Kahvenizi alın gelin, Erdem Beliğ Zaman ile "Pazar Sohbeti"

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Kahvenizi alın gelin, Erdem Beliğ Zaman ile "Pazar Sohbeti"
Abone ol
Duymak ister isen canlı Türkçeyi, muhakkak bir ozan dilinden dinle…

DUYMAK İSTER İSEN CANLI TÜRKÇEYİ, MUHAKKAK BİR OZAN DİLİNDEN DİNLE…

Ne zaman, nasıl dikkatimi celbetti hatırlamıyorum fakat kendimi bildim bileli beri kafiyeli sözlere merakım vardır. Bugün Türkçe bilgimi ve sevgimi perçinleyen, büyüten gene bu merakım olmuştur. Okumayı öğrenir öğrenmez karaladığım koşuklarımdan hâlâ hatırladıklarım vardır:

“Ben ki yetmiş üç yılın,
Yaşlanmaz ağacıyım.
Salınır budak budak,
Meyvelerin tacıyım…”

8-10 yaşımın bu mahsullerinden sonra aruza da el attım. Bu vezni de sevdim. Yalnız öyle Arapça, Farsça terkiplerle örülü aruzu değil Türkçe aruzu. Yahya Kemal Beyatlı’yı, Mehmet Âkif Ersoy’u, Orhan Seyfi Orhon’u, Mûnis Faik Ozansoy’u imrenerek okudum. Aruzla da hisli manzumeler karaladım. Bu manzumeleri karalamamda, 12 yaşımdan sonra merak sardığım Şehirli Türk Mûsıkîsini(1) de tesiri vardır. Dinlediğim sözlerden beğendiklerimi hemen taklit etme arzusu duyuyor ve okul defterlerimin arka sayfalarını aşağıdakine benzer, şarkı formundaki manzumelerle dolduruyordum:

“Lütfetmedi ömrüm bana bir hoşça saat hiç,
Dost yok bana ıssız gecenin demleri hâriç..
Günler eriyen gönlü tesellin olarak iç,
Dost yok bana ıssız gecenin demleri hâriç..”

Efendim felsefeye merak sardık, araya ideoloji girdi; fikir akımlarıyla tanıştık derken yazdığım şiirler taşlamaya ve hicviyeye dönüştü ki zaten daha sonra iyice depreşen tiyatro aşkım beni kendi sahasına doğru çekti. Bu sebeplerden ötürü bir dönem şiirden uzaklaşmak durumunda kaldım.

***

Birkaç ay böyle geçti. Fakat gene karşıma dil ve dolayısıyla şiir dikildi. Türkiye’de ne iş yapıyorsak yapalım dört elle sarılmamız gereken lisanımızdı, Türkçeydi. Türkçe nerede yaşıyordu; halkın içinde. Halk kimi dinliyordu; asırladır ozanları… İşte âşıklara karşı olan sevgim bu şekilde depreşti. Âşık Veysel’i, Mahzuni Şerif’i dinledim; sonra Reyhani’yi, İlhami Demir’i, Murat Çobanoğlu’nu, Nuri Çırağı’yı… Aktüalite, güncel meseleler, toplumsal hadiseler deseniz sözlerinde vardı; eğlenmek için müzik isteseniz sazlarında…

Ozanlığın bu tarafını iyice idrak edenler vaktiyle İstanbul sahnelerinde de boy göstermişlerdi. Şemsi Yastıman gibi mesela… Hani şu bugün de pek dinlenilen “Uzaylılar Hoşgeldiniz” parçasını vücuda getiren Şemsi Yastıman. Beşiktaş’ta bir saz yapım atölyesi de bulunan Şemsi Bey, Anadolu kültürünü ve mizahını Cumhuriyet devrinde şehrin gazinolarında sergileyen ilk kişi olmuştu. Cumhuriyet döneminde diyorum çünkü daha evvelki senelerde “semai kahvelerinde” Dertli, Gevheri gibi birçok taşralı ozanın meydan aldığını Osman Cemal Kaygılı gibi İstanbul yazarlarından öğrenmekteyiz. Tüm bunları okudukça ve duydukça âşıklığa karşı alakam artıyor; şans gülse de ozanları canlı seyretsem diye can atıyordum.

Bu fırsat birkaç sene önce ayağıma geldi. Yapı Kredi Yayınları’nın Galatasaray’daki binasında bir âşık gecesi tertip edildi. O sene, 2021’de kaybettiğimiz Yıldıray Erdener’in, Kars’ta Çobanoğlu Kahvehanesi’nde Âşık Karşılaşmaları isminde bir kitabı çıkmıştı ve bu kitabı da tanıtım minvalinde o yörenin dört âşığı programa davet edilmişti: Âşık Nuri Çırağı, Âşık Ali Rıza Ezgi, Âşık Mürsel Sinan ve Âşık Ahmet Poyrazoğlu. O akşam ilk defa âşık ortamının havasını teneffüs ettim ve mest oldum. O kadar ki daha sonra bazı dergilerde ve gazetelerde neşredilen taşlamalarımda ve yazılarımda gördüğüm âşıklık tarzını, tavrını yansıttım. O akşam bilhassa evvelce de ismini duyduğum, beğendiğim Âşık Nuri Çırağı’yla irtibat kurdum ve mümkün olduğunca çalışmalarını takip etmeye çalıştım. Dediğim gibi halkla dil yardımıyla temas kurmanın en etkili yolu ozanlıktı.

Ay başında Nuri Bey, WhatsApp durumunda bir mesaj paylaştı. 4 Mart Cuma günü saat 19.30’da Darıca Adnan Menderes Kültür Merkezi’nde bir “âşıklar gecesi” programı planlamışlardı. Hemen Marmaray duraklarına baktım ve o kültür merkezinin Marmaray’ın son durağı Gebze’ye yalnızca on dakika yürüme mesafesinde bulunduğunu gördüm. Muhakkak gitmeliydim. Nuri Bey’i aradım ve o akşamki programa katılacağımı bildirdim. Anadolu misafirperverliği tabii, mutlu oldu.

İş çıkışı kalabalığını falan düşünmedim. Atladım; gah ayakta gah havada da olsa Adnan Menderes Kültür Merkezi’ne tam 19’da vardım.

Darıca Belediyesinin katkılarıyla hazırlanan programın sunuculuğunu Âşık İlhani (İlhan Kınalı) yapıyordu. Başta Âşık Nuri Çırağı ve Âşık Fuat Çerkezoğlu olmak üzere; Âşık Sıtkı Eminoğlu, Âşık Cemal Divani, Âşık Selahattin Kazanoğlu, Âşık Taner Öztürkoğlu gecede sahne alacak ozanlardı. O gece yanımda oturan Dr. Hikmet Çığlık Hoca’ya tanımak maksadıyla sahnedeki ozanları sordum, “Hepsinin iyi olduğu saha başkadır.. Kimi koçaklamada iyidir, gibi güzellemede, kimi tasavvufta, kimiyse taşlamada..” diye cevap verdi. Demek kendilerini tıpkı yazı hayatında bizlerin yaptığı gibi bir türde daha iyi bir şekilde yetiştiriyorlarmış.  

İlhan Bey kendi şiirleriyle beraber konuşmasını gayet güzel bir şekilde sürdürdü. Sağ olsunlar ismimi okumak suretiyle beni de orada onurlandırdılar. Çok sıcak ve sevecen bir ortamdı. Akabinde Hikmet Hoca da, âşıklık hakkında güzel bir konuşma yaptı. Hemen sonra üç âşık: Sıtkı Eminoğlu, Selahattin Kazanoğlu ve Taner Öztürkoğlu “merhaba” deyişiyle geceyi başlattılar. Bu deyişten aklımda Selahattin Kazanoğlu’nun söylediği şu dörtlük kaldı.

“Gönüllerde kültür ağı,
Örenlerim hoş geldiniz.
Bizlerde sevgi yumağı,
Görenlerim hoş geldiniz.”

Tamamen o ânda, doğaçlama söylenen bu söz, gecenin bir nevi ana fikri gibiydi. Öyle ya dinlediğim hemen tüm sözlerde millî birlik, kardeşlik ve iyi ahlâk gibi konular işlendi. Sonra ozanlar ikili ikili sahne önüne çıktılar; evvela kendilerinden birer türkü okudular sonra atıştılar. Türkülerden de Sıtkı Eminoğlu’nun koçaklaması adeta salonla beraber okundu. O derece bilindikmiş. Atatürk’ümüzün de adı geçen koçaklamanın sözlerinin bir kısmı şöyleydi:

“Vatanın tarihini / Sınırdaki taşa sor,
Al bayrağın rengini / Gökte uçan kuşa sor.
Cumhuriyeti kurmuş / Mustafa Kemal Paşa,
Gazi’yi, Kahraman’ı / Antep’e, Maraş’a sor…”

Ne yazık ki tam iki büyük usta, Nuri Çırağı ile Fuat Çerkezoğlu karşı karşıya geldi saatim alarm verdi. Çünkü son tren kaçıyordu. Apar topar kalkmak zorunda kaldığımdan programın sonunu göremedim. Güzel bir gecenin hatırasını koluma takarak salondan ayrıldım.

***

Yolum uzundu, dolayısıyla epey düşünme fırsatım oldu. Programda söylenen türküleri hatta atışmada sarfedilen doğaçlama sözleri aklımdan geçirmeye başladım. Tam bu esnada yanımda bir yolcu kulaklıklarını takmış,  son ses Türkçe Pop dinliyordu. Gayriihtiyarî sözleri duydum: “Aşk bu kızılötesi, / Yaralı müzesi, / Hareket edemem…” Bir zaman sonra bu sözlerle programda hafızama takılan ozan sözleri yan yana, şerit gibi zihnimde dolandı durdu. Mânâlı kafiyeli sözlerin, mânâsız kafiyeli sözlere üstünlük kurması çok sürmedi. İşte o ânda âşıklığın ve âşık edebiyatının ehemmiyetini daha iyi kavradım.

Eğer tesirli, kıvrak bir Türkçe kullanmak isteyenler varsa mutlaka Âşık Edebiyatı mahsullerini iyi tetkik etmeli. Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın şiirlerini çağdaşlarından ayırıp bugüne taşıyan efsun Âşık Edebiyatından başka bir şey değildi. Tren yolculuğum bitmeye yakın bir dörtlük içimden dökülüverdi:

“Kimse anlatamaz sana bahçeyi,
Ya bülbülünden ya gülünden dinle.
Duymak ister isen canlı Türkçeyi,
Muhakkak bir ozan dilinden dinle…”

Ama… Öyle reklam için gazetelerin, dergilerin sunduğu “Pop ozanı, Rock ozanı” değil ha! Bildiğiniz halk ozanından…

NOT: O gecedeki misafirperverlikleri için başta sayın Nuri Çırağı olmak üzere; Dr. Hikmet Çığlık’a ve programdaki tüm âşıklara, şairlere teşekkürü bir borç bilirim.

 

(1)Bir türlü doğru isim verilemediğinden dem vurulan Klasik Türk Mûsıkîsine yani Türk Sanat Müziğine naçizane verdiğim isim.


Yorum Yazın