Gençler Yarını Nasıl İnşa Edebilir?
Alexis de Tocqueville; Amerika’da Demokrasi isimli ünlü çalışmasında sivil toplumların gelişmişliğiyle liberal demokrasilerin oturmuşluğu arasında bir bağıntının bulunduğunu iddia eder. Eserinde on dokuzuncu yüzyılın Fransa’sıyla ABD’yi kıyaslayan Tocqueville, ABD’deki demokrasi pratiğinin Fransa örneğinden daha başarılı uygulanmasının nedenini sivil topluma bağlar ve güçlü sivil toplum yapısının iktidarların toplum üzerindeki tahakkümünün önüne geçtiğini iddia eder.
Dylan Riley ise Tocqueville’in analizlerinden yüz yıl sonrasında ortaya çıkan faşist hareketlerin, kitleleri ve siyaseti yönlendirebilmek için güçlü bir sivil toplum desteğinden faydalandığını belirtmiştir. Tocqueville’in demokrasiyle sivil toplum arasında kurduğu bağıntının, solun örgütsüzlüğü durumunda faşizmle de sonuçlanabileceğini vurgulayan Riley, demokratik zemini oluşturacak siyasal kurumların toplumsal talepleri yeterince okuyamadığı veya tatmin edemediği süreçlerin otoriterleşmeyi tetikleyebileceğini belirtir.
Bu kısa girizgahın ardından bugüne geri dönelim. Malumumuz, oturmuş kabul edilen demokrasilerin merkezde konumlanan kökleşmiş siyasal partileri hızla irtifa kaybederken güçlü lider kültleri çerçevesinde örgütlenen yeni popülist aşırı sağ yükseliş trendi içerisinde. Bu noktada, Batı demokrasileri başta olmak üzere bütün dünyayı sarmalayan söz konusu popülist otoriterleşme trendinin göz önüne alırsak; 19 Mart’tan sonra gençlerin politikleşerek kendi aralarında yeni kümelenmeler oluşturmaya başlaması, Türkiye’nin hasarlı demokrasisini nasıl etkileyebilir?
Demokratikleşme Sorunsalı
90’lı yıllarda bazı akademik çevreler, Kürt siyasi hareketinin ortaya çıkışı ve İslamcı partilerin yükselişiyle beraber Türkiye’nin kusurlu demokratikleşmesinin Tek Parti dönemindeki “Kemalist” anlayışla bağdaştırdı. Bu dönemde ortaya çıkan “Post-Kemalist” anlatı, Türk Modernleşmesinin bürokrat ve asker kökenli elit gruplaşmalar çerçevesinde ilerlemesinden hareket ederek Tek Parti dönemindeki “Kemalist” anlayışın dindar Müslümanları, Gayrimüslimleri ve Kürtleri siyasal sistemden dışladığını önermiştir.
Türkiye’nin kusurlu demokratikleşmesinin bilançosunu iki savaş arası dönemdeki küresel çaptaki iktisadi ve siyasi buhranların yükünü sırtlanan, savaş yorgunu ve yeni kurumsallaşan Cumhuriyet rejimine bağlamak, en azından bugünün perspektifiyle, pek makul görünmüyor. Ayrıca bu dönemde ortaya çıkan siyasal kümelenmeleri, kadrolaşmaları veya fikir akımlarını keskin bir “Kemalizm” doktrini altında yorumlayarak dönemi basmakalıplaştırmanın da doğru bir analiz olmayacağına inanıyorum. Şahsen Tek Parti dönemini yeni kurulmuş bir rejimin, Tanzimat’tan beri süregelmiş entelektüel birikimden aldığı destekle dünyadaki siyasi cereyanlara karşı uyumlu ancak aynı zamanda korumacı şekilde kurumsallaşmaya çabalaması olarak algılamanın daha isabetli olacağını düşünüyorum.
Tarih Vakfı’ndan çıkan ve Tanıl Bora’nın editörlüğünü üstlendiği “Siyasi Düşüncelerin Bir Muhasebesi” isimli kitapta Berk Esen; eğitim seviyesi yüksek ve kitle iletişim araçlarını efektif olarak kullanan seküler orta sınıfın artışına dikkat çekerek, Kemalizm’i sivil-demokratik politikalar üzerinden değerlendirebilecek bir neo-Kemalist hareketin ortaya çıkabileceğini belirtmişti. Esen’in bu fikrini somutlaştırabilmemiz için sanıyorum 19 Mart’la beraber içerisine girdiğimiz yeni siyasal konjonktürün gençliğe tezahürü hakkında yeni analizlere ihtiyacımız var.
19 Mart Biz Gençleri Nasıl Etkiledi?
AKP’nin Gezi sonrasında şiddetlenen otoriterleşme eğiliminin 2017 referandumunun ardından yeni bir rejime tahayyülüne dönüşmesi ve söz konusu dönüşümün içerisinde muhalefetin iktidara karşı reaksiyoner kalmaktan öteye geçememesi; gençleri yeni politik arayışlara yöneltti.
Son yıllardaki kamuoyu araştırmaları, özellikle gençlerin “Atatürkçülük” kimliğini giderek artan bir trendle sahiplendiğini ortaya koyuyor. Bu trend Türkiye’nin kültürel olarak AKP iktidarına rağmen sekülerleştiğini gösteren bir girdi olarak okunsa da şahsen durumun daha çok mevcut gidişata karşı duyulan öfke birikiminin yarattığı geçmiş özlemi ve gelecek arayışı olarak görüyorum.
Ali Yaycıoğlu geçen günlerde yazdığı bir köşe yazısında siyasal iktidarın içerisinde farklı rejim tahayyülleri olduğunu ancak bu tahayyüller ışığında yeni bir rejim kurabilecek toplumsal meşruiyete sahip olmadığını yazmıştı. Analizine göre ülkenin eski tarihsel çizgisi kırıldı ancak yerine toplumsal rıza üretebilecek yeni bir çerçeve de inşa edilemedi. Bu söz konusu anlatı eksikliği nedeniyle ülkenin 2013’teki Gezi Olayları’ndan beri arada kalmışlık hali içerisinde olduğunu ve Türkiye’nin “şimdilik tarihin bekleme salonunda” bulunduğunu dile getirdi.
Bütün bu düşüncelere ek olarak, neredeyse bütün yazılarımda kırılma noktası olarak ele aldığım 19 Mart’ın gençlerde yeni bir eğilimi tetiklediğini düşünüyorum. Bugün gençler yaşanan otoriterleşmeye tepki olarak, Post-Kemalist tarih anlatısı ve AKP iktidarının kültürel baskısı çerçevesinde oldukça hasarlı durumda bulunan Cumhuriyet anlatısını kendi bünyesinde yeniden yorumlayarak ele almaya çalışacağı kümelenmeler oluşturuyor.
Biz Topluluğu Deneyimi
Konudan konuya atladığım için okuyucudan özür diliyorum ancak bir genç olarak bahsettiğim söz konusu yeni Atatürkçülük arayışını kişisel tanıklığımla pekiştirmenin doğru olacağına inanıyorum.
2020 yılının ekim ayında on sekizine gün sayan çiçeği burnunda bir lisans öğrencisiyken; farklı kimliklere, düşüncelere, hayat görüşlerine sahip ancak ülkenin gidişatından fevkalade rahatsız on dokuz arkadaş olarak çevrim içi bağlamda bir araya geldik. Haftada bir düzenlediğimiz bu toplantılar, ülkenin geleceğine dair karşılıklı dertleşme havasından hızlı bir şekilde “Elimizi taşın altına koymalıyız!” güdüsüne dönüştü. Söz konusu dönüşümle beraber 2020’nin son aylarında “Gençlerin ülke hakkında söyleyebileceği sözlerinin olduğu” iddiasıyla detaylı bir rapor çalışmasına ve bununla eş zamanlı olarak “Biz Topluluğu” isimli sivil inisiyatifin kuruluş çalışmalarına başladık.
Nisan ayında seksen üyeyle kurduğumuz Biz Topluluğu’nun ilk önemli faaliyeti, topluluğu kurmadan önce başladığımız 730 sayfalık “Biz Gençlerin Gözünden Türkiye” isimli rapor çalışmasını yayımlamak olmuştu. Bu rapor çalışmasının ardından geride bıraktığımız beş sene içerisinde “Biz Buluşmaları” adlı formatımızla akademisyenleri, karar alıcıları ve kamuoyu araştırmacıları gençlerle çevrim içi toplantılarda buluşturduk; farklı konuları kapsayan rapor çalışmaları hazırladık ve akranlarımızın endişelerini siyaset kurumuna olabildiğince taşımaya çalıştık.
Netice itibariyle Biz Topluluğu’nun temel amacı, Cumhuriyet mirasını özümsemiş ve mevcut iktidara karşı muhalif bir pozisyonda konumlanmış gençlere politik ve kültürel etkileşimlerde bulunabilecekleri bir yaşam alanı oluşturmak; bu yaşam alanında gerçekleştirdiği birikimleri muhalif siyasi partilere iletebilmekti.
Gençler Yarını Nasıl İnşa Edebilir?
Biz Topluluğu tecrübesinden elde ettiğimiz en önemli çıktı, Türkiye’deki muhalif sivil toplumun etkisizliği ve parti genel merkezlerin bu tarz oluşumlarla diyalog zeminine açık oluşuydu. Süreç içerisinde burslarımızdan ve harçlıklarımızdan biriktirdiklerimizle ülkenin karar alıcılarıyla görüşebilmemiz açıkçası öngörülerimizin ötesinde bir deneyimdi. Bu deneyimden elde ettiğim fikirle 19 Mart sonrasında gençlerin sivil alanda örgütlenerek süreli yayınlar çıkarmasını, bloglar kurmasını ve düşünceler üretmesini oldukça değerli buluyorum.
Biz gençlerin entelektüel tartışmalar yapabileceği, ilgi alanlarımız hakkında paylaşımlarda bulunabileceğimiz ve en önemlisi Türkiye’nin, yani bizim, yarınını etkileyebilecek konular hakkında düşünceler üreteceğimiz çevreler, inisiyatifler, STK’lar oluşturmamız gerekiyor. Bunu sadece mevcut iktidarı değiştirebilmek için değil; Türkiye’nin karar alıcılarını sağlıklı ve meşru şekillerde etkileyebilmek, ülkenin daralmış demokratik zeminini genişletebilmek ve kendimizi insani anlamda geliştirebilmek için oluşturmamız gerekiyor.
Bütün bu çağrılarımla beraber, yazının başını tekrarlamamda fayda var. Sivil toplum demokratikleşmeye katkı sağlayabileceği gibi otoriterleşmeyi de tetikleyebilir. Bu noktada farklı ideolojik kümelenmelere ve kimliklere sahip politik konjonktürümüzün bilincinde olarak, şahsiyetsizleşmeden inşa edeceğimiz demokratik bir bilinç geliştirmeliyiz. Bunu yaparken de ülkenin en önemli birleştirici unsurlarından biri olan Atatürk figürünü düşüncesizce kullanmayı bırakarak ondan miras aldığımız laik, çağdaş, tam bağımsız Türkiye hedefini bugünümüze meşruluk sağlayabilmek için keskin bir çerçeve çizmekten kaçınmalıyız. Kısacası Cumhuriyet’in farklı dönemlerinden devraldığımız birikimleri bugüne, gerçekçi bir zeminde uyarlayabileceğimiz yeni yolları türetmemiz gerekiyor.
2002 yılına kadar siyasetten dışlanmış bir çevrenin nasıl güçlü bir sivil toplum desteğiyle iktidara gelebileceğini ve yine inşa ettiği sivil toplumun desteğiyle nasıl otoriterleşebileceğini bugün bizzat tecrübe ediyoruz. Bu gerçekliğin bilincinde olarak Kemalistler veya Atatürkçüler veya İlericiler veya Cumhuriyetçiler olarak, söz konusu mirası önce nasıl sahipleneceğimizi anlamlandırmalı ve bu mirasın üzerine yeni zeminler inşa edebilmeliyiz.
Sonumuzun aydınlık olması dileğiyle.