İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5359 %0.07
49,6539 %0.06
5.778,15 % 0,44
92.077,40 %-1.249
Ara

Osmanlı Sarayı'ndan Hollywood'a: Bir mücevherin sürgün hikayesi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Osmanlı Sarayı'ndan Hollywood'a: Bir mücevherin sürgün hikayesi

Osmanlı Sarayı’nın görkemli mirası yalnızca mimaride ve kıyafetlerde değil, mücevherlerde de kendini gösterir. Padişahların, valide sultanların ve saray hanedanının taktığı her taş, yalnızca bir süs değil; bir güç, statü ve estetik simgesidir. Altın işlemeler, zümrüt kakmalar, yakut diziler… Ve elbette, göz kamaştıran elmaslar.

Bunlardan biri var ki, hikâyesi neredeyse efsane: Abdülhamid’in meşhur elması.

Bir zamanlar Osmanlı hazinesinde yer alan ve Abdülhamid’in özel koleksiyonuna ait olduğu bilinen bu elmas, yıllar içinde saraydan çıkıp uluslararası müzayedelerde görünmeye başladı. Bugün ise, milyarder iş insanı Nelson Peltz’in eşi, eski model Claudia Heffner Peltz’in boynunda bir gerdanlık olarak yeniden ortaya çıktı.

Bu elmas, tarihî zenginliğin nasıl dünya pazarına sürüklendiğinin bir simgesi haline geldi. Saraydan çıkan bir taşın, Batı’nın lüks algısına nasıl dahil edildiği; sadece bir mücevherin değil, bir imparatorluğun da el değiştirmesinin sembolü gibi…

Saraylardan Atölyelere: Mücevherin Sanata Dönüşen Yolculuğu

Osmanlı saray mücevherlerinde her taş, kuyumcu ustalarının sabrıyla, sanatla işlenirdi. Göz alıcı ama zarif, kudretli ama dengeli… Bu geleneğin izleri, günümüz mücevher sanatında hâlâ yaşıyor ama artık yalnızca saray kadınlarının değil, modern kadının estetik ve bağımsızlık beyanı olarak yeniden şekilleniyor.

Bugünün tasarımcıları, taşla hikâye anlatıyor.

Bir kolye, bir ayrılık gibi zarif olabilir; bir yüzük, sadakat kadar güçlü.

Mücevher artık sadece değerli bir metal değil; kimlik, hafıza ve tasarımın buluştuğu bir sanat formu.

Bu dönüşümde ise güçlü kadın ustaların, tasarımcıların ve girişimcilerin izi giderek daha belirgin hale geliyor.

“Şimdi ise sektörün önde gelen toptan pırlanta ihracatçılarından biri olan Pınar Özdemir ile, pırlanta dünyasındaki yolculuğunu, kadın girişimciliğini, tasarım anlayışını ve uluslararası pazardaki stratejilerini konuşacağız.”

“Taşın Gücünü Anlatan Kadınlar”

“Taşın gücünü anlatan kadın olmak; aslında kendi gücünü, sessiz ama sarsılmaz bir dille ifade etmek demek. Çünkü bir mücevherin ışığı kadar, onu seçen kadının hikâyesi de değerlidir.25 yıldır bu sektördeyim ve her taşta bir duruş, her tasarımda bir kadın sesi var. Benim için bu sadece bir meslek değil; kadınların kendi sesini bir forma dönüştürmesine aracı olmak. Bu da bana her gün yeniden güç veriyor.”  

Pınar Özdemir

▪︎ Venta markasıyla sektörde ciddi bir yer edindiniz. Mücevhere olan yolculuğunuz nasıl başladı?

Mücevherle yolculuğum 25 yıl önce, bu sektörün kalbinde Nuruosmaniye de başladı. Uzun yıllar boyunca, Türkiye’de alanında en büyük ve en köklü firmalardan birinde çalışarak işin tüm inceliklerini öğrendim. Sadece teorik değil, sahada uygulamalı bilgiyle yoğruldum. Orada kazandığım deneyimler bana sağlam bir temel oluşturdu. Bu süreçte edindiğim birikim, global mücevher markalarına danışmanlık yapma fırsatını da beraberinde getirdi. Farklı pazarlarda, farklı vizyonlarla çalışmak beni sadece mesleki anlamda değil, kültürel ve estetik bakış açısı açısından da zenginleştirdi.Tüm bu birikimi şuan markamızda hayata geçiriyorum. Bu yalnızca bir iş değil, yılların emeğiyle olgunlaşan bir tutkunun yansıması.

▪︎ Perakende ve toptan olarak iki ayrı alanda çalışıyorsunuz. Üretim sürecini nasıl yürütüyorsunuz?

Venta Pırlanta olarak hem perakende hem de toptan alanda sektörün kalbi olan Nuruosmaniye Caddesinde faaliyet gösteriyoruz ve bu iki farklı kulvarın ihtiyaçlarını ayrı ayrı titizlikle ele alıyoruz. Üretim sürecimizin temelinde ise kaliteye olan bağlılık, zaman yönetimi, sürdürülebilir ve güvenilir iş yönetimi yer alıyor. Toptan tarafında, yüksek adetli ve ölçeklenebilir üretim kabiliyetimizle, dünyanın farklı noktalarındaki iş ortaklarımıza hızlı çözümler sunuyoruz. Toptan da ki güçlü üretim kapasitemiz sayesinde, rekabetçi fiyatlarla kaliteli ürünler ortaya koyabiliyoruz. Aynı zamanda özel koleksiyonlar ya da markalara özel tasarımlar için esnek üretim modelleri de sunuyoruz. Perakende tarafında ise işin kalbi tamamen detayda atıyor. Her bir tasarımı titizlikle ele alıyor, işçiliği ve estetiği ön planda tutuyoruz. Kimi zaman tamamen kişiye özel üretim yapıyor, her mücevheri sahibinin hikayesine özel kurguluyoruz.

Her iki alanda da kalite kontrol süreçlerimiz çok sıkıdır. Ham maddeden son ürüne kadar geçen her aşama uzman ekiplerimiz tarafından denetlenir. Bu da hem müşteri memnuniyetini hem de uzun vadeli güveni beraberinde getiriyor.

▪︎ Venta, geçen yıl Türkiye’nin en güvenilir markalarından biri seçildi. Bu güveni nasıl inşa ettiniz?

Güven tek seferlik bir sözle değil, yıllar süren bir istikrarla inşa edilir. Biz, Venta olarak bu yolculuğun hiçbir anında “ben” demedik — her zaman “biz” olduk. Çünkü bu başarı; tasarımcısından ustasına, satış danışmanından müşteri temsilcisine kadar aynı değer etrafında buluşan bir ekibin ortak emeğidir. Bunu birçok röportajımda da hep dile getiriyorum. Söz verdiğimiz kaliteyi her defasında teslim etmek, şeffaflığı ilke edinmek ve müşterimizin yanında durmak en büyük önceliğimiz oldu. Yalnızca mücevher satmadık; insanların en özel anlarına eşlik ettik, onların güvenini kazandık. Bizi “en güvenilir” yapan, yalnızca ürünlerimizin güzelliği değil, o ürünlerin arkasında dimdik duran bir ekip olmamızdır. Biz, her gün güveni yeniden kazanmak gerektiğine inanıyoruz. Ve bu anlayış, bizim en değerli taşımızdır.

▪︎ Global pazarda var olmak nasıl bir süreç?

Global pazarda yer almak, sadece iyi bir ürünle değil; güçlü bir vizyon, stratejik adımlar ve sürdürülebilir bir sistemle mümkün oluyor. Biz yıllar içinde edindiğimiz tecrübeyi, global standartlarla birleştirerek uluslararası pazarlarda da güven kazanmayı başardık. Bugün hem üretim altyapımız hem de iş ortaklarımızla farklı kıtalara ihracat yapıyor, dünya çapında perakendecilerle ve markalarla çalışıyoruz. Her ülkenin beklentisine göre tasarım, sertifikasyon ve kalite süreçlerimizi titizlikle uyarlıyor, her coğrafyada aynı güven algısını oluşturmayı hedefliyoruz.

Bu süreçte, Mücevher İhracatçıları Birliği’nin sektöre sunduğu destekler de bizim için çok kıymetli. Hem yeni pazarlara açılma konusunda sağladıkları rehberlik hem de uluslararası fuar ve tanıtım projeleri, Türk mücevher sektörünün global vitrindeki gücünü artırıyor.

Biz, sadece ürün ihraç etmiyoruz; Türkiye’nin zanaatkârlık mirasını, estetik anlayışını ve iş ahlakını da temsil ediyoruz. Bu bilinçle attığımız her adım, markamızı global pazarda daha da güçlü kılıyor.

•Mücevher artık bir yatırım aracı olduğu kadar bir kimlik ifadesi. Sizce bugünün kadını en çok neyi yansıtmak istiyor bir taşla?

Bugünün kadını için bir mücevher, sadece ışıltılı bir detay değil; karakterinin, duruşunun ve değerlerinin sessiz ama güçlü bir ifadesi. Artık kadınlar bir taşı sadece beğendikleri için değil, kendilerini onunla özdeşleştirdikleri için takıyor. Biz, her kadının hikâyesine kulak veriyoruz. Kimi zaman bir pırlanta gücünü temsil ediyor; kimi zaman bir safir derin duygularını… Bazen keskin hatlı bir tasarım kararlılığı simgelerken, bazen zarif bir detay inceliğini anlatıyor.

Ancak en çok fark ettiğimiz şey şu: Bugünün kadını kendi seçimini yansıtmak istiyor. Kimseye ait olmayan, kimse için değil, sadece kendisi için taktığı bir mücevherin özgürlüğünü arıyor.

Ve bizce, işte tam da bu yüzden; bir taş, bugün bir statü değil, bir ifade haline geldi.

•Mücevher tasarımında klasik ve çağdaş çizgiler arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Mücevher tasarımı bizim için yalnızca bir estetik meselesi değil; aynı zamanda bir zaman yolculuğu. Klasik çizgiler, geçmişin zarafetini ve ustalığını taşırken; çağdaş dokunuşlar bugünün ruhunu ve cesaretini yansıtır. Biz, bu iki dünyanın arasında bir köprü kuruyoruz. Köklerimizi geleneksel zanaatkârlıktan alıyor, tasarımın özünde geçmişin asil hatlarını koruyoruz. Ancak her tasarımımıza modern bir bakış, güncel bir ifade ve özgün bir yorum katmayı da ihmal etmiyoruz. Çünkü bizce mücevher, hem zamansız olmalı hem de çağının sesini taşımalı.

Bu dengeyi kurarken; sadece formlarla değil, duygularla da çalışıyoruz. Bir yüzük, geçmişten ilhamla güven hissi verirken, aynı zamanda günümüz kadınının özgüvenini ve bireyselliğini de anlatabilmeli.

Bizim tasarımlarımızda işte bu nedenle hem bir klasik müzik tınısı hem de modern bir ritim aynı anda hissedilir. Çünkü bizim çizgimiz, zamanı değil anlamı takip eder.

•Osmanlı saray mücevherlerinde kullanılan taşların büyüklüğü kadar anlatmak istedikleri de önemliydi. Sizce bugünün tasarımlarında bu sembolik anlamlara yer veriliyor mu?

Kesinlikle evet. Her ne kadar zaman değişsede, mücevherin taşıdığı anlam verme gücü değişmedi — sadece biçim değiştirdi. Osmanlı saray mücevherlerinde taşların büyüklüğü kadar, hangi taşın nereye yerleştirildiği, neyi temsil ettiği ve kime nasıl bir mesaj verdiği çok önemliydi. Mücevher adeta bir dil gibiydi.

Bugün de benzer bir arayış sürüyor. Artık insanlar sadece şıklık için değil, kendilerini ifade etmek için mücevher takıyor. Tasarımlar daha sade olabilir; taşlar belki eskisi kadar büyük olmayabilir, ama taşıdığı anlam hâlâ güçlü. Örneğin bir zümrüt; sadece estetik bir tercih değil, çoğu zaman bir duruşun, bir iç sesin sembolü haline geliyor.

Venta olarak biz de bu sembolik dili çok önemsiyoruz. Tasarımlarımızda her çizgi, her taş seçimi rastgele değil. Her parça bir hikâye taşımalı, sahibine bir his vermeli. Bugünün kadını da geçmişin sultanları gibi; taktığı her mücevherle bir mesaj vermek istiyor. Fark şu ki artık bu mesaj, dışarıdan gelen bir güçle değil, kendi seçimiyle şekilleniyor.

•Tarihî bir mücevheri ya da saraydan çıkma bir taşı yeniden yorumlayacak olsaydınız, hangi taşı seçerdiniz ve nasıl bir tasarıma dönüştürürdünüz?

Eğer tarihi bir taşı yeniden yorumlama şansım olsaydı, hiç tereddüt etmeden Kaşıkçı Elmasını seçerdim. Sadece büyüklüğü ya da ışıltısıyla değil, taşıdığı sırlarla, ardındaki güçle ve bugüne kadar ulaşmış efsanesiyle tam anlamıyla güvenin ve gücün simgesidir.

Bu taşı günümüze taşıyacak olsaydım, onu görkemli bir gerdanlık ya da abartılı bir yüzük formunda değil; sade ama iddialı bir tasarıma dönüştürürdüm. Belki tek bir merkez taşı olarak, çevresinde keskin hatlara sahip, simetrik çizgilerle korunduğu bir kolye ucu… Güçlü bir karakterin boynunda, sessiz ama sarsılmaz bir duruşla yer almalıydı.

Çünkü gerçek güç, artık gösterişten değil özgüvenden geliyor. Tarihin en gizemli taşlarından birini modern çağın en net duruşuyla buluşturmak… İşte bizim yapmak istediğimiz tam da bu: Geçmişin ihtişamını, bugünün bilinçli gücüyle yeniden tanımlamak.

•Abdülhamid’in elmasının bir milyarder ailesinin eline kadar ulaştığı biliniyor. Sizce bu tür tarihî parçaların yurtdışına çıkışı sadece koleksiyonculuk mu, yoksa kültürel bir kopuş mu?

Bunu yalnızca koleksiyonculuk olarak görmek fazlasıyla naif olur. Bu, doğrudan bir kültürel kopuş. Çünkü bu taşlar yalnızca maddi değeriyle değil, taşıdığı tarih, hafıza ve kimlikle anlam kazanır. Abdülhamid’in elması gibi sembolik parçaların başka ülkelerin kasalarında saklanması, aslında bize ait olan bir anlatının sessizce elimizden alınmasıdır.

Bu durum ne ticaretle ne de sanat sevgisiyle açıklanabilir. Bu, kültürel mirasın sistemli şekilde merkezinden uzaklaştırılmasıdır. Ve biz buna “tesadüf” ya da “kişisel koleksiyon” diyemeyiz.

Biz, geçmişi paraya çevrilen bir nostalji değil, sahip çıkılması gereken bir sorumluluk olarak görüyoruz. Tarihi taşlar sadece vitrin süsü değildir; ait olduğu yerde anlamlıdır. Aksi halde, gösterişli bir kayıptan başka bir şey değildir.

• Tarihî mücevherleri incelerken sizi en çok etkileyen şey ne oluyor: işçilik mi, taş mı, hikâye mi?

Üçü de önemli ama beni en çok etkileyen hikâye. Çünkü bir mücevherin gerçek ağırlığı karatla değil, taşıdığı anlamla ölçülür.

Mesela Topkapı Sarayı’ndaki Topçubaşı Zümrüt Broşu… Taş büyüleyici, işçilik kusursuz ama asıl etkileyici olan, broşun sadrazamdan padişaha bağlılığın simgesi olarak verilmiş olması. Yani o yeşil taş, bir dönem sadakat yemininin parçasıydı. İşte bu anlam derinliği, tasarımcının en büyük ilhamı.

Kadınlar, Tasarım ve Sektör:

•Erkek egemen bir sektörde bir kadın olarak markanızın varlığınızı sürdürmenin avantajları ve dezavantajları nelerdir, kadın girişimciler için büyük bir ilham. Sizce kadın eli değdiğinde mücevher tasarımı nasıl değişiyor?

Mücevher sektörü hâlâ büyük oranda erkek egemen bir yapı içinde ilerliyor. Ancak bir kadın olarak bu alanda var olmak, fark yaratmak için bir dezavantaj değil farklı bakış açısıyla sektörü dönüştürme gücü demek.

Kadın gözü; detaylara, duyguya ve hikâyeye daha fazla odaklanıyor. Biz sadece form yaratmıyoruz; hissettiren tasarımlar yapıyoruz. Kadın eli değdiğinde mücevher, bir statü simgesi olmaktan çıkıp bir ifade biçimine dönüşüyor. Bence asıl fark burada.

•Siz genç kadınlara iş imkânı yaratmak için projeler geliştiriyorsunuz. Sektöre girmek isteyen genç bir tasarımcıya ilk söyleyeceğiniz şey ne olurdu?

İlk söyleyeceğim şey şu olurdu: “Cesaretin, çizginden önce gelmeli.”

Tasarım bilgisi, zamanla gelişir. Ama bu sektöre girebilmek için önce görünmez duvarları aşmak gerekir. Ben de bu nedenle genç kadınlara hem üretim hem tasarım alanlarında fırsat yaratacak projeler geliştiriyorum. Çünkü yetenek çok; fakat destek görmedikçe parlamıyor.

Bu sektör her zaman parlak taşlarla değil, güçlü karakterlerle ayakta durur. Genç bir tasarımcıya söyleyeceğim ikinci şey şu olurdu: “Kendine inan, ama sektörün gerçeklerine de hâkim ol.”

Ben aynı zamanda Mücevher İhracatçıları Birliği Kadın Konseyi üyesiyim. Bu çatı altında, kadın istihdamını artırmak, genç yetenekleri sektöre kazandırmak ve girişimcilik alanında kadınları güçlendirmek için projeler geliştiriyoruz. Kadınların sadece tasarıma değil, üretimden yönetime her alana dokunduğu bir sektör yapısı hedefliyoruz.

Genç kadınlara ilham olmak tek başına yetmez; alan açmak, yol göstermek ve kalıcı fırsatlar sunmak gerekir. Biz bu bilinçle hareket ediyor, sadece istihdam değil, sürdürülebilir bir kariyer zemini sunmaya çalışıyoruz.

•Bir kadının kendi hikâyesini bir taşla anlatması sizce nasıl mümkün olur? Siz buna nasıl aracılık ediyorsunuz?

Bir kadın kendini bir taşa anlatabilir çünkü taşlar sessizdir ama unutmazlar. Onlar, söylenemeyenlerin, yaşananların ve içte taşınanların taşıyıcısıdır.

Bana göre her kadın, hayatında bir noktada “Ben buradayım.” demek ister. İşte o anlarda bir mücevher, sadece bir süs değil; bir iz bırakma şeklidir. Bir kadının gücünü, kaybını, hayalini, yeniden doğuşunu bir taşla anlatması mümkündür çünkü o taşı seçen odur, ona anlam veren de…

Bizim görevimiz, bu duyguyu estetikle buluşturmak. Hikâyeyi duymak, hissetmek ve onu görünür kılmak. Biz, kalıplar sunmuyoruz — kişiye özel anlamlar inşa ediyoruz.

Bir kadın bir taşa baktığında “Bu benim.” diyebiliyorsa, işte o zaman tasarım gerçek anlamına ulaşmıştır. Bizim işimiz parlatmak değil; kendini bulana ışık tutmak

Biz, dinleyen bir markayız. Kimi zaman bir ayrılık sonrası yeniden doğuş, kimi zaman bir zaferin anısı… O taşın hangi duyguyu temsil ettiğini doğru okuduğumuzda, sahibine ait bir tasarım ortaya çıkıyor. Ve işte o zaman, bir mücevher sadece aksesuar değil, bir kadının sesi oluyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *