Aylin Cesur, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Muhalif’e yazdı…

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Aylin Cesur, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Muhalif’e yazdı…
Abone ol

Giriş
Büyük Atatürk'ün önderliğinde, uğrunda nice kanlar dökülerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş felsefesi ile ulusa dayalıdır. Ulusu oluşturan herkes, erkek kadar kadın da ulusal devletin yasal olarak eşit yurttaşı kabul edilmiş ve Cumhuriyet kadın-erkek eşitliği fikri üzerine inşa edilmiştir ve bütün Cumhuriyet devrimleri bu felsefe ile hayata geçirilmiştir.

Tarihsel süreçte ülkemizin, çağdaş olarak nitelendirilen ülkeler ile birbirine yakın on yıllarda, kadınlara eğitim, çalışma gibi hakların yanında seçme ve seçilme hakkı da verilerek haklar konusunda eşitliğin sağlandığını görebiliriz. Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyet’in vizyonu da budur.

Cumhuriyet, çağdaşlık yolunda giden bir medeniyet projesiydi. 
Devrimlerin hedeflediği medeniyet, kadının sosyal, ekonomik ve siyasi hayatın her alanında erkeklerle eşit bir şekilde yer alabilmesi ve kadınların toplum hayatına katılımının her alanda arttırılmasıydı. Bu süreçler Avrupa’da yaşanmaktaydı ve zamanın ruhuna uygun olarak ülkemiz de çağdaşlaşma trenine binmişti. 1926 Medeni Kanunu’ndan başlayarak, eğitim ve çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi temel haklar Avrupa hukukuna yaklaşılarak sağlandı.

Bugünün dünyası, Cumhuriyet döneminin dünyasından çok daha farklı bir dünya. Kadın erkek eşitliği konusunda çağdaşlık felsefesi ruhundan bir şey kaybetmese de kadın erkek eşitliğinin sağlanması için, sadece haklarda eşitlik sağlanmasının yeterli olmadığı görülmüştür. Yüzyıllar boyunca süren erkek egemenliğinin toplumsal etkisinin, bazı kanuni değişikliklerle bir anda silinemediği anlaşıldı ve kadın hakları için yeni nesil kadın hareketleri doğdu.

Haklar konusunda eşitlik olmasına karşın, ekonomik ve sosyal hayatta sürekli ayrımcılığa ve şiddete uğrayan kadınların varlığı bu savı doğrular vaziyette. Kadın cinayetleri, kadın yoksulluğu, kadın okuryazarlığının düşük oluşu, kadınların yeteri kadar temsil edilmemesi gibi olgular hakların kullanımında bazı sorunların olduğunu göstermektedir. Bu sebeple denilebilir ki, medeniyet yolunda atılması gereken adımlar henüz bitmemiştir.

İlk imzacı devlet olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’nde, çağın ruhuna uygun olarak, bu sorunlar görülmüş ve sözleşmeyle dünyada adaletsizliklerle yüzleşen bütün kadınların korunması için hükümetlerin medeniyet yolunda üzerine düşen görevlerin hala sürdüğü, sürmesi gerektiği ortaya konmuştur.

İstanbul sözleşmesi gibi bir yol haritamız olmasına karşın Türkiye, kadın hakları ve kadınların toplumdaki sosyo-ekonomik konumları konusunda geriye doğru giden bir grafik ortaya koymaktadır ve bu biz kadınlar için, bütün kadınlarımız için, son derece kaygı vericidir. Özellikle İktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi fikre sahip olması, Türkiye’de kadınların konumlarının kötüye gidişi ile, iktidarın fikir setinin birbiri ile uyum içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebepledir ki, Türkiye’de kadınların toplumda hak ettiği koşullara erişebilmesi için, yönetimsel anlamda bir değişiklik, zaruri olmuştur. Türkiye’de kadınların sorunları ancak farklı ve daha çağdaş bir dünya görüşüne sahip olan bit yönetim anlayışı ile çözülebilecektir. Son 10 yıldır kadınların sosyo-ekonomik durumlarında yaşanan kötüleşmelere dair bütün istatistikler de buna işaret etmektedir.

Şiddet
Kadına yönelik şiddet denilince, bunun son boyutu cinayet olmakla birlikte, cinsel şiddet, fiziksel şiddet, sözel şiddet, psikolojik şiddet, iş hayatında ve sosyal hayatta ayrımcılığa sebep olan ekonomik şiddet gibi, akla daha geniş bir şiddet tanımının gelmesi gerekir.

Sadece 2020 yılında 300 kadınımızı kadın cinayetlerinde kaybettik ve ayrıca 171 kadınımızın ölümü de “şüpheli” olarak kayıtlara geçti. 2008 yılından bu yana 3621 kadınımız cinayete kurban gitti. Kadın cinayetleri bu süreçte her yıl artan bir grafik çizdi. 

Birleşmiş Milletlerin istatistiklerine göre Türkiye’de kadınların %38’i hayatları boyunca en az bir kere şiddete maruz kalıyor. Çocuk yaşta evlendirilen genç kızlarımızın %50’si şiddet görüyor.

İstanbul Sözleşmesi tek başına kadına şiddeti engelleyemez; bu doğru. Burada yasa uygulayıcılara, yani hükümete ve yargıya ciddi bir sorumluluk düşüyor. 6248 No’lu Kadına Karşı Şiddeti Önleme Yasası gerektiği gibi uygulanmıyor ve pek çok suçlu ceza indirimleri alıyor, serbest bırakılıyor. Şiddete uğradığını söyleyen ve devletten koruma isteyen kadınlarımız göz göre göre cinayete kurban gidiyor. Aile mahkemeleri sadece 2019 yılında 11 bin 446 kız çocuğunun evlenmesine izin verdi. Eğitimi bırakmış ya da eğitime hiç başlamamış 516 bin kız çocuğumuz var. Aileleri izin vermediği için çalışamayan kadınlarımızın oranı %11. Fiziksel şiddetin yanında, ekonomik ve psikolojik şiddet de dâhil şiddetin her türlüsünün tanınması ve cezalandırılması gerekiyor. Çünkü işin en temelinde kadının ekonomik özgürlüğü ve ekonomik hayata katılımı yatıyor. Kadın ekonomik özgürlüğünü kazanabilirse, şiddetten daha kolay kaçınabilir. Kadın yoksulluğu ve kadına karşı şiddet iç içe giren meselelerdir. Kadın güçlü olursa, o zaman kadına karşı şiddetin her türlüsü daha zor gerçekleşir. Kadınlarımızın okuması, istihdam edilmesi, kariyer yapabilmesi, toplumun her seviyesinde, karar alıcılar arasında kadınların olması işte bu yüzden çok önemli.

Kadın Yoksulluğu
Türkiye’de kadın erkek arasındaki ekonomik eşitsizliklere bakacak olursak, Dünya Ekonomik Forumu, 2020 Küresel Cinsiyet Uçurumu endeksinde Türkiye, kadınların ekonomik katılımı ve fırsat eşitliğinde 153 ülke arasında 136. sırada. 2006’da 106. sırada iken aradan geçen 14 yıl içinde 30 sıra geriledik. Kadınların eğitime katılım konusunda ise 153 ülke arasından 92.likten 113.lüğe geriledik.

OECD verilerine göre, kadınlarımızın ortalama eğitimde geçirdiği zaman, erkeklerin yaklaşık 2 yıl gerisinde. Bu durum, hem kadınlarımızın eğitimi için eşit fırsatlar olmadığını, hem de kadınlarımızın eğitim sonrasında iş piyasasında erkeklerle rekabet etmekte zorlanacağını gösteriyor. Bunun kanıtı, Türkiye’de yönetici pozisyonundaki işlerin yalnızca %14,8’inde kadınların istihdam ediliyor olmasıdır. Avrupa ülkelerinde ise yönetici pozisyonlarındaki kadın istihdam oranı %25-%40 bandında değişmektedir.

Ekonomik hayata katılım konusundaki adaletsizliği daha iyi anlamak için, koronavirüs salgını öncesinde Türkiye’de 20-65 yaş arası kadın istihdam oranının %34,4; erkek istihdam oranının ise %73,2 olduğunu görmek gerekir. Aradaki %40’lık farkla Avrupa’daki ülkeler arasında en çok fark olan ülke Türkiye’dir. Avrupa’da nüfusu bize yakın ülkeler incelendiğinde, Almanya’da kadın istihdam oranının %76,6, Birleşik Krallık’ta %74,4, Fransa’da %68,1, İspanya’da %62,1, İtalya’da %53,8 olduğu görülecektir. AB ortalaması ise %67,3’tür.

Ücret ve gelir adaletsizliği konusu ise bu durumun bir başka yansımasıdır. Yine OECD verilerine göre ülkemizde aynı iş için kadınlar, erkeklerin %58’i oranında maaş alabilmektedir. Burada eğitime erişim konusundaki fırsat eşitsizliğinin yanında, algılar konusunda da ciddi bir cinsiyet ayrımcılığı olduğu ortaya çıkmaktadır. Gelir adaleti bakımından ise erkeklerin kazandığı her 100 TL’ye karşılık kadınlarımız 43 lira kazanabilmektedir. Uzun vadede, bu ayrım, mülk ve tasarruf sahipliğinde dramatik farklara yol açtığı gibi, aile içinde de kadın erkek arasındaki ekonomik eşitsizlikten dolayı, kadınların daha fazla baskıya ve şiddete maruz kalabilmesinin önünü açmaktadır.

Koronavirüs salgınında ise kadınlar ekonomik anlamda erkeklere göre daha kötü etkilendi ve kadın erkek arasındaki ekonomik uçurumun daha da derinleşti. Salgınla beraber, erkeklerde iş gücü 538 bin kişi düşerken, kadınlarda 867 bin düşmüştü. Oransal olarak erkek işgücü %2,5, kadın işgücü ise %8,2 azaldı. Ücretsiz izin uygulamasının başlamasıyla, işbaşında olanların oranında da yine benzer bir asimetri ortaya çıktı, erkeklere kıyasla, kadınlar daha çok ücretsiz izine çıkarıldı. Buna göre, işbaşında olan erkeklerin sayısı %6,5 azalırken, kadınların sayısı %11,5 azaldı. 1 yılda ümitsiz işsizlerin oranı erkeklerde %107,9 artarken, kadınlarda %171 arttı. Kasım 2019’da geniş tanımlı işsizlik oranı kadınlarda %28,5 iken Kasım 2020’de bu oran %37,7’ye yükseldi. Toplam istihdam kadınlarda %6,5 azalırken, erkeklerde %2,7 azaldı.

Bütün veriler göstermektedir ki, salgın öncesinde var olan cinsiyet temelli ayrımcılığın ekonomik sonuçları, salgın döneminde daha da artmış ve halihazırda dezavantajlı olan kadınlarımızın daha da yoksullaşmasına sebep olmuştur. Salgından önce Avrupa’da durum daha eşitlikçi olduğu için, Avrupa’da salgın ekonomik anlamda kadın ve erkek arasında bir ayrım bizdeki gibi yaşanmamıştır.

Sonuç
Son 15 yılda ve daha çok son 5 yılda kadın hakları ve kadının toplumdaki yeri konusunda çağdaşlarımıza kıyasla duraksama ve hatta gerilemeler olduğunu görüyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi, denge-kontrol mekanizmalarının zayıfladığı Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ve bu geçişle başlayan ekonomide derinleşen yapısal tıkanıklık ve piyasalara güvenin azalması gibi konular, ülke yönetiminde iktidarın siyasal önceliklerini değiştirdi.

Bu nedenle hem şiddet hem de yoksulluk konusunda kadınlarımızın yanında olacak bir ajanda geliştirilemiyor, kadınlarımızı diğer medeni ülkelerdeki kadınlarla ile eş koşullara yükseltecek politikalar benimsenemiyor.

Tümden bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Hukuksal reformları, toplum hayatına indirebilmek için iktidarda olanların aktif olarak kadın erkek eşitliği değerlerini yüceltmeleri ve yaymaları gerekiyor. Sadece kadınlarımız öldürüldüğünde “kadına karşı yapılan şiddetin karşısındayız, biz de üzülüyoruz” demek yetmez ancak iktidar kanadında bugün mesele yalnızca burada kalıyor. Şiddetin sonuna kadar karşısında olunacak. Ancak kadın hakları meselesi sadece şiddet meselesi değildir. Kadına hayatın her alanında ne kadar yer verildiği meselesidir. Bu da hayatın her alanına katılım esnasında kadınların karşılaştığı sosyal, kültürel ve ekonomik engellerin olabildiğince çok kaldırılması meselesidir. Bu değişim tepeden siyasetle, kanunların gerektiği gibi uygulanmasıyla, gerekirse pozitif ayrımcı politikalarla, tabandan ise sivil toplum kuruluşlarını şeytanlaştırmak yerine, aktivitelerini desteklemek ve ilkokul hatta kreş seviyesinden kadın erkek eşitliği fikrinin çocuklarımıza aktarılmasıyla mümkündür. İşte o zaman Türk kadınını toplumda hak ettiği mertebeye yeniden yükseltebilme imkânımız olur ve bunu başarmak bizim bize bu günkü insanca yaşama koşullarını sağlayan Atatürk’e borcumuz ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzdur. 


Yorum Yazın