Evet, Yapay Zekâ Harika… Peki Ya Gezegen?
Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırdığı inkâr edilemez. Yapay zekâ sayesinde işlerimiz hızlandı, verilerimiz düzenli, hayatımız ise her zamankinden daha “verimli”.
Ama durup kendimize bir şey sormamız gerekiyor:
Bu konfora sahip olurken nelerden vazgeçiyoruz?
Görünürde sadece birkaç saniyelik bir işlem gibi duran bir yapay zekâ sorgusu, perde arkasında devasa sistemleri harekete geçiriyor. O sistemlerse dünyamıza düşündüğümüzden çok daha fazla yük bindiriyor olabilir.
Görünmeyen Enerji Canavarları
Yapay zekâ modelleri, bizim için cevaplar üretebilsin diye dev veri merkezlerinde sürekli çalışıyor. Bu merkezler binlerce, hatta milyonlarca sunucuya ev sahipliği yapıyor. Ve bu sunucuların her biri enerjiye aç birer makine gibi.
2022’de bu veri merkezleri toplamda yaklaşık 460 teravatsaat enerji harcadı. 2026’da bu rakamın 1000 TWh’yi aşması bekleniyor – bu neredeyse Almanya’nın tüm yıllık enerji tüketiminin iki katı.
Sadece GPT-3’ün eğitimi bile 502 ton karbon salımına yol açtı. Bu, 112 otomobilin bir yılda yaydığı karbon kadar.
Yani biri akşam yemeği önerisi istediğinde, bir yerlerde bacadan duman yükseliyor olabilir.
Milyonlarca Litre Su
Enerji bir yana, su da bu işin gizli maliyetlerinden. Veri merkezlerinin, aşırı ısınan sunucuları soğutmak için tatlı suya ihtiyacı var. Bu su kullanıldıktan sonra çoğu zaman buharlaşıyor, geri kazanılmıyor.
2024’te yalnızca Google’ın veri merkezlerinin tükettiği su miktarı 22.7 milyar litre.
GPT-3’ün eğitimi sırasında tahminen 700 bin litre temiz su buharlaştı. Bu sayı kuru bir istatistik gibi görünebilir. Ama ya o su, kuraklıkla mücadele eden bir bölgedeki binlerce insanın ihtiyacıysa?
Bir sorgu ortalama 0.32 ml su tüketiyor. Küçücük bir miktar gibi. Ama dünya çapında günde 2.5 milyar sorgu yapıldığını düşününce? Bu, bir çay kaşığı değil; bir gölün buharlaşması demek oluyor.
Donanımın Sessiz Bedeli
Yapay zekâ sadece enerji ve su tüketmiyor; onu çalıştıran donanım da çevreye yük. GPU’lar, çipler, lityum, kobalt, nadir toprak elementleri… Bunların hepsi toprağın derinliklerinden çıkarılıyor. Bu süreçler ise doğaya ciddi zarar veriyor.
Üstelik bu donanımlar birkaç yıl içinde eskiyip elektronik atığa dönüşüyor. Ve ne yazık ki bu atıkların çoğu geri dönüştürülemiyor.
Teknoloji ilerlerken arkamızda zehirli bir enkaz bırakıyoruz.
Peki Ne Yapmalı?
Buradaki mesele “yapay zekâ kötü” demek değil. Mesele şu:
Bu araçları neden ve nasıl kullanıyoruz?
İşte birkaç fikir:
Kullanıcılar olarak: Sadece “bilgi” istemeyelim, neyi neden sorduğumuzu düşünelim. Her komutun bir enerji, bir su, bir doğa maliyeti olduğunu hatırlayalım.
Geliştiriciler olarak: Daha az kaynakla çalışan, daha verimli modeller üretelim. Model geliştirme süreçlerinde “karbon ayak izi” gibi hesaplamaları standart hale getirelim. Belki de her yapay zekâ sisteminin bir “çevresel etiketi” olmalı.
Toplum olarak: Teknolojiye karşı değil, bilinçsiz teknoloji kullanımına karşı duralım.
Son Söz
Yapay zekâ dünyayı değiştiriyor, evet. Ama asıl değişim toprağın altında, gökyüzündeki karbon yoğunluğunda, kuruyan nehirlerde de yaşanıyor.
Kolaylık istiyoruz, konfor arıyoruz. Ama her kolaylığın bir bedeli varsa, en azından o bedeli tanımalı ve üzerine düşünmeliyiz.
Belki de kendimize sormamız gereken asıl soru şu:
Daha “akıllı” bir dünya mı kuruyoruz, yoksa kaynaklarını daha hızlı tüketen bir dünya mı?
O sorunun cevabı başka yazıya kalsın…