“Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile devletin yapısı baştan aşağı değiştirilmiştir”

CHP, 2024 bütçesinin durumunu Atatürk’ün Nutuk’ta ki ‘Manzara-ı Umumiye’ başlığıyla anlattı

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
CHP, 2024 bütçesinin durumunu Atatürk’ün Nutuk’ta ki ‘Manzara-ı Umumiye’ başlığıyla anlattı
Abone ol
TBMM Genel Kurulu’nda 11 Aralık 2023 günü başlayacak bütçe maratonu öncesinde ana muhalefet partisi CHP, 2024 yılı Merkezi yönetim bütçe kanun teklifinin Plan ve Bütçe Komisyonu Raporuna 481 sayfalık karşı oy yazısıyla muhalefet şerhi düştü. Türkiye’nin fotoğrafını Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta kullandığı ‘Manzara-ı Umumiye’ başlığında toplayan CHP, “2002 genel seçimlerinden sonraki 22 yıllık AK Parti iktidarı döneminde Cumhuriyet tarihimizde ilk kez, demokrasi ve Cumhuriyet’in tahrip edilmesi için bizzat demokrasi ve Cumhuriyet’in kurumları ve olanakları kullanılmıştır” dedi.

Hülya Özmen- Muhalif

CHP, muhalefet şerhinde, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine ayrıntılı yer vererek, “Anayasa değişikliğinin verdiği yeni yetkilere dayandırılarak çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile devletin yapısı baştan aşağı değiştirilmiştir. Devlet örgütlenmesi ve bürokratik yapı, tek adamın belirleyici olacağı, kurumların bir kişiden ve onun dar çevresinden emir alacağı, bir kişiye karşı sorumlu olacağı biçimde yeniden yapılandırılmıştır. Bütün bir devlet geleneği yıkılarak, oturmuş gelenekler bozularak yeni bir yürütme yapısı hayata geçirilmiştir”.

CEMAAT VE TARİKATLARIN YURT AÇMALARINA İZİN VERİLMEMELİDİR.

Millî Eğitim Bakanlığının Kur’an kurslarındaki denetime son vermesinin, dinî eğitiminin, merdiven altı tarikat ve cemaatlerin kontrolüne geçtiğini, çocukların her türlü suistimalin ve pedagojik hırpalanmanın konusu hâline geldiğine dikkat çekilerek, “Son dönemlerde yaşanan cinsel istismar, yurt yangınları ve kazaları gibi olaylar eğitim sistemine yeni bir toplumsal sorun olarak girmiştir. Ülke genelinde öncelikle kırsal bölgelerde yoksul aile çocuklarının ihtiyacını karşılamak için yurt binaları yapılması, Yatılı Bölge Ortaokullarının sayısının artırılması, Pansiyonlu ortaöğretim kurumunun sayısı artırılarak teşvik edilmesi gerekmektedir. Cemaat ve tarikatların yurt açmalarına izin verilmemelidir. Vakıf, dernek, tarikat ve şahısların yurt açma izinleri iptal edilmeli, kaçak olarak faaliyet gösterenlerin hızla kapatılması sağlanmalıdır”.

TBMM Genel Kurulu’nda 11 Aralık 2023 günü başlayacak bütçe maratonu öncesinde ana muhalefet partisi CHP, 2024 yılı Merkezi yönetim bütçe kanun teklifinin Plan ve Bütçe Komisyonu Raporuna 481 sayfalık karşı oy yazısıyla muhalefet şerhi düştü.  Türkiye’nin fotoğrafını Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta kullandığı ‘Manzara-ı Umumiye’ başlığında toplayan CHP, “2002 genel seçimlerinden sonraki 22 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde Cumhuriyet tarihimizde ilk kez, demokrasi ve Cumhuriyet’in tahrip edilmesi için bizzat demokrasi ve Cumhuriyet’in kurumları ve olanakları kullanılmıştır” dedi.  CHP, “Anayasa değişikliğinin verdiği yeni yetkilere dayandırılarak çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile devletin yapısı baştan aşağı değiştirilmiştir” değerlendirmesine yer verdi.

CHP’nin Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu Üyeleri, İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, Malatya  Milletvekili  Veli Ağbaba, Antalya Milletvekili Cavit Arı,  Manisa  Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, Karabük  Milletvekili Cevdet Akay, Antalya  Milletvekili Mustafa Erdem, Rize  Milletvekili  Tahsin Ocaklı’nın imzalarıyla sunulan  karşı oy  yazından bazı  bölümler şöyle:

MANZARA-İ UMUMİYE

29 Ekim 2023 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci yüzyılını kutladığımız  bu günlerde 2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi  kamuoyunda ve Plan ve Bütçe Komisyonunda düşük profilli sunum ve tartışmalardan sonra T.B.M.M.’nin gündemine getirilmiş bulunmaktadır.

2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile ilgili değerlendirmelerden önce ülkemizdeki mevcut siyasi koşulların ve adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ucube yönetim biçiminin ülkeyi içerisine soktuğu genel durumun bir özetinin yapılması gerekmektedir.

24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra uygulanmaya çalışılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile kamu yönetim organizasyonunda yapılan kalıcı değişikler ve “atanmış bakan” müessesesi kamu yönetiminin çalışma tarzını olumsuz yönde etkilemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, ilanının üzerinden geçen 100 yıl içerisinde demokrasi yolculuğunda büyük badireler atlatmış ve demokrasimiz zaman zaman kesintilere uğramıştır. Bu sarsıntılı demokratik gelişim sürecinde, halkımız cumhuriyete ve demokrasiye bağlılığını korumuş ve kendisine doğru seçeneklerle sunulan her meşru seçim fırsatında, iradesini “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi doğrultusunda kullanmıştır.

Ancak, 2002 genel seçimlerinden sonraki 22 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde Cumhuriyet tarihimizde ilk kez, demokrasi ve Cumhuriyet’in tahrip edilmesi için bizzat demokrasi ve Cumhuriyet’in kurumları ve olanakları kullanılmıştır.

Vatandaşlarının yetenek, erdem, gayret ve liyakati üzerinde yükselen ve ilkeler ve kurumlar manzumesi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu anlayış içerisinde büyük hasarlar görmüş, Cumhuriyet’in ilke ve kurumları hoyratça parçalanmış ve tahrip edilmiştir.

Türkiye’de demokratik parlamenter rejimi ortadan kaldıran, 16 Nisan 2017 referandumu ile bir Anayasa değişikliği oylanmış ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hayata geçirilmiştir. 2007 yılında Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı ile başlayan, ardından 21 Ekim 2007 ve 12 Eylül 2010 tarihli referandumlar ile şekillenen ve 16 Nisan 2017 referandumu ile nihayetlendirilen süreçte Türkiye’nin, Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiği, demokratik, anayasal ve kurumsal birikimlerinin büyük bölümü kaybedilmiştir.

Demokratik rejimlerin en temel niteliklerinden biri iktidarın yasama, yargı, medya ve bağımsız denge ve denetlenme mekanizmaları ile sınırlandırılmasıdır. Hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yürütme üzerindeki neredeyse tüm denetim ve sınırlamaları kaldırmıştır. Rejimin bu anlayışla radikal biçimde değiştirilmesi, ülkemizde kurumsal dengeleri ortadan kaldırdığı gibi, devlet geleneğinde ve bürokratik liyakat kültüründe de dramatik bir bozulma ortaya çıkarmıştır.

Anayasa değişikliğinin verdiği yeni yetkilere dayandırılarak çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile devletin yapısı baştan aşağı değiştirilmiştir. Devlet örgütlenmesi ve bürokratik yapı, tek adamın belirleyici olacağı, kurumların bir kişiden ve onun dar çevresinden emir alacağı, bir kişiye karşı sorumlu olacağı biçimde yeniden yapılandırılmıştır. Bütün bir devlet geleneği yıkılarak, oturmuş gelenekler bozularak yeni bir yürütme yapısı hayata geçirilmiştir.

Bu kararnamelerle Türkiye’nin idari yapısında kalıcı ve hızlı değişiklikler yapılmış, birçok kamu daire, kurum, kuruluş, kurulu ya kapatılmış veya bazı kamu kurumları aynı çatı altında yeniden teşkilatlandırılmış ya başka kurumlara devredilmiş ya da direkt olarak Cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirilmiştir. Cumhurbaşkanlığında mevcut kamu yönetiminde işlevleri bulunan kamu kurum ve kuruluşlara paralel yeni kurul, başkanlık veya ofisler oluşturulmaktadır.

Bazı kamu kurumları da işlevsizleştirilmiş, bu yöntemle kamu yönetiminde mevcut bellek silinmiştir. Kamu personelinin mevcut kazanılmış haklarını ortadan kaldıran düzenlemeler yapılmış, kapatılan veya işlevi değiştirilen bakanlık ve kamu kuruluşlarındaki deneyimli kamu personeli kendi eğitim, görev ve birikimleri ile ilgili olmayan bakanlıklarda veya kamu kurumlarına tayin edilmiş veya kamu personeli için oluşturulan havuzlara (?) alınmış, oradan da kendi öz deneyim ve birikimleri ile ilgisi bulunmayan diğer kamu kurumlarına tayin edilmişlerdir.

Bu işlemler çok sayıda ve art arda gelen Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile gerçekleştiği için bu kararnamelerin gerekliliğinin, içeriğinin tartışması kamuoyunda yapılmamıştır.

Bu kararnameler TBMM’nin de denetimi dışındadır. Bu nedenle T.B.M.M.’nin gündemine alınıp tartışılmamaktadır. Bu kararnameler eski sistemdeki KHK’ların statüsünde bulunmayıp sadece Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi bulunmaktadır.

Kamu kurumları ve bürokrasi siyasi iradenin karar alma süreçlerini yavaşlatan, keyfi biçimde hareket etmesini engelleyen, sınırlayıcı unsurlar olarak görülmeye başlanmıştır. Yüzlerce yılda yerleşen bürokratik liyakat, ehliyet ve sorumluluk teamülleri sözde yenilikçilik adı altında hiçe sayılmıştır. Geleneklerle birlikte devlet aklı, kurumsal birikim ve kamu vicdanı da yok edilmektedir.

Siyasi irade üzerinde hiçbir sınırlama kabul etmeyen yeni yaklaşım kamuda akılcılığı, nesnelliği ve bilimsel yöntemleri de dışlamaktadır. Kamuda işe alımlarda partizanca bir anlayışın hâkim olması sonucunda liyakat ilkesi tamamen ortadan kalmış, uzmanlık, vasıf, bilgi birikimi ve yeterlilik değer olmaktan çıkarılmıştır. Kurumların bu anlamda sahip olduğu mevcut kapasite ve beşerî sermaye atıl hale getirilmiştir.

Kurumların yapısının plansızca ve radikal bir biçimde değiştirilmesi devlet içindeki uyumu ve kamu uygulamalarındaki tutarlılığı da yok etmiştir. Bu çarpık ve hesapsız dönüşüm sürecinin ülkemizin demokratikleşme serüvenine kurumsal birikimimize ve kamu vicdanına verdiği zararlar ne yazık ki muhtemelen kalıcı ve uzun vadeli olacaktır.

Halkın çıkarlarını, demokratik ölçütleri, hesap verebilirliği, hukuku hiçe sayan bu yeni yapı, sorumlu, verimli ve etkin bir kamu yönetiminden ülkeyi hızla uzaklaştırmaktadır. Karar alma mekanizmalarının merkezinde tek bir kişinin iradesi, kişisel çıkarları ve ihtirasları bulunmaktadır.

Bütün bir ülkenin yönetimini Cumhurbaşkanının kişisel kararlarına devreden bu sistem, sürdürülebilir kalkınmayı, nitelikli büyümeyi ve hakça bölüşümü olanaksız hale getirmektedir. Yeni düzen, halkın yani kamunun bütün olanak ve kaynaklarını denetimsiz, yozlaşmış ve adil olmayan bir biçimde dağıtmaktadır. Saray ve çevresi ile iyi ilişkiler kuranlar, kamu kaynaklarına haksız bir biçimde ulaşarak zenginleşirken, demokratik bir temsil ve hakça bölüşümden yana olanlar dışlanmakta ve cezalandırılmaktadır. Kaynakların bölüşümünü hükümet destekçileri lehine artıran bu sistem, siyasal anlamda da toplumu ayrıştırmaktadır.

Hizmette eşitlik ve yönetimde liyakat ilkelerinin kamu yönetiminde ve hizmetlerinde yok edilmesi, toplumu da ‘bizden olanlar ve olmayanlar’ olarak tasnif etmektedir. Bu yönetim anlayışı ülkede kutuplaşma hatlarını çoğaltmakta ve derinleştirmektedir. Devlet gücünü, yurttaşları, herhangi bir görüşünden dolayı ötekileştirmek ve cezalandırmak için kullanılabilir hale getirmektedir. Bu çarpık sistem, kurumsal çöküş ile birlikte toplumsal çöküşe de hız kazandırmaktadır.

Devletin bütünüyle siyasal iktidarın emrine verildiği yeni düzende, iktidara yönelen her eleştiri “devlete saldırı” olarak değerlendirilmektedir. Halkın önemli bir bölümü tüm yurttaşların ortak varlığı olan devlete karşı konumlandırılmakta, dar bir kesimi ise devletin sahibi olarak yansıtılmaktadır. Devletin şahsiyetinde iktidarı kutsallaştırmaya çalışan bu yaklaşım halkın belirli bir bölümünü de adeta düşman olarak görmektedir. Devletin vatandaşları ile ilişkisindeki ana yöntem, kayırma, baskı ve korkutma haline gelmektedir.

2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinin değerlendirilmesine geçmeden önce Türkiye’de 2017 yılında gerçekleştirirlen Anayasa Değişikliklerinin Haziran 2018 seçimlerinden sonra yürürlüğe girmesiyle birlikte yaşanan Anayasa’dan kopuş ve yıkım sürecini hatırlamak gerekmektedir.

2017 Anayasa Değişikliği ile Devlet ve hükûmet yetkilerini uhdesinde toplayan tek kişinin yasama ve yargıyı yönlendirici ve güdüleyici uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni “demokratik hukuk devleti” niteliğinden (Anayasa, m. 2) uzaklaştırmıştır.

Bu bakımdan, 2017 Anayasa Değişikliği ve uygulamasının ortaya çıkardığı siyasal ve anayasal düzen, çoğulcu siyasal rejimler yelpazesinin dışında yer almaktadır.

2017 Anayasa değişikliği kurgusu, sonradan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi olarak adlandırılmış olsa da çoğulcu demokraside buluşan ortak paydalarının dışında kalmakta ve antidemokratik bir yapı oluşturmaktadır.

Anayasal denge ve denetim düzenekleri; görev-yetki-sorumluluk ve hesap verebilir hükûmet; bağımsız yargı 2017 Anayasa Değişikliği sonucu ortaya çıkan anayasal kurgu (configuration) ile ortadan kaldırmış bulunmaktadır.

Anayasa değişikliği gereğini ivedi bir zaruret haline dönüştüren temel nedenler şunlardır:  

Demokrasinin asgari koşulu olan erkler ayrılığı askıya alınmıştır.

Denge ve denetim mekanizmaları kaldırılmıştır.

Halk egemenliğinin varlığının asgari bir gereği olan hesap verebilirlik ilkesi yok edilmiştir.

Demokratik toplumun temeli olan siyasi ifade özgürlüğü ve siyasi partiler arasında eşit rekabet, Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı olması ve yargının bağımsızlığını yitirmesi sonucu ortadan kalkmıştır.

Keyfî şekilde koyulup kaldırılan, yorumlanan, uygulanan ya da uygulanmayan kurallar yüzünden, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri kaybolmuştur.

Temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargı, bağımsızlığını yitirmesi sonucunda, bizzat bir hak ihlali kaynağına dönüşmüştür.

Kamu hizmetine girmede kanun önünde eşitlik ve liyakat ilkeleri etkisiz kılınmıştır.

Anayasa, toplumda hukuka olan inanç ve saygıyı yok edecek şekil ve ölçüde, iç tutarlılığını yitirmiştir.

Devlet aygıtında partizanlaştırma süreci giderek ivme kazanmaktadır.

Cumhurbaşkanı’nın atadığı/görevden aldığı Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların, seçilmiş olmadıkları ve TBMM önünde sorumlu bulunmadıkları halde parti faaliyetlerine katılmaları ve siyaset yapmaları, Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı olmasından kaynaklanmaktadır.

Siyaset, Cumhurbaşkanı ve politika kurulları ile sınırlı tutulduğu halde, Saray dışında bakanlar, Saray içinde ise Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, İletişim Başkanı gibi bürokratlar, eylemli olarak siyasal tartışmaların ve tasarrufların tarafı konumundadırlar.

Yasama yetkisi, anayasal çerçevede kullanılamamaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin mevcut uygulaması TBMM’yi nitelikli yasa yapma hak ve yükümlülüğünden alıkoymaktadır.

Cumhur İttifakı, TBMM’de grubu bulunan partilerin kamu yararına yönelik en makul ve yaşamsal önerilerinin dahi yasalaşmasına engel olmakta, müzakere sürecini ve denetim işlevini engellemektedir.

Cumhuriyet Türkiye’sine Osmanlı’dan aktarılan en önemli kurumların başında Meclis gelmektedir. Millî mücadeleyi yöneten bu Meclisin hafızasında parlamento hukukumuzun kurucu metinleri olan 1877 tarihli Heyeti Ayan Nizamnamei Dahilisi, 1927 tarihli TBMM Dahili Nizamnamesi ve halen meri olan 1973 tarihli TBMM İçtüzüğü bulunmaktadır. Ayrıca, yazılı hukuk kaynakları dışında Meclis teamülleri parlamentonun çalışmalarında başvurduğu diğer çok önemli bir kaynağı oluşturmaktadır.

Bu sistemin yasama faaliyetine bir diğer olumsuz yansıması ise “Torba yasa” ve “adsız yasa” uygulaması, çoklu sakıncayı beraberinde getirmesidir.

Torba Kanun metinleriyle, birbiri ile ilintisiz konulardaki kanunlarda yapılan düzenlemeleri görmekteyiz. Komisyon düzleminde ihtisaslaşma anlamsızlaşmakta, komisyonların varlık nedeni sorgulanmaktadır. Kanunların konu bütünlüğü, iç tutarlılığı ortadan kalkmaktadır. Torba kanun uygulaması gerek milletvekillerinin gerekse komisyonların kapasitesinin çok gerisinde bir kanun yapım sürecini dayatmakta parlamento çalışmalarının niteliğini zayıflatmaktadır.

Bu kapsamda torba kanun; etkinlik, demokratik katılım ilkelerine aykırı, nevi şahsına münhasır bir uygulamadır.

Parlamentolarda ihtisaslaşma yasama kalitesi açısından çok önemlidir. Bu konuda İçtüzükte ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir.

İçtüzükte tali komisyonların çalışmadığı bir durum söz konusu değildir. Bu konuda İçtüzüğün 23 ve 37. maddelerinde ayrıntılı düzenlemeler yer almaktadır. İhtisaslaşmadan yararlanma Esas komisyon-Tali komisyon veya Komisyon-Genel Kurul arasındaki iş bölümünde tek perspektif olmalıdır. İhtisaslaşmadan yararlanmak suretiyle komisyonların görece teknik çalışmaları yürütebilmesine imkan sağlanması gerekmektedir. Hem bu suretle genel kuruldaki çalışmanın verimliliği artırılacak, hem de kanun yapma süreci daha sağlıklı bir yol izleyecektir. Böylelikle de yasama kalitesi güçlenecektir.

Kanun teklifleri ilgili tali komisyonlarda görüştürülmeden yasalaştırılmaktadır.

Bu durum parlamento hukukunu zayıflatmakta ve etkin iş bölümünü ortadan kaldırmaktadır. Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım olmayıp, parlamento hukukunda ana komisyon-tali komisyon ilişkisini tartışmalı hale getirmektedir.

Uygulamada yasama çalışmalarının mutfağı niteliğindeki komisyonlar, bir tür yasak savma süreci olarak görülmekte; Genel Kurul’da ise, müzakere süreci işletilememekte; iktidar partisi milletvekillerinin oyu yasama çalışmaları sırasında belirleyici olmaktadır.

Kod yasalarda gerçekleştirilmeyen, T.B.M.M’nde ilgili komisyonlarda yeteri kadar tartışılmayan kanun teklifleriyle ve sadece Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirilen torba yasalarla getirilen hükümlerle bütüncül olmayan yasa yapma alışkanlığı ilave problemlere neden olmakta, kod yasalardaki bazı hükümlerin sık sık değişimine sebebiyet vermektedir.

2002’den günümüze Meclisin çoğunluğunu oluşturan AKP iktidarı parlamento hukukunun en temel kurum ve kurallarını ihlal ederek ve aşındırarak bu alandaki tarihsel birikimini ortadan kaldırmaktadır

Torba yasa” tarzı, nitelikli yasa sürecini engellemesinin yanı sıra AYM’nin etkili denetim olanağını ortadan kaldırarak mahkemenin Anayasa’ya uygunluk incelemesini de zorlaştırmakta ve torba yasalar üzerinde etkili bir yargısal denetim yapılamamasına neden olmaktadır.

TBMM’nin, bütçe sunumunu bile yapmayan Cumhurbaşkanı’na soru sorma olanağı dahi bulunmamaktadır. Dahası Cumhurbaşkanı, TBMM önünde bütçe sunma görevini yerine getirmemesi TBMM’nin, demokrasinin doğuşunda kilit önemde olan bütçe hakkını kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Yargı, Dış Baskılar ve İç Direnişler Sonucu, Eleştirel Düşünce ve Demokratik Muhalefeti Sindirme Aygıtına Dönüştürülmüştür.

Yürütmenin, yargılama sürecine sürekli müdahale etmesi, Anayasa madde 138’i askıya alıcı etkiler yaratmaktadır.

ANAYASA MAHKEMESİ DENETİMİ ETKİSİZLEŞTİRİLMİŞTİR.

Anayasa’nın 161’inci maddesinin 4’üncü fıkrası TBMM’nin bütçe yapmasını önemsizleştiren ve yürütmeye kendi bütçesi ile devam edebilme olanağı tanımaktadır.

“Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.”

Bütçe hakkının Meclis’e ait olması sadece kabulü aşamasında değil harcamaların denetimi açısından da Meclis’e aittir. TBMM adına denetim yapan Sayıştay ise etkisizleştirilmiş, raporlarının Genel Kurul’a sunulmasının önüne geçilmiştir.

Bütçe hakkını zedeleyen bu anayasal ve yasal düzenlemeler bir yana, bütçe sunumu ve görüşmeleri de, doğrudan ve dolaylı Anayasa ihlalleri ile geçmektedir

Bütçe sunumunu Cumhurbaşkanı Yardımcısının yapması; Cumhurbaşkanının ise, TBMM’yi muhatap almaması, Anayasa’nın açıkça ihlalidir.

Cumhuriyet ve parlamenter demokrasi bu ülkeye, bilimin ışığında gelişme, özgür düşünce ve kurumsal hesap verebilirliğin yanı sıra nitelikli bir kalkınma ve hakça bölüşüm vaat etmekte iken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin toplumumuza vaat edeceği hiçbir şey yoktur.

2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe ve 2022 Yılı Kesin Hesap Kanun Teklifleri, yukarıda ana hatları özetlenmeye çalışılan bu ortamda T.B.M.M. Plan ve Bütçe Komisyonunda muhalefetin katkıda bulunmak istediği hususlarda verdiği önergelerinden hiç biri kabul edilmeksizin T.B.M.M. gündemine taşınmaktadır.

2024 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUN TEKLİFİNİN RAKAMSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

2024 yılında faiz giderleri 2023 yılına görece % 94.1 artış göstermektedir.

2024 yılında vergi gelirleri ise 2023 yılına görece % 73.5 artış göstermektedir.

2024 yılında bütçe açığı ise 2023 yılına görece % 62.5 artış göstermektedir.

Bütçe açığının Gayri safi milli hasılaya oranı % -6.4 olacağı öngörülmektedir.

Faiz giderlerindeki bu eğilim 2018 yılından bu yana artış yönünde kendisini göstermektedir. 2018 yılında Bütçe Giderleri içindeki faiz giderinin payı % 8.91 iken bu rakam 2019 yılında % 10.00, 2020 yılında % 11.14, 2021 yılında ise % 11.28,  2022 yılında 10.6 civarında gerçekleşmiştir.

Aynı şekilde faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı 2018 yılında % 11.91 iken bu oranın 2021 yılında % 15.52,  olarak 2022 ‘de % 13.2 olarak gerçekleşmiş,2023 yılında %15.1 olarak gerçekleşeceği, 2024 de ise % 16.9’a çıkacağı tahmin edilmektedir.

Bunun anlamı vergi gelirlerinin faiz giderlerini finanse etme oranı artmaktadır

2024 Bütçenin vergi gelirlerinin dağılımı aşağıdaki gibidir.

2024 yılında Merkezi önetim Bütçe Gelirlerinin 8.437 Milyar TL.’ye vergi gelirlerinin ise 7.407 Milyar TL.ye ulaşacağı anlaşılmaktadır.

Vergi gelirlerinin 2024 yılında 2023 yılına göre %73.5 oranında artacağı tahmin edilmektedir.

2024 yılında da vergi gelirlerinin yaklaşık % 53’ünün  nin dolaylı vergilerden oluşacağı, diğer ve gelir ve servet vergilerinin oranının ise % 47 civarında gerçekleşeceğinin tahmin edildiği anlaşılmaktadır.

2024 yılında toplanması düşünülen vergilerin yine yaklaşık ¾’ünün maaşlı ücretli çalışan işçi ve memur kesiminden alınacağı anlaşılmaktadır.

YOKSULLUK VE SOSYAL POLİTİKALAR

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 2024 Yılı bütçe teklifi 334 milyar 349 milyon 925 bin lira olarak belirlenmiştir. Merkezi Yönetim bütçe teklifi incelendiğinde Bakanlığın bütçesine ayrılan payın yıldan yıla azaldığı görülmektedir. 2022 yılında merkezi bütçenin yüzde 3,77’sini oluşturan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi, 2023 yılında merkezi bütçenin yüzde 3,35’ini oluşturmuştur. 2024 yılında ise öngörülen rakam yüzde 3,01’e düşmektedir.

EMEKLİ YOKSULLUĞU DA UTANÇ VERİCİ DÜZEYLERDE!

SGK’nin asgari ücretin altında maaş alan emekli sayısını kamuoyuna açıklamamasının nedeni tarafımızca bilinmemektedir. Kaç emeklimizin asgari ücretin altında maaş alıyor olduğu tarafımızca bilinmemektedir. Çünkü veriler gizlenmektedir.

En düşük emekli maaşının asgari ücretle eşitlenmesi önerimizin bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Çünkü son 21 yılda en düşük işçi emeklisi aylığının 29 kat, asgari ücretin ise yaklaşık 62 kat arttığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Geçmişte CHP’nin “emekliye iki ikramiye” vaadi için “kaynak yok” diyen iktidar sonra bunu hayata geçirmek zorunda kalmıştı!

Bakanlığın açık ara en başarısız olduğu alan çocuk yoksulluğu ve yoksunluğuyla mücadeledir!

Nüfusumuzun yüzde 26,5’i 0-17 yaş arası çocuklardan oluşmaktadır (2022).  Aile Reisi İşsiz Olan Ailelerde Yaşayan Çocuk Sayısı (2022) 1,5 milyonun üzerindedir.

Maddi yoksunluk çeken çocukların oranı ise 7,5 milyonun üzerindedir ( % 33,7) (2020). Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı tarafından yapılan ve Haziran ayında güncellenen Dünya Yoksulluk Haritası’na göre, Türkiye’de 5 yaş altı çocukların yüzde 17’si yani yaklaşık 1 milyona yakın çocuk akut yetersiz beslenme yaşamaktadır, yani, çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri alamadığı için gelişememektedirler. Çünkü uzmanlara göre, çocuklarımız yeni dokuların yapımı için gereken iyi kalitede protein, vitamin ve mineralleri alamamaktadırlar. Yaklaşık 3 milyon çocuk ise kronik yetersiz beslenme yaşamaktadır.

Özetle:Türkiye’de yoksul sayısı alarm veren bir sayıya ulaşmıştır! İktidar yoksullukla mücadelede sınıfta kalmıştır! Bütçeden engellilere ayrılan pay, iktidarın engellilere bakışının da özetidir. İstihdam Engellilerin de en can alıcı sorunlarından biridir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını yeterli mali kaynak sağlayarak sosyal devletteki gerçek işlevine kazandırmak durumundayız.

21 YILDA KAMU ELİYLE BİR FABRİKA YAPILMAMIŞTIR

Türkiye'nin mevcut iktidar ile; Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı’na yaraşır bir kendine yeterlilik, insani kalkınma ve bölgesel gelişmişlik hikayesini yazabilmesi mümkün değildir.

Dış açık, bütçe açığı, dış borç ve bilim-teknoloji açığını tescil eden Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bütçesi, Türkiye’nin 21 yıllık AKP iktidarı altında; dışa bağımlılığının arttığını ve yüksek faizli borçla ayakta durabilen, sektörleri iflasın eşiğine sürüklenmiş kırılgan bir ekonomi haline geldiğini göstermektedir. Türk-Telekom’u, selüloz ve kağıt fabrikalarını, şeker fabrikalarını, gübre fabrikalarını ve büyük rafinerileri özeleştiren AKP hükümetleri, tüm bu sanayi ve teknoloji alanlarında Türkiye’nin kırılganlığını arttırmışdır.  

21 yıllık Adalet ve Kalkınma iktidarı döneminde dünyanın faizini bir avuç tefeciye ödeyenler kamu eliyle bir tane dahi fabrika yapmamıştır.

AKKUYU NÜKLEER SANTRALİ KİME AİT?

Bütçe görüşmelerinde ısrarla, Akkuyu Nükleer Santrali’nin önemli bir yatırım olduğundan, ülke enerji politikaları yönünden yaratacağı faydadan söz edilmiştir. Ancak, Akkuyu Nükleer Santrali Rusya’ya aittir.

Akkuyu Nükleer Santrali’yle ilgili olarak yapılan anlaşmaya göre toplam 4 üniteden, her biri 1.200 megavat üretim kapasitesine sahiptir. Nükleer Santral kapsamında yapılacak 4 ünite için alım garantisi verilmiştir. 1’inci ve 2’nci üniteler için yüzde 70 alım garantisi, 3 ve 4’üncü üniteler için yüzde 30 alım garantisi verilmiştir. On beş yıl boyunca 12,35 cent üzerinden alım garantisi sağlanmıştır. Her bir reaktöre verilen alım garantisi oranları üzerinden yapılacak hesaplama ile bu dört reaktörün on beş yıl boyunca çalışması halinde toplam 38 Milyar Dolarlık bir alım garantisi verilmiş durumdadır. Üretilen elektriğin tamamı satıldığındaysa, 76 Milyar Dolar ödenecektir. Santral için öngörülen 60 yıllık süre içinde 200 Milyar Dolar Rusya’nın kasasına para girecektir. Ayrıca, santralin söküm maliyetleri de söz konusudur.

BOTAŞ’IN ZARARI NEDEN SAKLANIYOR?

2022 ve 2023 yılı BOTAŞ doğal gaz toptan fiyatları karşılaştırıldığında sanayi ve konut bazında vatandaşa yüklenen zam ortaya çıkmaktadır. Türkiye doğal gaz enflasyonunda dünyada en ön sıralarda gelen ülkelerdendir. AKP iktidarı doğal gaz arzını bir seçim propagandası olarak kullanmakta zam dönemlerini özellikle seçim sonrası olarak planlamakta, vatandaşa sözde indirim olarak yansıttığı tutarı, hazineye binen bütçe açığını daha önce yaptığı fahiş zamlardan ve vergilerden kat be kat fazlasıyla geri almaktadır.

Hükümetin artan doğalgaz ithalat maliyetlerini bütçeden karşılamaya devam etmesi ve BOTAŞ'ın merkezi bütçeye olan yükünün giderek artması, Türkiye'nin enerji sektöründeki finansal zorlukları gözler önüne sermektedir.

YANLIŞ MADENCİLİK POLİTİKASI

Türkiye’nin enerji politikalarına dair yapılan eleştirilerimizin bir kısmı, tabii kaynaklarının yönetimi için de söz konusudur. Maden Kanunu, AKP iktidarı döneminde 28 kez değiştirilmiştir.

Madenler üzerindeki denetimlerin aksaklıkları, iş sağlığı ve güvenliğine aykırı uygulamalar, yaşanan maden faciaları, iş cinayetleri ile ortaya çıkmaktadır.

Maden tesislerinin sebep oldukları çevresel sorunlar nedeniyle yurttaşlar ve yatırımcılar ile madenciliğe dair devlet politikaları arasında uyuşmazlıklar yaşanmaktadır. Madencilikte çevreye uygun madencilik yöntemlerine, çözümlerine maalesef itibar gösterilmemekte, vahşi, doğaya zarar veren rant öncelikli madencilik uygulanmaktadır. İktidar çevresel zararlara dair hak talep eden yurttaşların taleplerine gözünü kapamakta, zaman zaman bu alanı terörize etmektedir. Madenciliğin çevresel boyutları, madenlerin yönetimine dair toplumsal uzlaşı gibi hususlar göz ardı edilmektedir.

Madencilik faaliyetleri enerji, tarım, orman, çevre, doğal ve tarihi mirası koruma politikalarıyla koordineli bir şekilde yürütülmemektedir.

Ülkemizde iktidarın liyakatsiz yönetimi, etkin olmayan denetimleri ve rantçı anlayışı yüzünden adeta sömürgeci madencilik yapılmaktadır. Doğal kaynaklarımız talan edilmektedir. Madenlerimizde iş güvenliği tedbirlerindeki yetersizliklere, eksikliklere göz yumulması sonucu ülke madencilik tarihinin en büyük faciaları bu iktidar döneminde yaşanmıştır.

Görüşülen son bütçeye de, geçmiş bütçelere de bakıldığında görülecektir ki ülkemiz cari  açığının oluşmasında yanlış enerji ve maden politikalarının da büyük etkisi bulunmaktadır.  Ülkemizin petrol, doğalgaz, kömür ve metal maden ithalat tutarı söz konusu cari açığı oluşturan temel nedenlerdendir.

Bakanlık Denetimleri: Kuralsızlık Kural Oldu

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının yıl içinde yaptığı denetimlerin sayısının arttığı belirtilmiştir.  Ancak, bu denetimlerin sadece "göstermelik" olduğu ve aslında içeriksel etkinlikten uzak olduğu konusunda ciddi tespitlerimiz bulunmaktadır. Özellikle Bakanlığın denetim süreçlerini değerlendirdiğimizde, önemli zaafların varlığı gözlemlenmektedir. Bakanlık, yaptığı denetimlerin detayları ve sonuçları konusunda şeffaf olmakta yetersiz kalmaktadır. Kamuoyu, denetimlerin neye odaklandığını ve hangi sonuçlara ulaşıldığını açıkça görmek istemektedir. Bakanlık, denetimlerin ardından alınan önlemler ve yapılan iyileştirmeler konusunda net bilgiler sunmamaktadır. Denetim sonuçlarının gerçek bir etki yaratıp yaratmadığı konusunda belirsizlik bulunmaktadır.

ÖĞRENCİ YURTLARI SORUNU

Üniversite sınavlarından sonra milyonlarca öğrencimiz yine barınma sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Şu anda Türkiye’de Yükseköğretim düzeyinde KYK’ya bağlı 830 yurt ve 955 bin yatak kapasitesi bulunmaktadır. Başka bir ifade ile devlet, yurt ihtiyacı olan yaklaşık 4 milyon öğrencinin sadece 1/5 ine yurt imkanı sağlayabilmektedir. Bu bir utanç vesikasıdır. Bir önceki yıl 825 bin olan yurt kapasitesi, yeni yurt yapılarak artırılmamıştır

Bir yılda 130 bin yatak kapasitesi artışı, 4 kişilik odaya bir ranza daha koyup 6 kişilik yapılarak, 6 kişilik odaya 8 kişi konularak gerçekleştirilmiştir. Halbuki, devlet tüm öğrencilerine güvenli, sağlıklı barınma imkanı sağlayabilecek kuvvette ve itibarda olmalıdır.

Ayrıca, yurtlarda çıkan yemeklerin kalitesi ve hijyeni ile ilgili soru işaretleri bulunmaktadır. Geçtiğimiz aylarda yurtlardaki yemeklerin içinden çıkan yabancı maddeler hakkında pek çok haber yayınlanmıştır.

Yine bilindiği gibi, geçtiğimiz aylarda yurtlarda ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan asansör kazaları meydana gelmiştir. Aydın Güzelhisar Kız Öğrenci Yurdunda bir öğrenci asansörün yere çakılması sonucu hayatını kaybetmiş, Rize’de Kaçkar öğrenci yurdundaki asansör kazasında da yaralanma meydana gelmiştir.

Devlet yurtlarında hem yeterli sayıda öğrenci barındırılamamakta hem barınan öğrencilerin, güvenliğini sağlanamamakta ve hem de sağlıklı temiz yemek çıkarılamamaktadır.

Öte yandan 2006'dan sonra zorunlu eğitim ve yükseköğretim düzeyinde özel öğrenci yurtları ciddi oranda artmıştır. 2 bin 735 olan sayı 4 bin 692'ye yükselmiştir. (Özel yurtların kapasitesi ise 463 bin 365.) Bu yurtların 3 bin 470'i vakıf ya da derneklere ait. Devlet vergi muafiyeti tanınan vakıf ve kamu yararına çalışan derneklerin yurtlarına öğrenci başına aylık 3 bin 600 lira destek vermektedir. Özellikle maddi yoksunluk çeken çocuklarımız yine tarikat ve cemaatlere ait vakıf ve derneklerin yurtlarına mecbur bırakılmaktadır. Öte yandan merdiven altı yurt ya da ev benzeri kayıt dışı yapıların sayıları giderek artmaktadır.


Yorum Yazın