İstanbul
Açık
29°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,5430 %-0.53
47,7420 %-0.47
4.392,64 % -0,48
118.138,00 %-0.5
Ara

Netanyahu’nun telefonu, Talat’ın hafızası ve bitmeyen tiyatro

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Netanyahu’nun telefonu, Talat’ın hafızası ve bitmeyen tiyatro

Kıbrıs sorunu yalnızca Kıbrıslı Türklerin ya da Rumların değil, bölgesel çıkarların ve küresel güç hesaplarının merkezinde bir dosya. Ancak bu denklemde en fazla bedel ödeyen, hâlâ çözüm için masada kalmaya çalışan Kıbrıslı Türkler. Crans Montana’dan New York’a, Talat’ın iddialarından Netanyahu’nun gölgesine kadar her şey masada. Ama çözüm? Hâlâ meçhul.

Kıbrıs’ta çözüm artık şairlerin mısralarına, diplomatların notlarına ve gazetecilerin arşivlerine konu olacak kadar efsaneleşti. Ne zaman iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı çözüm hedefi biraz yaklaşsa, birileri “durun bakalım” diyerek ipleri çekiyor.
Mehmet Ali Talat’ın geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamalar, bu dramatik döngüyü bir kez daha gözler önüne serdi. Talat’a göre 2017 Crans Montana zirvesi tam çözüme gidecekken, Rum lider Anastasiades bir gece yarısı valizini toplayıp helikopterle kasabayı terk etti. Neden mi? Çünkü Netanyahu telefon açmış:
“Sen zaten hükümetsin, niye Türklerle iktidarı, yetkiyi paylaşmaya çalışıyorsun?”
Bazıları bu anlatıya güldü, bazıları inanmadı, bazıları Talat’ı “komedi ödülüne layık” gördü. Ama mesele burada bitmiyor. Çünkü asıl komik olan, her çözüm ihtimalinin bir şekilde sabote edilmesi; trajik olan ise bedelini hâlâ Kıbrıslı Türklerin ödemesi.
Netanyahu gerçekten aramış mıdır?
Bu sorunun cevabını bilemeyiz. Ama şu kesin: Aramasına gerek yok. Crans Montana’da çöken masa, zaten Rum tarafının güç paylaşımına yanaşmaması nedeniyle devrilmişti. Türk tarafı tüm uluslararası platformların “son şans” dediği belgeleri imzalamaya, çok acı adımları atmaya hazırdı. Ama Rum liderlik, tıpkı Annan Planı’nda olduğu gibi, çözüm yerine “bekleyelim, daha iyisi gelir” anlayışını tercih etti.
İsrail’le yapılan enerji anlaşmaları, Doğu Akdeniz’deki ortaklıklar ve Türk tarafının devre dışı bırakılmak istenmesi dikkate alındığında, böyle bir “dost uyarısı” sadece mümkün değil, muhtemel görünüyor.
Diplomasi masası mı, dekorasyon eşyası mı?
BM’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Holguin’in kolaylaştırıcılığında yürütülen yeni inisiyatif, Mart 2025’te Cenevre’de başladı. Temmuz ortasında ise bu sürecin ikinci durağı olarak New York’ta bir araya geliniyor. Katılımcılar tanıdık: Kıbrıslı Türk ve Rum liderler, garantörler Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık, artı BM Genel Sekreteri.

Mart toplantısının çıktısı neydi derseniz: İçinde bir gençlik komitesi kurulması da olan, kapılar açılması gibi hepsi daha önce konuşulan güven artırıcı önlemler paketi. Bu sefer “işbirliği başlıkları” dedik, o kadar. Evet, ciddiyiz.
Tam 60 yıldır çözülemeyen bu mesele için şimdi “liderliklerin seçtiği” gençler de devreye girdiler. Sosyal medyada filtreyle barış mesajları, e-twinning projeleriyle diyalog… Kulağa hoş geliyor ama gerçekle bağ kurmak için biraz zorlama duruyor.
Bir taraf mecbur, diğer taraf umursamaz
Burada asıl altı çizilmesi gereken şu:
Kıbrıslı Türkler, mevcut statüko nedeniyle çözüme mahkûm ve adanmış bir halktır. Statükonun her gün yeniden ürettiği dışlanmışlık, yalnızlık ve tanınmamışlık koşulları, Türkiye’den giderek artan dozda “biat” talepleri çözüm umudunu diri tutan başlıca motivasyondur.
Kıbrıs Türk kamuoyunda hâlâ “ortak bir gelecek” fikrine inanan ciddi bir çoğunluk var. Bu, onlarca yıl süren barış kampanyalarının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının ve Türk toplumunun varoluşsal mücadelesinin bir sonucudur.
Ama Rum tarafı için aynı şeyi söylemek zor. Tüm anketler açıkça gösteriyor ki, Kıbrıslı Rumlar arasında federal çözüm fikrine inanç giderek azalıyor.
• “Türklerle ortaklık kurmak istemeyen” oranı %60’ın üzerinde.
• “İki ayrı devlet daha gerçekçi” diyenlerin oranı hızla artıyor.
• “Zaten Avrupa Birliği içindeyiz, neden paylaşalım?” sorusu sokaklarda dolaşıyor.
Rum liderliğinin bu yaklaşımı, çözüm vizyonunu değil, “mevcut kazanımları koruma” refleksini yansıtıyor.
BM bile artık umutsuz
BM Genel Sekreterinin Özel Temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar dahi artık diplomatik perdelere sığmayan açıklamalar yapıyor. Diyor ki:
“Federal çözüm, artık iki tarafın da referans noktası değil.”
Bu, diplomatik literatürde “bu iş olmaz” demenin en nazik yoludur. Ama her iki taraf da hâlâ olmayacak çözüm modellerine tutunmakta ısrarcı. Kıbrıslı Türkler, iki devletli çözüm veya egemen devletlerin eşitliği temelinde çözüm hedefini hâlâ savunmakta. Rumlar ise federasyon derken bile akıllarındaki model “sahte ortaklık”.
Peki ne yapmalı? Gerçekçi çerçeve ne olabilir?
Adada nihai çözümün iki egemen devletli İsviçre tipi başkanlık konseyiyle yönetilen gevşek bir konfederasyon olması fikrini hatırlatayım. Ancak, işbirliği modeli ile bu gelişme kolaylaştırılabilir. Her halükarda olası bir yaşayabilir çözümün temel parametrelerini kısaca hatırlatalım:
1. Türkiye’nin eşit ortak statüsü kurumsallaştırılmalı: Türkiye, AB üyesi olmamakla birlikte, çözüm çerçevesinde adayla sınırlı olarak Yunanistan’la eşit haklara sahip olmalıdır. Bu eşitlik oturma, yerleşme, mal edinme hakları dahil ve sadece güvenlikte değil, ekonomi ve diplomasi alanında da geçerli olmalıdır.
2. Asimetrik dış ilişki mekanizması kurulmalı: Özellikle AB ile yürütülecek temaslarda, Türkiye’nin dışlanmasını engelleyecek özel ve kalıcı mekanizmalar yaratılmalıdır.
3. Karar süreçlerinde simetrik yapı sağlanmalı: Kıbrıslı Türklerin söz ve veto hakkı, sadece kâğıt üstünde değil, gerçek hayatta da korunmalı. Aksi halde kurulacak her yapı, “çoğunluğun azınlığı ezmesi” riskiyle malul olur.
4. İşbirliği modelleri konuşulmalı: Eğer siyasi çözüm kısa vadede mümkün değilse, doğal gazdan suya, eğitimden iklime kadar birçok alanda “işlevsel işbirliği modelleri” geliştirilmeli.
Seçim rüzgârı değiştirir mi?
Kuzey Kıbrıs’ta Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi bu tabloyu değiştirme potansiyeline sahip. Ancak bu seçim, “hangi çözüm modelini destekliyorsunuz” sorusundan çok, “mevcut koşullarda kiminle daha dirençli dururuz” sorusuna yanıt aranarak geçebilir.
Uluslararası toplumun Kıbrıslı Türkleri hâlâ yok sayan tavrı, bu seçimin çözüm odaklı bir kampanyaya dönüşmesini zorlaştırıyor. Üstelik çözüm yönünde atılan her adımın, Türkiye–AB ilişkileriyle doğrudan bağlantılı hale getirilmesi, Kıbrıslı Türk seçmeni her geçen gün daha fazla tedirgin ediyor.
Bu koşullar altında Kıbrıs’ta çözüm mümkün mü? Evet. Ama artık çözüm, tek bir modelin dayatılmasıyla değil, iki tarafın da rızasına dayalı ve dış aktörlerin değil halkların iradesini esas alan bir ortaklıkla mümkün olabilir.
Çözüm için önce gerçekleri konuşmak, sonra niyetleri samimiyetle beyan etmek, en sonunda da kararlılıkla uygulamak gerekir. Şu anda üçü de yok.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *