Lemi Özgen yazdı:

“Ağzımızda Türk lokumları…”

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
“Ağzımızda Türk lokumları…”
Abone ol
İngiliz edebiyatının ‘altın saçlı Apollon’u olarak adlandırılan şair Rupert Brooke, Çanakkale savaşlarına katılmak ve İstanbul’u fethetmek için adeta koşarak orduya yazıldı. Ülkesindeki arkadaşlarına yolladığı mektuplarda en çok Ayasofya’nın mozaiklerini görmek ve Türk lokumu yemek istediğini söylüyordu.

Grantully Castle gemisi Port Sait limanından yola çıktığında o da arkadaşlarıyla birlikte ön güverteye çıkıp, gemiyi ve etrafı seyretmeye koyuldu. Solgun bir mart güneşinin, kalın bulutların arasından şöyle böyle aydınlattığı Manzala nehrine, kuzeye doğru düzgün bir cadde gibi uzanıp giden kanalın bulanık sularına, köylere, göç için toplanmaya başlayan leyleklere baktı.

Gemiyi inceledi. Askerlikten, hele de denizcilikten hiç anlamıyordu ama en azından görünüm olarak içinde bulundukları bu teknenin sağlam, dayanıklı ve ürkütücü olduğu kesindi. Üç yıl kadar önce Glaskow’daki Barclay Curle tersanesinde kotarılan gemi, karanlık gri rengi,  kıvılcımlı dumanların savrulduğu kocaman bacası ve upuzun mizina direkleriyle zaten gösterişli bir tekneydi. Şimdi ise her yanına yerleştirilmiş uzun namlulu toplar, makineli tüfekler, zırhlı taretler, kocaman cephane sandıkları, güverteden güverteye sarkan kalın zincirlerle korku veren bir savaş gemisi haline gelmişti.

Grantully, süzülerek kanaldan çıktı. Tuğla renkli kumtaşından yapılmış eski deniz fenerine bakarak son kerterizlerini yaptı. On beş derece iskele verip, ağır yolla yürümeye koyuldu. Sağa devirli pervanesinin hafifçe eğdiği gövdesindeki Birleşik Krallık bayrağı, mavili kırmızılı dalgalandı.

Keplerini havaya fırlatarak “hurra” diye bağıran askerlerin arasından ayaklarını sürüyerek geçti. Yıllarca yalınayak yürüdükten sonra ayağına geçirmek zorunda kaldığı bu çirkin ve kalın asker ayakkabılarına alışamamıştı. Şimdi iyice yükselen ve ışıkları enikonu yakıcı bir hale gelen güneşin parlattığı altın renkli saçlarını savurarak yürüdü. Upuzun boyuna, geniş alnına dökülen ışıltılı saçlarına, dışarıdaki denizin lavanta mavisi rengine benzeyen gözlerine büyük bir hayranlıkla bakan denizcilerin hiç farkında olmadan yürüdü.

Pruva yakınlarındaki baş bodoslamanın kral tahtası denen bağlantı yerine oturdu. 1913 yılında Tahitili sevgilisi Taatamata’nın ördüğü çantasından çıkardığı bir tabaka kağıdı, dikkatlice ikiye katladı. Ucunu hep sivri tuttuğu kurşun kalemle yazmaya başladı.

“İnanılmayacak kadar güzel bir şey bu, kaderimizin bize bu kadar yardımcı olacağını tasavvur edemezdim, demek Galata Kulesi 15’lik toplarımızın altında paramparça olacak, demek Gelibolu denizi top gümbürtüleriyle kana boyanıp, leş gibi olacak, demek Ayasofya’nın mozaiklerini, Türk lokumlarını ve halılarını yağmalayacağım, demek ki bizler tarihte bir çağın dönüm noktasını yaratacağız, Allahım, hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım, şimdi anladım ki, çocukluğumdan beri hayatımın tek arzusu, İstanbul’a karşı askeri bir harekata katılmakmış” diye yazdı...

Köşe yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.


Yorum Yazın