İstanbul
Açık
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,5380 %-0.56
47,7084 %-0.57
4.387,00 % -0,60
117.135,78 %-1.511
Ara

Hayaldi, gerçek oldu: M4D’nin hikâyesi

YAYINLAMA:
Hayaldi, gerçek oldu: M4D’nin hikâyesi

2019’da başlayan Medya için Demokrasi (M4D) projesi, Türkiye basın tarihinde iz bırakan bir kolektif başarı öyküsüne dönüştü. Çılgın gibi görünen fikirler, güçlü bir dayanışma zeminiyle hayata geçti; alt-hibe programları, Medya Dayanışma Grubu, medya konferansları ve ortak deklarasyonlarla bir meslek dayanışması anıtı kuruldu. Bu yazı, o sürecin içinden bir tanığın selamıdır.

 

2019 yılında başladığımız Medya için Demokrasi, Demokrasi için Medya (M4D) yolculuğu, sadece bir proje değil; Türkiye’de gazetecilik alanında dayanışma ve çoğulculuğun yeniden inşa edilmeye çalışıldığı bir emek hareketiydi. İçinde umut vardı, inat vardı, çokça da inanç. Türkiye’de gazetecilik, bugün olduğu gibi o gün de baskı altındaydı, ama bir araya gelmeye, birlikte düşünmeye, birlikte üretmeye dair hâlâ umut vardı. Biz de o umudu paylaşan Cemiyetimiz ve birkaç çılgın kişi olarak yola çıktık.

Bu projede, yüzlerce gazeteciyle yolumuz kesişti. Eğitimler, atölyeler, haber üretim destekleri, medya okuryazarlığı buluşmalarıyla onlarca şehirde mesleki ve insani bağlar kurduk. Kimi zaman sadece dinledik, kimi zaman yol gösterdik; ama hep birlikte yürümeye çalıştık.

Dayanışmanın kurumsal hâli

Bu uzun soluklu yolculuğun belki de en anlamlı, en kalıcı kazanımlarından biri Medya Dayanışma Grubu oldu. Başlangıçta, yalnızca bir proje yürütme aracı olarak kurgulanmış gibi görünse de, zamanla bambaşka bir anlam ve derinlik kazandı. Farklı ideolojik eğilimlerden, farklı örgütsel geleneklerden, hatta zaman zaman birbirinden hayli uzak durduğu düşünülen meslek örgütlerinden temsilciler, aynı masaya oturdular. Sadece oturmakla kalmadılar; konuştular, tartıştılar, dinlediler, fikir ürettiler, sorumluluk aldılar, en çetrefil konularda birlikte dayanışma içerisinde durabildiler. Bu ülkede, özellikle medya alanında, bunun ne kadar zor, ne kadar kıymetli bir şey olduğunu bilen bilir.

Bu grup, zamanla sadece bir “koordinasyon grubu” olmanın ötesine geçti. Ortak aklın mayalandığı, karşılıklı saygının ve yapıcı eleştirinin birlikte var olabildiği nadir bir alana dönüştü. Hiçbir örgüt diğerinin önünde ya da ardında olmadı. Kimse “büyüklüğüne”, “tarihine”, “temsil gücüne” yaslanarak üstünlük talep etmedi. Tam tersine, tüm bileşenlerin eşit söz hakkına sahip olduğu, kimsenin tahakküm kurmadığı, her meslek örgütünün özgür iradesiyle katkı sunduğu bir model ortaya çıktı. İşte bu eşitlik zemini, bu gönüllü iş birliği ruhu, sürecin başarısını mümkün kılan en sağlam temeldi.

Açık konuşmak gerekirse, o toplantılarda yaşananlar sadece alınan kararlardan ibaret değildi. Bugün hâlâ geriye dönüp o toplantı notlarını okuduğumda, satır aralarında bir kültürün filizlendiğini, bir güven ortamının yeşerdiğini ve mesleki ahlakın sessizce yeniden kurulduğunu hissediyorum. O grup, “dayanışma” kelimesinin içini yalnızca doldurmadı; ona anlam, içerik ve işlev kattı. Lafla değil, fiilen kurulan ve kurulmasında, mütavazılık edemeyeceğim, büyük emeğim, katkım olan bir dayanışmanın adıdır o yapı. Ve şimdi dönüp baktığımda, projenin en özgün, en onarıcı yanlarından biri olarak kalbimde ayrı bir yer tutuyor.

