"Irkçılığa Karşı" verilen mücadele "belgesel" haline geldi

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
"Irkçılığa Karşı" verilen mücadele "belgesel" haline geldi
Abone ol
Washington'a 1930'da atanan Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğullarının caz sevgisiyle ırkçılığa karşı verdikleri mücadeleyi belgesel haline getiren yönetmen Ümran Safter, "Ertegün kardeşlerin, ırk ayırımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik bu eylemleri devrim niteliği taşıyordu. Farkındalık yaratan böyle hikayelere bugün de ihtiyacımız var." dedi.

ABD İstanbul Başkonsolosluğunda ilk gösterimi gerçekleştirilen "Leave The Door Open" (Kapıyı Açık Bırak) belgeselinin yönetmeni Ümran Safter, belgeselin ortaya çıkış fikri, hikayesi ve gelen tepkiler hakkında açıklamalarda bulundu.

Safter, yaklaşık üç yıl önce bir Amerikan gazetesinde küçük bir haber okuduğunu, bunun üzerine araştırma yapmaya başladığını söyledi.

"Irk ayrımcılığı duvarlarının" Türk Büyükelçilik binasında bir caz dinletisi sırasında nasıl kırıldığına dair haberin kendisini çok heyecanlandırdığını belirten Safter, "Konuyu araştırdıkça muhteşem bir hikaye karşıma çıktı ve belgeseli yapmaya karar verdim. 2019'da çekimlere başladık, 2020'de çekimleri bitirip kurgusunu tamamladıktan sonra yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını başladı. Bu yılın başından itibaren de festivalde gösterilmeye başlandı." ifadesini kullandı.

Safter, 1930-1940'lı yılların Amerika'da ırk ayırımcılığının en yoğun dönem olduğuna, beyazlarla siyahilerin müzik dahil hiçbir konuda bir araya gelmediğine işaret ederek, o dönem Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün'ün oğulları Ahmet ve Nasuhi Ertegün'ün bu çemberi nasıl kırdığını anlattı.

Ahmet ve Nasuhi Ertegün'ün küçük yaşlarda caz müziği yaptığını hatırlatan Safter, şöyle devam etti:

"Münir Bey, 1930'da ABD'ye büyükelçi olarak tayin oluyor. İki oğlu var, Ahmet ve Nasuhi. Bunlar caz müziğine aşık. Daha Londra'da iken anneleri, Duke Ellington, Cub Calloway gibi caz müziğinin efsane isimlerinin konserlerine götürüyor. Münir Bey'in Washington'a büyükelçi olarak tayin olması çocukları çok heyecanlandırıyor, çünkü Washington, o dönem caz müziğinin önemli merkezlerinden biriydi. Duke Ellington, Louis Armstrong gibi o dönemin efsane müzisyenleriyle tanışıyorlar ve onları büyükelçiliğe davet ediyorlar."

Ertegün kardeşlerin, o dönem için devrim niteliği taşıyan bir harekette bulunduğunu vurgulayan Safter, büyükelçilik binasında her pazar siyah ve beyaz müzisyenlerin müzik yapmalarını sağladığını dile getirdi.

"Belgeselimiz bu hikayeyi tüm ayrıntılarıyla anlatıyor"

Ümran Safter, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu, esasen Amerikan tarihinde bir ilk ve tüm bunları müthiş bir caz müziği bilgisine sahip ve çocuk yaşta denilebilecek Ahmet ve Nasuhi kardeşler yaptı. Böylelikle büyükelçilik rezidansındaki caz müziği dinletileri ve Yahudi kültür merkezinde düzenlenen konserle bir ilki başarıyorlar. Amerika'daki ırk ayırımcılığı duvarlarını caz müziğinin gücüyle kırmayı başarıyorlar. 'Leave The Door Open' belgeselimiz de bu hikayeyi tüm ayrıntılarıyla anlatıyor."

Belgeseldeki bilgilerin çoğunluğunun arşiv görüntülerinden oluştuğunu aktaran Safter, kongre kütüphanesi ve birçok üniversite arşivlerinden de yararlandıklarını belirtti.
Safter, belgeseli yapma sürecinde Münir Ertegün'ün kızı Selma Ertegün'ün kendilerine aile albümünü açtığını anlatarak, "Selma Hanım, bize o döneme ait çok ilginç anekdotlar da aktardı. Belgeseli hazırlamak çok kolay olmadı, çünkü o dönemden yaşayan çok az insan vardı." bilgisini paylaştı.

"En iyi belgesel ödülünü aldık"

Belgeselin ilk gösteriminin, Nisan 2021'de hikayenin geçtiği büyükelçilik rezidansında gerçekleştirildiğini hatırlatan Safter, şunları kaydetti:

"Belgeselle ilgili Washington Post güzel bir makale yazdı. Büyükelçilikteki ilk gösterimden sonra DC Bağımsız Film Festivalinde gösterildi. Burada 'en iyi belgesel' ödülünü aldık, ardından Dallas'taki film festivaline katıldık, daha sonra ABD'deki festivallerde yer aldık. ABD'de gazetecilerden, uzmanlardan güzel eleştiriler aldık. Çok fazla bilinen bir hikaye olmadığı için büyük bir ilgiyle karşılandı."

Safter, kasımda İtalya'da gösterime girecek belgeselin mümkün oldukça geniş bir kitleye ulaşmasını sağlamaya çalıştıklarını vurgulayarak, belgeselin ırk ayırımcılığı konusunda bir farkındalık oluşturmasını umduklarının altını çizdi.

Çağımızın en büyük hastalığının ırkçılık olduğuna işaret eden Safter, "Ertegün kardeşlerin, ırk ayırımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik bu eylemleri, devrim niteliği taşıyordu. Avrupa'da, Amerika'da, Türkiye'de ve dünyanın birçok yerinde ırkçılık hızla yükseliyor, toplumlar kutuplaşıyor. Farkındalık yaratan böyle hikayelere bugün de ihtiyacımız var. Umarım, bunun gibi belgesellerin yapılmasına devam edilir." değerlendirmesinde bulundu.


Yorum Yazın