesi, vergi mükelleflerinin vergi yükümlülüklerini önceden tahmin edebilmelerini ve gelecekteki düzenlemelerin geriye doğru uygulanmayacağına güvenmelerini sağlar. Bu durum vergi güvenliğini de ortadan kaldırmaktadır. 12 Mart 2023 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ek verginin 2022 kurumlar vergisi beyannamesinde gösterilmek suretiyle ödenecek olması, açık bir şekilde geçmişe yürümezlik ilkesine aykırıdır.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, ek verginin bazı mükelleflerden, mükellefin yararlandığı indirim ve istisnaya göre alınacak olması, kurumlar vergisine bağlı olması, vergiyi doğuran olayın 2022 senesinde gerçekleşmesi ancak ek verginin 12 Mart 2023 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olması, her mükellef bakımından ayrı bir vergi yükü oluşturacak olması, Anayasanın 73. Maddesinde düzenlenen adaletli ve dengeli vergi yükü dağılımı prensibinin ve anayasal hak olan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini, aynı zamanda vergi hukukunda prensip olan öngörülebilirlik, belirlilik, geçmişe yürümezlik ve vergide eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığını göstermektedir.

Önerimiz; bütün yönleriyle iyi düşünülmüş ve deprem zararlarını telafi edebilecek hukuk devletine yakışır uluslararası hukukun ve vergi hukukunun temel ilkeleri doğrultusunda, anayasal ve insan haklarına uygun düşecek özel bir deprem vergisi düzenlemesinin yapılması ve mevcut ek deprem vergisinin kaldırılmasıdır.


Yorum Yazın