İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5341 %0.06
49,5880 %-0.02
5.775,30 % 0,39
91.233,25 %-2.375
Ara

Övgüyle zincirlenenler: Güç ve itaatin gizli yüzü

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Övgüyle zincirlenenler: Güç ve itaatin gizli yüzü

“Efendin tarafından sevilip övüldün diye daha az mı kölesin?”

Blaise Pascal’ın bu sözü, yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan bir yankı gibi. İktidar ve özgürlük arasındaki o bulanık sınırda insanın kendine sorması gereken temel bir soru bırakıyor ardında: Sevgiyle süslenen kölelik, kölelik olmaktan çıkar mı?
 

İnsan onuru çoğu zaman özgürlükle ilişkilendirilir. Ne var ki tarih boyunca iktidar sahipleri, kölelik düzenlerini yalnızca zorla değil, övgüyle, hediyelerle, iltifatlarla da kurmuşlardır. Sevilen, övülen, pohpohlanan kişi, farkında olmadan bir bağlılık ilişkisi içine sürüklenir. Sevildiğini zannederken aslında kendini efendisinin menfaatlerine hizmet etmeye adar. Aldous Huxley, ise “İnsanlığa hizmet edenler onur ve anımsamayı hak ederler,” der. Ancak çoğu zaman, insanlığa değil efendilerine hizmet edenler övgülere boğulur.
 

Bu durum bireysel ilişkilerden devlet-toplum ilişkilerine, iş yerlerinden siyasi yapılara kadar tekrar eder. Patronun “aileden biri gibi” davrandığı işçisinden, liderin “milletine aşkla bağlı” görünen vatandaşlarına kadar herkes bir şekilde bu gönüllü kölelik oyununa dahil olur. Çünkü sevildiğini hissetmek, insanın en temel zaaflarından biridir.

Bugün bireysel yaşamlarımızdan toplumsal yapılarımıza kadar, bu sorunun yankısını duymamak mümkün değil. Bir öğretmen düşünelim: Yöneticileri tarafından sevildiğinde, bu sevgiyi kazanmak için çaba gösterdiğinde bulunduğu konumda neden daha uzun ömürlü olur? Çünkü başarı tek başına yetmez; uyum, biat, ‘ekip ruhu’ denen o belirsiz şeye dahil olması gerekir. Öğrenci ve eğitim odaklı olan idealist öğretmenlerin çoğu zaman kulakları şu sözlerle çınlar: Başarılı fakat bize uygun değil; şimdilik bizimle beraber olabilir, yarın muallak...”

Başarılı fakat biraz sığıntı...

“Çünkü yalnızca işini yapıyor. Odağını bana da vermesi lazım,” diyor efendisi. Bir diğeri ise hapını almıştır koşarak çıkar merdivenleri. Soma hapıdır bu. Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya adlı distopik romanını hatırlayalım. Huxley’nin dünyasında insanlar zorla değil, hazla, mutlulukla, övgüyle kontrol edilir. “Toplumun mutluluğunu sağlamak için bireysel özgürlükten vazgeçilmelidir,” fikriyle şekillenen bu evrende, halk Soma adlı mutluluk haplarıyla, sürekli verilen ödüllerle zincirlenir. Kişiler, kendilerini özgür ve mutlu zannederken, aslında görünmez zincirlere sıkı sıkıya bağlıdır.

Oysa mutlu olan köle, özgürlük isteyen isyankardan daha korkunçtur. Çünkü bireyler mutsuz olduklarında düşünmek, sorgulamak yerine soma yani övgü hapını alıp uyuşmayı tercih ederler. Sistemin onları uyuşuk, tepkisiz ve kolay yönetilebilir yapmasının aracı budur. Bu durumdan haz alır ve başka olana pencerelerini kapatmıştır. Atıp kurtulmak onarmaktan kolay gelir. Yok saymak ve görmemek olacakları...

Halılarının altları oldukça kabarıktır. Görmezden geldikleri ve onarmak yerine süpürdükleri bu tepeler övülen kölelerin yerleşim yerleridir. Bunların arasında eğer “Farklıysan yalnızlığa mahkûm oluyorsun, yalnız olana acımasız davranıyorlar,” diyerek ekler Huxley.

Diğer mesleklerde durum farklı mı? Özellikle öğretmenler kadar iş tanımı dışında fedakârlık yapması beklenen bir başka meslek daha var mı? Temizlik, boya, badana, hediyeler, beslenme hatta kimi zaman öğrencinin kişisel bakımına kadar uzanan bir fedakârlık zinciri... İdeallerinden günbegün uzaklaşan o meslek âşıkları, hangi noktaya kadar gerilemeyi göze alıyor?

Peki bu motivasyon nereden gelir?
İltifatlar, zincirleri görünmez kılar. Kimi zaman en tehlikeli kölelik, fark edilmeyenidir. İktidarların kullandığı en güçlü araç zorbalık değil, rıza üretmektir. İlginç olan farkında olmasına rağmen bundan haz duyan kölelerdir. Farkında fakat bu ihtimal bile ona umut veriyor: Sevilebilme ihtimali. Bunun bir marifet olduğunu düşünüp çıktığı övülen kölelerin tepesinde eleştiriler, üzerindekileri bir bir hırpalar. Derisine kadar. Tepe sanılan bu yerde düşünülmesi gereken şudur:

Kendini sevmeyen birini hangi efendi memnun edebilir?

Cesaret etmemiz gereken şey kendi elimizden tutmak. Herkesin gidebilme her şeyin bitebilme ihtimalini düşünerek buna cesaret edebilmek. Yine Cesur Yeni Dünya’da Bernard-Marx, kendi olma yolculuğunda dışlanmayı ve hor görülmeyi oldukça hissetmişti. Tüm ızdırabına rağmen Lenina'nın ona uzattığı yarım gramlı ahududu dondurmasını geri çekti. “Kendim olmayı yeğlerim” dedi. “Suratsız da olsa kendim olayım. Ne kadar neşeliyse de başka biri olmak istemem.”

Bugün, özgürlükten söz ettiğimizde yalnızca zincirleri kırmaktan değil, övgülerin, pohpohlamaların, hediyelerin ardındaki hesapları görebilme cesaretinden söz etmeliyiz. Başladığımız noktaya dönecek olursak Blaise Pascal’ın yüzyıllar öncesinden sorduğu bu soru hâlâ geçerliliğini koruyor: Efendin tarafından sevilip övüldün diye daha az mı kölesin?

Sevgiyle süslenen kölelik, gerçekten özgürlük müdür?

Gerçek özgürlük, zincirleri kırmadan önce onları görebilme cesaretidir. Kendi elimizi tutmadan ve bizi sevenlerin neden sevdiğinin farkındalığına varmadan özgür olduğumuzu iddia edemeyiz. Çünkü övgülerle parlatılan zincirlerin, demir zincirlerden daha ağır bedelleri vardır: Kendinden uzaklaşmak gibi.

Yorumlar
Z
Ziyaretçi 5 ay önce
Çok beğendim yazınızı elinize sağlık
BEĞENME
0
CEVAPLA
Z
Ziyaretçi 5 ay önce
Sevgili yazar övgüyle maskelenen gönüllü köleliği sorguluyor. Gerçek özgürlüğün, zincirleri görme ve onları reddetme cesaretinde yattığını vurguluyor. Özellikle eğitim gibi alanlarda, bireyin sistem tarafından nasıl pohpohlanarak denetim altına alındığına dikkat çekiyor. Yazı, sevilme arzusunun kişiyi kendi benliğinden uzaklaştırabileceği tehlikesine güçlü bir şekilde işaret ediyor. Ellerinize sağlık çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş.
BEĞENME
0
CEVAPLA
Z
Ziyaretçi 5 ay önce
CYD evreni diğer bu tarz kitapların aksine daha sağlam bir evrendir. Sistem oturmuş, hiçbir iç, dış etken sistemi bırakın yıkmayı ciddi bir zarar bile veremez. Köle tabiri bu evrene ait değildir. Çünkü bu evrende açlık, gelecek kaygısı, iş, para vb hiçbir kavram yoktur. Teknoloji tüm ihtiyaçları bir işçi sınıfı olmadan karşılayabilmektedir. Kimse özgürlük hasreti çekmiyor çünkü bu tarz duygu ve düşünceler daha embriyo aşamasında insanlardan silinmektedir. Bu yüzden günümüz ile kıyaslanamaz.
BEĞENME
0
CEVAPLA