Medya konferansları: Tartışarak birlikte öğrenmek

Bu sürecin bir diğer mihenk taşı kuşkusuz Medya Konferansları oldu. Başlangıçta kulağa biraz “fazla iddialı” gelen bu fikir, projenin en cesur ve en dönüştürücü hamlelerinden biri hâline geldi. Türkiye gibi medya alanının hem yapısal sorunlarla hem de siyasal baskılarla kuşatıldığı bir ülkede, farklı dünya görüşlerinden gazetecilerin, medya çalışanlarının ve meslek örgütlerinin bir araya gelip derinlemesine tartışabileceği bir zemin kurmak… Kolay değildi. Ama biz bunu denemekle kalmadık, başardık.

İlk yıllarda konferanslara yönelik yaygın sorulardan biri şuydu: “Gerçekten bu kadar farklı düşünen insanlar aynı salonda, aynı konular üzerinde konuşabilir mi?” Cevabı, sahnede değil; salondaki sessizlikte, göz göze gelen tereddütlerde ve zamanla çözülüp yerini güvene bırakan yüz ifadelerinde saklıydı. Konuşmakla kalmadık; gerçekten dinlemeyi, karşıdakini anlamaya çalışmayı, fikir ayrılığının düşmanlık olmadığını öğrendik. Tartıştık, zorlandık, kimi zaman aynı cümlede buluştuk; kimi zaman ise uzlaşamamanın olgunluğunu taşıdık.

Konferanslarda ele alınan konular, gündelik polemiklerin çok ötesindeydi. Basın özgürlüğü, ifade alanlarının daralması, medya sahipliği yapısının demokratik habercilik üzerindeki etkileri, dijital platformların yükselişi, veri gazeteciliği, kadın gazetecilerin meslek içindeki görünmez emeği, yerel medyanın ekonomik ve yapısal krizleri, etik ikilemler, siyasi baskı biçimleri… Tüm bu başlıklar; çok sesli ama aynı zamanda saygılı, yapıcı ve ortak zeminde düşünmeyi mümkün kılan bir atmosferde ele alındı.

Konferansların en özgün yönlerinden biri de, katılımcı profilinin yalnızca “merkez” ya da “ünlü” gazetecilerle sınırlı olmamasıydı. Anadolu’nun dört bir yanından gelen genç gazeteciler, yerel medya temsilcileri, sendikacılar, akademisyenler, dijital içerik üreticileri, kadın odaklı medya kolektifleri ve serbest çalışan gazeteciler aynı oturumlarda söz aldı. O salonlar, Türkiye medya dünyasının küçük ama gerçek birer kesitiydi. Kimi zaman çekingen ama ısrarlı sorular, kimi zaman beklenmedik öneriler ve ezber bozan itirazlar o toplantıları sadece bilgi paylaşımı değil, ortak akıl üretimi alanına dönüştürdü.

Ve sonra, başta “olmaz” denen şey oldu. Konferanslar sonunda, onlarca farklı medya örgütünün ortak imzasını taşıyan bir Medya Deklarasyonu yayımlandı. Bu deklarasyon, yalnızca bir metin değil; birlikte üretmenin, farklılıklarla yan yana durmanın ve ortak ilkelerde buluşabilmenin kanıtıydı. Türkiye’de bu çapta, bu içerikte ve bu katılımla hazırlanmış benzeri pek az belge vardır. Ve bu belge, bugün geriye dönüp baktığımızda yalnızca bir proje çıktısı değil, bir dönemin vicdan kaydıdır.

Alt-hibe programları: Sessiz güç

Proje kapsamında uygulamaya koyduğumuz alt-hibe programları, ilk bakışta teknik ve ikincil bir destek mekanizması gibi algılansa da, sahadaki etkisi itibarıyla adeta projenin nabzı hâline geldi. Belki kamuoyunda en az görünen yönümüzdü, ama yerelde en fazla nefes aldıran, umut uyandıran, üretimi yeniden tetikleyen kanal buydu.

Bu destek modeli, sadece birer “hibe çağrısı”ndan ibaret değildi. Öncelikle yerel medyada çalışan gazetecilere, küçük ekipler hâlinde var olmaya çalışan bağımsız yayıncılara, kadın gazetecilik inisiyatiflerine, yeni medya girişimlerine açık, adil ve şeffaf bir başvuru süreci sunuldu. Değerlendirme aşamasında sendikalar, gazetecilik dernekleri ve medya akademisyenlerinden oluşan bağımsız kurullar görev aldı. Karar alma süreçlerinde liyakat, denge ve temsil ilkeleri titizlikle gözetildi.

Bu destekler, maddi anlamda belki sınırlıydı ama sağladığı etki çok daha büyüktü. Yerel medyada, “bir şey yapmak istiyoruz ama nasıl?” diyen onlarca küçük girişim, bu hibeler sayesinde ilk defa sesini duyuracak araçlara ulaştı. Kimi bir podcast stüdyosu kurdu, kimi dijital haber platformuna dönüştü, kimi gazetecilik atölyeleri düzenledi. Özellikle kadın gazeteciler için bu programlar, yalnızca üretim değil, görünürlük ve güçlenme fırsatına dönüştü. Kadın temalı içerikler çoğaldı, kadın odaklı yayıncılık yapan ekipler seslerini daha net ve güçlü bir şekilde duyurabildi.

Ayrıca, bu programlar sadece içerik üretimini değil, gazetecilik kültürünün dönüşümünü de besledi. Hak temelli habercilik yapan genç ekipler, toplumsal cinsiyet eşitliği odağında çalışan dernekler, çevre ve iklim krizi üzerine araştırma yürüten yerel yayıncılar bu desteklerle güç buldu. Proje sadece fon sağlamakla kalmadı; bu girişimlerin birbirleriyle bağ kurmasını, deneyimlerini paylaşmasını, kalıcı iş birliklerine dönüşmesini sağladı. Alt-hibe desteklerinden yararlanan ekiplerin çoğu, daha sonra başka fonlara erişim sağladı, projelerini büyüttü, yayınlarını kalıcılaştırdı. Bir anlamda bu destekler, bağımsız gazetecilik için bir tohumdu; filiz verdi, kök saldı ve yeni alanlar açtı.

Küçük görünen bu desteklerin sahadaki büyük dönüşümlere vesile olması, bu projenin en sessiz ama en onarıcı başarı hikâyesidir. Bugün hâlâ Anadolu’nun dört bir yanında, o desteklerle varlık kazanan yayın organları üretmeye devam ediyor. O yerel haber merkezleri, o podcast odaları, o dijital mecralar… Hepsi, “birileri vardı, inandı, destek verdi” diyebildikleri bir geçmişe sahip artık. Ve biz, o geçmişin bir parçası olmaktan büyük gurur duyuyoruz.

Anadolu’nun kimi zaman susmaya zorlanmış, kimi zaman yoksun bırakılmış ama hiçbir zaman yılmamış medya damarının yeniden atmaya başladığına hep birlikte tanıklık ettik. Üstelik bu kez, o damar sadece nefes almakla kalmadı; kendi hikâyesini, kendi dilini ve kendi varlık gerekçesini de yeniden kurdu.

O damar hâlâ canlı. Ve yaşamaya devam edecek.

Basın Evi, Cemiyet Stüdyo

Bu yolculuk boyunca yalnızca etkinlikler, raporlar ve eğitimlerle değil, kalıcı mekânlarla da mesleki dayanışmaya fiziksel bir zemin kazandırdık. Ankara’nın kalbinde kurduğumuz Basın Evi, sadece bir proje ofisi değil; gazetecilerin buluşabildiği, çalışabildiği, fikir üretebildiği bir ortak alan hâline geldi. Atölyelere, söyleşilere, bireysel üretimlere ev sahipliği yapan bu mekân, zamanla bağımsız gazeteciliğin sessiz ama güçlü kalesi oldu. Bugün birçok genç gazeteci için Basın Evi, sadece bir masa ve sandalye değil; yalnız olmadığını hissettiği, mesleki aidiyet duygusunu yeniden kazandığı bir yuva.

Yine bu sürecin en anlamlı girişimlerinden biri olan Cemiyet Stüdyo ise, yoktan var ettiğimiz ama bugün medya üretimi açısından birçok profesyonel stüdyoyu aratmayan bir olanak sağladı. Video haberlerden podcast içeriklerine, belgesel röportajlardan eğitim kayıtlarına kadar yüzlerce içerik bu stüdyoda üretildi. Teknik donanımı kadar erişilebilirliğiyle de örnek bir yapı kuruldu. Bugün geriye baktığımızda, bu iki imkânın sadece birer proje yatırımı değil; geleceğe bırakılmış, mesleğin ortak belleğine kazınmış kalıcı miraslar olduğunu gururla söyleyebiliyoruz.

Kolay olmadı: Kırgınlıklar ve karalamalar

Elbette bu yol güllerle kaplı değildi. Her anlamlı çabanın olduğu gibi, bizim yürüyüşümüzün de dikeni boldu. Büyük takdirler gördük, cesaret veren sözler, içten gelen teşekkürler aldık. Ama bir yandan da ağır sözler, kırıcı tutumlar, beklenmedik ithamlarla karşılaştık. Kimi zaman sustuk; kimi zaman yanıt verdik. En çok da içimizde biriktirdik.

Bazı arkadaşlarımız, kişisel beklentilerine karşılık bulamayınca sessizce kırıldılar. Bu kırgınlıklar zamanla büyüyüp uzaklığa dönüştü. Kimi o mesafeyi korudu, kimi sessizliğini hayal kırıklığına, sonra da düşmanlığa çevirdi. Öyle anlar oldu ki, birlikte emek verdiğimiz insanların, bize dair fısıltılarla, yanlış anlamalarla, hatta bile isteye çarpıtılmış söylemlerle başkalarına hikâyeler aktardığını duyduk. Her biri bizi ayrı ayrı üzdü. Ama yolumuzu şaşırmadık.

Haksız suçlamalar karşısında suskunluğumuzu korumak, çoğu zaman en zoruydu. Çünkü biz, bağırarak savunmadık kendimizi; işimizle, duruşumuzla konuştuk. Kimseye sırt çevirmedik, kimseyi dışlamadık. Projenin doğası gereği herkesin dâhil olabileceği, katkı sunabileceği açık bir alan yaratmaya çalıştık. O alana dahil olmak isteyen herkesin yeri vardı. Ama yine de bazıları, sürece katkı sunmaktan çok, süreci yıpratmayı tercih etti.

Bu işin doğasında var bu: Başarı varsa, onun gölgesine kıskançlık da düşebiliyor. Kalıcı bir etki bırakıyorsanız, o etkinin sorumluluğunu taşımaya hazır olmayanlar zamanla sizi hedef alabiliyor. Biz, her adımda bu gerçeği bilerek ilerledik. İlkelere sadakati, kişisel hesaplara tercih ettik.

Çünkü inandığımız şey şuydu: Eğer bu alanda samimiyetle çalışan biri bile, sistemin dışına itilmiş, sesi kısılmış ya da yalnız bırakılmış hissediyorsa, bu bizim eksikliğimizdir. Biz bu eksikliği tamamlamaya çalıştık, birilerini dışlamaya değil. O yüzden kimsenin hakkını yemedik. Kimseye “sen yoksun” demedik. Hep birlikte üretelim istedik.

Bu çaba, zaman zaman yorgunluk yarattı. Ama asla pişmanlık değil. Çünkü arkamıza dönüp baktığımızda, yalnızca zorlukları değil, onlara rağmen inşa edilen güçlü bir dayanışmayı da görüyoruz.

Yürüdüğümüz bu yol, dikensiz değildi evet…

Ama o dikenlerin arasından geçen yolun sonunda birlikte yeşerttiğimiz bahçeye bakınca, tüm yorgunluklar anlamını yitiriyor.

Uzakta kalmak, yakında olmak

Bazen her şey yolunda gider gibi görünür, ama insanın içinde bir şeyler sessizce yer değiştirir. Zamanla kelimeler susar, yüzler gülse de kalbin bir köşesi incinir. Ve öyle zamanlardan birinde, 1 Kasım 2024’de, oluşturduğumuz ekibin çalışmaları bensiz de ilerletmeye devam edebileceği güveniyle bu projenin uygulama sorumluluğundan çekilme kararı aldım.

Dışarıdan bakıldığında sıradan bir görev değişimi, doğal bir devralma gibi görünebilir. Oysa iç dünyamda başka bir hikâye yaşanıyordu. Kendi dışımda gelişen bazı nedenlerin yanında, dile dökülmemiş bir kırgınlık, içime işleyen bir sitem vardı. Belki kimilerine göre önemsiz, hatta yersiz… Ama insan, bazen en çok da küçük sarsıntılarda dağılır. Ve o kırgınlık bir noktada beni bir adım geri atmaya itti.

İnsanız nihayetinde. Öyle anlar gelir ki, en çok sevdiğiniz şeyden bile uzaklaşmak istersiniz. Elinizin tersiyle itip gitmek gelir içinizden. Ben de yürümeye niyetlendim. Ama doğrusu, gidemedim. Gidemedim çünkü bu projeye yüreğimle bağlıydım. Her aşamasına emeğimi, düşüncemi, inancımı koymuştum. Kıyamadım.

O günden sonra, sahada olmasam da ruhen hep yakın kaldım. Sessiz ama içten bir şekilde süreci takip ettim. Her gelişmeyi heyecanla izledim; atılan her adımda sevinçle dolup taştım. Her başarıyı gururla karşıladım. Uzaktan izlemek, dışlanmak değil; bir başka türden sadakatmiş meğer. Bu sadakatin de hakkını vermeye çalıştım.

Devam eden bir hikâye

Şimdi önümde yeni bir dönem yok belki, bir takvim planına yazılmış toplantılar, imza bekleyen belgeler ya da bir sorumluluk zinciri de yok. Ama bu projenin geleceği hâlâ kalbimin bir köşesinde filiz vermeye devam ediyor. Eylül 2025’te Türkiye Gazeteciler Sendikası ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti ortaklığında başlayacak yeni aşamada fiziksel olarak yer almayacağım, bunu başından beri biliyorum. Fakat gözüm orada olacak. Kalbim, her yeni cümlede, her yeni dayanışma çağrısında, her küçük zaferde yine orada çarpacak.

Çünkü bu artık sadece bir proje değil. Bu, birlikte yazılmış bir hikâye. Her bir satırı emekle, çabayla, zamanla ve çoğu zaman da sessizce yazılmış bir hikâye. Bu hikâyenin içinde yer almak, sadece bir görev tanımı değil; bir aidiyet, bir hafıza ve bir sorumluluk duygusu.

Bu aidiyet, yöneticiler değişse de, uygulayıcılar dönüşse de ortadan kalkmıyor. Aksine zamanla kökleniyor. Medya Dayanışma Grubu’nda omuz omuza verilerek alınan kararlar, Medya Konferansları’nda bir araya gelen farklı seslerin ortak bir dille konuşmayı öğrenmesi, başlangıçta “bu mümkün mü gerçekten?” diye tereddütle bakılan o ilk deklarasyon… Bugün hepsi, geriye dönüp baktığımızda yalnızca başarı değil, birer ders, birer ilham, birer cesaret göstergesi.

Ve bu cesaret, yalnızca içeride çalışanlara değil, dışarıdan izleyen bizlere de bulaşır. Projeyi uzaktan izleyen biri olarak, her yeni adımda içimde bir tür sessiz sevinç büyüdü. Çünkü hâlâ bir yerlerde insanlar gazetecilik için, özgürlük için, dayanışma için bir araya gelmeye cesaret edebiliyorsa, o zaman hâlâ umut vardır.

Bir teşekkür, bir selam

Bu yazı bir veda değil. Bir teşekkür, bir selam. Bu yolda birlikte yürüdüğüm dostlara, destek olan tüm arkadaşlara, emeğini esirgemeyen herkese minnetle… Her türlü zor koşula rağmen “biz buradayız” demeyi sürdüren tüm gazetecilere sonsuz saygıyla…

Değerli arkadaşlarım, meslektaşlarım. İyi ki bu yolu birlikte yürüdük. İyi ki hâlâ yürüyorsunuz. Kalpten selamlıyorum.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *