İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5159 %0.04
49,5596 %-0.08
5.776,21 % 0,40
91.181,58 %-2.041
Ara

İnsan Kalmanın Son Hatırası

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
İnsan Kalmanın Son Hatırası

Küçük Ritüeller, Büyük Hatıralar...

Aynı denizdeyiz diye birbirimize sarılmak zorunlu değiliz ama birbirimize zarar da veremeyiz. Deniz benzetmesi basit görünür ama her derinliğin her akıntının kendi hikâyesi vardır. Kimimiz yüzeydeyiz; hafif rüzgârlarla dalgalanıyoruz. Kimimiz derinlere inmiş, karanlığı tanıyoruz. Aynı suda yüzüyor olmak aynı soruları aynı sevinçleri paylaşmak demek değildir.

Hala bende izi kalan bir çocukluk anım yokluyor beni. O gün toprağa göz gezdirirken bulduğum küçük fincan hâlâ gözlerimin önünde; avucumun içinde o ince seramiğin soğuğu.

Diğer çocuklar da etrafımdaydı — kimisi bir oyuncak kimisi bir taş peşindeydi — ama en güzelini ben bulmuştum; aramadan, tesadüfün verdiği bir armağan gibi.

Arkadaşımsa o küçük nesnenin değeriyle değil, elimde bir şey olmasının verdiği güçle ilgileniyordu; öyle ki onu atmam için beni ikna etmekle çok çaba sarf etti. Fincanın “İnsan ve aile ilişkilerini bozacağına” dair laneti üzerine sözlerle iknayı kuvvetlendirmişti. Manipüleyi anlamak için henüz çocuk yaşlarım...

O fincanı atmadım ta ki o gözden kaybolana kadar ama sonra fincanın lanetli olma ihtimali içimde büyüdü. Bu kuşkuyu düşürenin bir arkadaş olması çok şey anlatıyor. Çocukluk anısı mı yoksa bir tür ilk ihanet sınavı mıydı bu? Bilmiyorum ama her gün uyanmak için geldiğimiz bu dünyada dostluk ve arkadaşlık kavramına o gün uyanmıştım.

İnsanın dünyaya bakışı, bazen bir fincanın ışıltısına bağlıdır. Kimi, elinde kalanla yetinmeyi bilir; kimi, başkalarının ellerinin boş kalmasını arzular. Bu arzu —ki dost bildiğimizden de gelebilir— aslında hepimizin aynasında bir kırığın adıdır; bariz ama tarif edilmesi zor. Bu nedenle dost seçimi, arkadaşlık, kardeşlik… hepsi birer sınavdır.

Kimi insanlar, başkalarının suyunu bulandırmakla yetinirken; kimileri temiz su arar. Oysa temiz su, birlikte aranan şeydir; birbirinin kuyusunu kirletmek üzerinden kurulan ilişki sürdürülebilir değildir.

Fincanı attığımda —çocuk aklıyla düşününce— hem ona hem kendime bir iyilik yapıyor olacağımı sandım. O fincan elinde kalsa bile en nihayetinde o bir nesneydi; bizim değer biçme tarzımızsa ilişkiyi, adaleti belirliyordu.

İçimizde bir ses vardır —bunun adını vicdan koyarız— ve vicdan, bazen Tanrı’nın içimizdeki bir çağrısıdır. Bazen de yalnızca insan olmanın sesidir. Bu sesi susturanlarla beraber yürümek zordur; çünkü o sessizliğin bedelini hep öderiz.

Vicdan, içimizdeki ışık. Bazıları bu ışığı söndürür; diğerleri ise onu besler. Vicdanı öldürülmüş bir muhitte insan ilişkileri çöker. O yüzden "vicdan" sözcüğünü hafife almamak gerek. Bizim görevimiz, küçük fincanların parlaklığını, insanlıkla kıyaslamamaktır. Buna sahip olmak isteyenin yüreğinde insanlık olmalı yoksa sahiplik açlığı, herkesi yalnızlaştırır.

Bunları hatırlarken bir ağaç eğilir en ince yerinden ve bir iple sopaya bağlanmıştır. Sonra toprağa saplanmıştır ve dedem oturur karşımda. “Buradayım evlat, buradayım hala...”

Kuşburnu içiyorum. Hatırası, bir güven vaadi getirir: var olmak, duyulmak, hatırlanmak. O anların tadı hâlâ içimde. Bu küçük ritüeller, hayatın mekaniğini çalıştıran tekerlekler gibidir.

Eğer bir gün o küçük fincanı yeniden bulursam, onu saklamam. Bir masaya koyar, yanına çay koyarım; hatırlatır bana hem güveni hem ihaneti hem de seçimi. Çünkü hayat, bizi insan yapan tercihlerimize bakar. Elimizdeki fincan değil, onu nasıl tuttuğumuz bizi tanımlar.

Aynı denizdeyiz diye birbirimizi sarmak veya birbirimizi tüketmek zorunda değiliz. Deniz geniştir; dalgalar, akıntılar farklıdır. Birbirimizi anlamak için yüzeye bakmak yetmez; derinlikleri de yoklamak gerek.
Birbirimizin kuyularını kirletmemektense, avuçlarımızda bir fincanın sıcaklığını taşımak, insan kalmanın son hatırası olurdu.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *