İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5099 %0.01
49,4910 %-0.22
5.768,99 % 0,28
89.303,10 %-3.853
Ara

Kadın, estetik direniş üzerine notlar: Güzellikten görünürlüğe bir mucize anlatısı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Kadın, estetik direniş üzerine notlar: Güzellikten görünürlüğe bir mucize anlatısı

Güzellik, kadınlar için hiçbir zaman sadece estetik olmadı. Bazen görünürlük, bazen kabul, bazen hayatta kalma stratejisi olarak işlev gördü. Peki, bugün kadınlar güzelliği nasıl geri alıyor? Estetik hâlâ bir boyun eğme biçimi mi, yoksa direnişin ta kendisi mi?

“Kadın yalnızca kendisi olmakla kalmaz, nasıl göründüğünü de izlemek zorundadır.”

— John Berger, Görme Biçimleri

Umberto Eco’nun Güzelliğin Tarihi kitabını elime ilk aldığımda hissettiğim şey bir estetik yolculuğa çıkmaktan çok, ideolojilerin şekillendirdiği bir dünyaya adım atıyor olmaktı. Eco’nun sayfaları arasında dolaşan Venüsler, madonnalar, tanrıçalar… Hepsi çok güzeldi. Ama hiçbiri kendileri değildi.Çünkü güzellik tarihi, aslında bir bakış tarihidir. Ve o bakışın çoğu zaman sahibi bir erkekti. Kadın, o bakışa göre şekillendirildi, o bakışa göre değer kazandı. Bazen tanrıça oldu, bazen günahkâr — ama hep tanımlandı.Estetik, kadın için hiçbir zaman sadece “güzel” olmakla ilgili olmadı. Güzellik bir araçtı. Kabul görmek, sevilmek, görünür olmak, hatta hayatta kalmak için gerekli bir “araç”. Ve bu araç çoğu zaman kadının elinde değil, ona bakanın elindeydi. Berger’in dediği gibi: Kadın kendisini hem bir özne olarak var etmeye çalıştı, hem de sürekli olarak kendine dışarıdan bakmak zorunda kaldı.

Peki ya şimdi? 21. yüzyılda kadınlar bu bakışı ne kadar geri çevirebildi? Estetik tercihlerimiz gerçekten bizim mi?Bugünün estetik idealleri hâlâ bedenleri hizaya sokmaya çalışıyor. Sosyal medyada filtreli güzellikler, klinik estetik normları, “doğal” görünen ama üretimden geçmiş yüzler… Kadınlar hâlâ bakılmak için var. Ama artık yalnızca erkek bakışı değil, algoritmik bakış da devrede. Güzellik, bir meta olarak dolaşımda. Estetik, yine bir “pazarlanabilirlik” aracına dönüştürülüyor.ama direniş de tam burada başlıyor. Kadın sanatçılar, yazarlar, küratörler, aktivistler bu düzene karşı yeni bir estetik inşa ediyorlar. Bedenlerini kendilerine geri alıyor, hikâyelerini kendi kelimeleriyle anlatıyorlar. Kendine bakmak değil, kendini görmek — ve göstermek — üzerinden yeni bir estetik politikası gelişiyor.

Bugün bir kadın kendi kırışıklığıyla barışabiliyorsa, göğsünü küçültmeyi değil resmetmeyi seçebiliyorsa, doğum izini gururla sergileyebiliyorsa; işte o noktada estetik, bir boyun eğme değil, bir özgürleşme biçimine dönüşüyor.

Ve belki de güzelliğin en güçlü hali, tam da burada başlıyor:Kendi gözümüzle kendimizi gördüğümüz yerde.Ve başkasının bakışına artık ihtiyaç duymadığımız anda.

Bu dönüşüm çağdaş sanatta da karşılık buluyor.Mesela Orlan, kendi yüzünü klasik sanat tarihindeki güzellik formlarına göre ameliyat ettirerek bedenini canlı bir manifestoya çevirdi. Kadın bedenine uygulanan normları grotesk bir şekilde görünür kıldı. Güzelliği sistemin içinden sökerek bambaşka bir yere yerleştirdi.

Cindy Sherman, farklı kimliklere büründüğü otoportreleriyle medyanın kadını nasıl kurguladığını ifşa etti. Güzelliği yeniden üretmedi, maskeleri ifşa etti. Sherman’ın kadınları artık izlenmiyor, bakışa hükmediyordu.

Ana Mendieta, doğayla bütünleşen beden imgeleriyle hem kaybolan kadını hem de yerinden edilmişliği simgeleştirdi. Toprağa bırakılan siluetler, estetikten çok bir hafıza izi, bir direniş metaforuydu.

Türkiye’den örneklere baktığımızda, Canan’ın işleri hem geleneksel kadın el işlerini hem de dini ve cinsiyetçi sembolleri ters yüz ederek feminist bir estetik kuruyor. Tığ işiyle kanı, folklorla bedeni yan yana getirerek hem şok ediyor hem düşündürüyor.

Füsun Onur’un sessiz ama devrimci işleri, kadın estetiğini zaman, mekân ve ritim üzerinden sorguluyor. Onun işleri bağırmadan direniyor.

Nil Yalter, göçmen kadınların yaşamlarını sanatın merkezine alarak estetiği bir bellek alanı hâline getiriyor. Video, metin ve imgeyle görünmeyeni görünür kılıyor.

Benim içinse estetik, yalnızca biçim değil bir anlam arayışı.Hiperrealist resimlerimde mücevher gibi nesneleri işlerken onların tarihini, taşıdığı anlamları, gösterişli yüzeylerin ardındaki suskunluğu arıyorum. Kraliyet tacı ya da değerli taşlar… Görünüşte ihtişamlı ama aslında bir temsil savaşının parçası. Işığın içinden geçip karanlığa bakan nesneler bunlar. Çünkü o mücevher aslında biziz: Parlayan ama aynı zamanda taşıyan, hatırlayan, sessizce direnen.

Bazen serbest dalış metaforuna sığınıyorum. Denizin altında, zaman ve mekânın kaybolduğu o yerde… Kadın olmayı, derine dalmakla özdeşleştiriyorum. Çünkü suyun altındaki sessizlikte bile bir isyan vardır. O karanlıkla ışık arasındaki eşikte, kadın kendini yeniden kurar.

Kadın sanatçılar olarak güzellik ideallerine sıkışmak yerine güzelliği yeniden tanımlıyoruz. Bedenleri, hafızaları, acıları, umutları — sanatın en derin malzemesi hâline getiriyoruz.

Belki de kadın sanatının en politik tarafı tam burada:

Estetik bir direnişe dönüşen varoluşta.

İçeriğiyle değil, diliyle değiştiren o tavırda.

Bakışı tersine çeviren o cesarette.Çünkü artık bakılan değil, bakan olmayı seçiyoruz.

Ve güzellik, bir boyun eğiş değil, bir ifade biçimi oluyor.Kadın, artık yalnızca nasıl göründüğünü değil,neye baktığını da belirliyor.

Dipnot:

Kadın yalnızca nasıl göründüğünü değil, neye baktığını da belirliyor artık.

Ve belki de en büyük dönüşüm burada başlıyor:

Kadınlar, yalnızca kendileri olmaya değil, dünyayı da yeniden kurmaya niyetliler.

Kadınlar, yıllardır birçok erkeğin yapamadığı şeyi — hem duyguyla, hem akılla, hem estetikle — yapıyorlar.

Sadece görünür olmakla kalmıyorlar; taşıyorlar, dönüştürüyorlar, yön veriyorlar.

Bu yazı, o sessiz devrimin kenarına düşülmüş bir not.

Çünkü artık babalar gibi değil,

kadınlar gibi güçlü olmayı öğreniyor dünya.

Beni buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bu satırlarda sadece kelimeleri değil, biriktirdiğim sesleri, suskunlukları, direnişleri ve düşleri paylaştım.

Belki birlikte aynı suya baktık, belki aynı ışıktan geçtik.

Güzelliği yeniden tanımlamak, birlikte bakmayı öğrenmek dileğiyle…

Sevgiyle,

Elif.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *