355 kurşun
Batı Şeria
Gazze
İzlerken seksen dokuz dakikanın bitmek bilmediği ve konfor içinde koltuklarımızda, canlı ses kayıtlarının tamamen gerçeklikle sunulmuş bir acıya tanıklık ediyoruz. Ya onlar?
Cannes Film Festivalinde, ayakta yirmi beş dakika ayaklanıyor olması, bir çözüm olmadığı gibi o canları bir daha geri getiremeyecek.
Tarihi bildiğimiz zamandan yani Hiroşima’dan beri, çocuklarımızı hayalleri ile yok etmeye devam ediyoruz.
MUTLU ÇOCUK Okulunun,
KELEBEK sınıfındaki ve henüz altı yaşında; yanı başında, her yaş alımına bir ceset armağan eden dünya düzeninin! Bitmek bilmeyen acımasız doyumsuzluğunda, çaresizliğin en net öyküsü, Derisini Satan Adam (2020), Dört Kız Kardeş (2023)’n yönetmeni, Kauther Ben Hania sunuyor.
Yapımcı kadrosunda Joker Filminden ve Oscar törenindeki konuşmasından hatırlayacağımız aktivist Joaquin Phoenix ile Brad Pitt bulunmakta.
29 Ocak 2024 tarihinde, Kızılay gönüllülerine acil ulaşan çağrıdan aktarılan ve İsrail tarafından bölgenin terk edilmesi istenip. Yaşayanların terk edişleri sırasında henüz altı yaşında, anaokulu öğrencisi, amcası ve yeğenlerinin tanklardan gelen kurşuna dizilişlerinin hikâyesi. Kayıtlı resmi ses kayıtlarından yola çıkılarak beyaz perdeye sunuluyor.
-Beni almaya gelin! Beni kurtarın! Uyumuyorlar! Hepsi öldü! Uyumuyorlar! Bildiğin hepsi ceset!
Denizi ve kumsalda ayak izlerini bırakmaya hasret ve en çok bunları yapmayı seven Hind Rajab’ın koca dünyaya sığamayıp, kaybedişimizin izi; yönetmenin takdiri ile birer ses dalgası, kalp ritm, deniz dalgası üçlemesi ile açılıyor.
Seksen dokuz dakikayı ne şekilde geçirirsiniz, acıyı anlayarak belki de. Benimde çaresiz kaldığım, çokça içten ağlayıp, dimdik ayakta durmaya çalıştığım zamanları anımsattı. Doğanın yarattığı afeti bizzat günlerce yerimden kımıldaman yurdumun o acı dolu bölgelerinde. Bir yandan vinç operatörlerini zamanında ulaştırmak hatta birini İzmir’den gelmişti. Göçükte kısa bir süre öldü sanmak. Hatay da hamile olup kurtaramadığım iki anne ve elbette bebeği. Çadırların adaletsiz dağılımı. Böylesi bir soğuktan beter havada donan insanlar. Navigasyon cihazının göremediği ve benim uzun araştırmalar ve bıkmadan, usanmadan inancım ile tam on beş gün sonra on altı kişilik ailenin, aç, yorgun ve kayıplarını defnederken ulaşmam. Beyin tümörü ile yine Adıyaman’dan İstanbul’a henüz beş yaşında Merve’nin kaderini. Yahut Adıyaman –Malatya arasında, kimsesiz dağ başında, dağları aşamadığım için iki çocuğu ile yardım beklerken açlıktan ve üşümekten bayılan anneyi. Telefonla Gaziantep, Şehitkâmil de Pazar yerinde bir kamyonda, bir anneyi doğurtmaya çalışmamız mı?
Bunları unutmak, mümkün değilken yineliyorum doğa afeti iken böyle bir zulmü bile isteye yaratmak. Doğaya kafa tutmak değildir de nedir?
Bazen bir tek insan bile, isterse dünyayı değiştirebiliyor?
Mümkün!
İşte bu da filmde ki gibi başta Ömer ve Rana gibi karakterlerin hümanist ve inisiyatif alarak, soğukkanlı kalması ile mümkün.
Mucizeler hep var!
Tıpkı iyi insanlar gibi…
Ama bazen yetmiyor. Yettirilmiyor!
Mesele bizim ne kadar ders aldığımız ile doğrudan ilgili. “Mecbur kalmadıkça savaş cinayettir” diyen Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, gibi olmak lâzım.
Ve bir ay kadar sonra bu filmin gerçekliğinin üzerinden bir yıl geçecek, anneler evlatları için ağlamaya devam edecek.
Peki, insanlık dersini aldı mı?
Pek sanmıyorum.
Üzgünüm, Mutlu Çocuk Okulunun, Kelebek sınıfında ve denizi çok sevip okyanusu hayal eden seni ve senin gibi birçok bebeğe sahip çıkamadığımız için.
Bir araca üç yüz elli beş kurşun yağdırmak.
THE VOICE OF HIND RAJAB
Sarsıcı, ders alınası ve de kesinlikle izlenesi.
Etkisinden ömür boyu çıkamayacaksınız!
Çünkü bu bir insanlık suçu.