İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5308 %0.07
49,5967 %0
5.768,79 % 0,27
91.837,82 %-1.655
Ara

Bir kıtaya değil, bir gerçeğe yolculuk: Afrika’da bir sağlık gönüllüsünün notları

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bir kıtaya değil, bir gerçeğe yolculuk: Afrika’da bir sağlık gönüllüsünün notları

Hayatımın belki de en inanılmaz macerasından detayları okumak üzeresiniz sevgili okur.

Daha önce birçok şirket, marka ve dernek için sunuculuk yapmıştım. TADD Afrika ile ilk yakın temasım, bu yıl onların “25 Mayıs Afrika Günü” etkinliklerinde sunucu olmamla başladı. Nerden bilebilirdim ki, hayatımın en unutulmaz anılarında onların vesilesi olacaktı.

Afrika’da dokundukları hayatları, yaptıkları organizasyonları görünce küçük çapta bir bağışçı olarak TADD ailesine katıldım, derken Eylül ayında Dernek Başkanı Dr. Bilgehan Güntekin, bana “Kasım ayında Gambiya’da gerçekleşecek sağlık organizasyonuna medya sözcüsü kimliği ile gönüllü olarak katılmak ister misin?” diye sordu. Ben bir an bile tereddüt etmedim, hiç korkmadım ve hiç geri adım atmadım sanki hayatımın en anlamlı yolculuğu için yıllardır kendimi hazırlamış gibiydim.

Nasıl güzel hazırlandım bu seyahate bilseniz. Resmen bayram çocuğu gibi bekledim uçuş günümüzü.

Plastik Cerrahi, Üroloji, Kadın Doğum, Genel Cerrahi ve KBB alanında hekimler, anestezi teknikerleri, hemşireler ve gönüllülerden oluşan 19 kişilik ekibimiz ve beraberimizdeki 52 koli ilaç ve malzeme ile beraber havalimanında buluştuk ve 7 saatlik uçuşun sonunda kıtaya ayak bastık. Uçaktan iner inmez yüzüme çarpan sıcak hava, fön makinesi yüzüme tutulmuş gibiydi. Üstelik de saat akşam 10 olmasına rağmen. Havaalanından sonra bizi bekleyen yaklaşık 5 buçuk saatlik bir de otobüs yolculuğumuz vardı.

Kara yolculuğunu daha öncekilerden benzersiz kılan farklar nerdeyse sürekli dümdüz bir yolda gitmemiz, sağlı sollu sürekli etrafı incelerken her 4-5 km’de bir durdurularak polis kontrolünden geçmemizdi. Zifiri karanlıkta seyreden yolcukta bir an uyuya kalırsam, polis kontrolünde gözüme tutulmuş bir fenerle uyanıyordum. Beklediğimizden de uzun süren kara yolculuğun ardından otele varınca “küçük” bir sürprizle karşılaştık çünkü odamızın banyosunda hiçbiri birbirine benzemeyen farklı tür, boyut ve şekillerde yaklaşık 20-25 böcek özgürce banyo zemini üzerinde dolaşmaktaydı. Oda arkadaşımla birbirimize bakışmamız hala aklımda. Böcekler ve biz aynı odadaydık ve onlar sayıca bizden çok çok üstündü 😊

Otelimizin bölgenin en lüks oteli olduğunu da belirtmem gerek çünkü musluklarda su, prizlerde elektrik olması az sayıda yerleşim yerinde görülen özelliklerden biriydi ve otelimizde de bu imkanlar vardı. Yine bir dipnot olarak eklemem gerekirse Bansang’da kaldığımız otelde hiçbir hijyen sorunu yoktu, pırıl pırıl diyebilirim. Bahçede karşılaştığımız maymun, iguana, baykuş ve çeşitli zıplayan, sürünen, kabuklu ya da yumuşak dokulu canlılar ve odamızdaki davetsiz misafirler doğanın içinde oluşumuzun bir hediyesiydi sadece.

Hastaneden önce size yetimhaneden bahsetmek istiyorum. İlk gün ekip olarak Sambatago Yetimhanesini ziyaret ettik ve bağışçıların hediyeleri olan kuru gıdaları teslim ettik, çocuklarla ilgilendik, oyun oynadık, hediyeler dağıttık. Lolipop şeker verdiğimiz çocuklar, lolipopu dışındaki plastik ambalajı ile yemeye başladığını görünce midemize ilk yumruğu yemiş olduk. Bahçenin ortasında koca bir kül yağını vardı ve öğrendim ki, yetimhanede elektrik olmadığı için hava kararınca ortada yanan büyük ateşin verdiği ışıkla çocuklar eğitime devam edebiliyordu.

Sanılanın aksine yetimhanede genel hava neşeli, gürültülü, ritmi yüksek ve karmaşıktı. Fotoğraf çekmek için izin aldığımda o Afrikalı simsiyah derin gözler, bir an bile kımıldamadan nasıl da objektifin içine bakıyordu. Lolipop hediye ettiğimizde hiç kimse izdiham yapmadan, sessizce kendisine uzatılmasını bekledi ya da yanımıza gelip sadece gözlerimize baktı, o bunların zarifçe “bana da ikram eder misin?” deme şekliydi. Yetimhanede çocuklar bir tahta üzerine Kur’an-ı Kerim yazarak ezberliyor, ancak bu orada kağıt olmadığı için uygulanan bir şey değil. Bu tamamen onların kültürlerinin bir parçası. Kağıtları olsa da, onlar kendi geleneksel kültürlerinin parçası olarak tahtaya yazarak ezber yapmaya devam edecek.

Yetimhane bahçesini bir uçtan diğer uca süzerken, sağlık ekibimizin her birinin başka bir köşeye dağıldığını ve etraftaki gürültücü, hareketli, neşeli çocuklarla oyun oynadıklarını görünce o kare zihnimde bir sanat eseri gibi işlendi. Dünyada başka coğrafyalarda sahip oldukları sayısız imkana rağmen birçok çocukta onlardaki neşenin yarısının bile olmadığına emindim. Durup size bakarlarken bakışlarıyla delip geçiyorlardı, oyun oynarken neşeleri toprağı bile coşturuyordu. Belki de bu yüzden bu kadar bereketliydi bu topraklar kim bilir.

Yetimhaneden ayrılırken, bütün çocuklar sokaklara döküldü ve hepsi aracımıza kadar bize eşlik ederek el salladılar, gözlerinde en güzel tebessümleri ve içinde bulundukları şartlara rağmen gülümsemeyi unutmayan pırlanta kalpleri ile.

Şimdi gelelim Sağlık Ekibimizin bir hafta boyunca çalıştığı Bansang Hospital’deki notlarıma.

Bu organizasyon çok ciddi bir hazırlık süreci gerektiriyor ve tüm süreci TADD, en ince ayrıntısına kadar düşünerek plan yaptı. Öyle ki, hastaneye 52 koli ilaç, medikal malzeme, cihaz ve sarf ile geldik. Bir ameliyat için gerekli olan her şeyi “ama her şeyi” TADD bağışçıları ile tedarik ederek, onları İstanbul’dan buraya ulaştırmak bile başlı başına çok ciddi emek isteyen bir süreçti. 6 günde toplam 86 Ameliyat yapan Gönüllü Türk Hekimler, bölgede gerçekleşmesi zor olan vakaları bile büyük bir başarı ile tamamladı.

Örneğin 6 parmaklı doğan 3 haftalık bir Afrikalı bebeğimiz vardı, Konya’dan TADD gönüllüsü olarak organizasyona katılan Prof. Dr. Mehmet Dadacı tarafından küçük bebeğimiz başarı ile opere edildi. Üstelik de tepesinde ışık olmayan bir ameliyat masasında, sadece baş üstü lambası ile.

Unutamadığım vakalardan başka biri de; acil olarak, yoğun kanamalı şekilde ameliyathaneye gelen 16 yaşında “serviste doğum yaparken rektum yırtılması” yaşanan hastaydı. O geldiğinde Afrikalı ekip tam bir kaos yaşadı. Biz sakince durumu öğrenmek istedik, ardından vakaya Gönüllü Sağlık Ekibimizden Kadın Doğum Uzmanı Dr. Meltem Aydoğdu ve Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Baran Mollavelioğlu birlikte girdiler kritik bir vakayı başarı ile tamamladılar. Hasta geldiğinde bilinci kapalıydı ve gerçekten kötü durumdaydı. Ameliyat boyunca Afrikalı personeller bir an bile gözlerini kırpmadan doktorların vakaya nasıl müdahale ettiğini izledi ve başarıyla tamamlanan ameliyat sonunda hasta servise alındı.

Gözümden önünde olanlar tüm hızıyla akarken, ben de bir yandan hayattaki “Şans” faktörünü sorgulamaya başladım ve inanın sonuçları ile dehşete düştüm. Düşünsenize kötü giden bir doğumda işler iyice sarpa sarıyor ve aşırı kanama ile ex olmak üzere olan hasta, Afrika’da koşulların en yetersiz olduğu hastanede ameliyathaneye getiriliyor. Zaten uzman doktor olmayan hastanede bu kritik vakanın gerçekleşmesi neredeyse imkansızken; o sırada dünyanın bir diğer ucundaki en iyi hekimler, yanlarında lazım olabilecek tüm medikal malzemeler ile birlikte o ameliyathanedeler. Allah’ın, evrenin, sistemin ya da bu düzenin işleyişinde kesinlikle tesadüf olmayan şeyler var.

Bansang Hastanesinde ne yazık ki hiç uzman doktor yoktu, gönüllü olarak çalışan 3 Kübalı doktor vardı ve hastanenin imkanları çok kısıtlı olduğundan onların da yapabileceği ameliyatlar sınırlıydı.

Unutamadığım başka bir vaka ise ikiz doğum sonrası ex olduğu düşünülen bebek için; Türk ekibin hayata döndürme uğruna verdiği mücadeleydi. Omuz omuza hemşireler, anestezi teknikerleri, doktorlarımız öyle bir sarıldılar ki vakaya, ex olduğu düşünülen bebeği gözümüzün önünde el birliği ile hayata döndürdüler. Bazen bir bebek ağlaması, kalabalık bir ekibin mutluluk gözyaşı olabiliyormuş, buna da şahit olduk.

Tepede ışığı bile olmayan ameliyat masasında Plastik Cerrah Prof. Dr. Mehmet Dadacı hocamız greft nakillerinden tutun da, topuğu olmayan hastaya topuk bile yaptı. Çok kısıtlı koşullar olmasına rağmen, Üroloji Hekimi Dr. Serhat Onur açık prostat ameliyatı gerçekleştirdi. Üstelik bunların neredeyse hepsi sadece bir kafa ışığı ile yapıldı. Türk Hekimlerinin Bansang Hastanesinde şifa dağıttığı o günlerde, servisteki detaylar da benim için çok çarpıcıydı. Biz yatan hasta servisine bone + eldiven + maske ile girerken, Afrikalı hemşirelerde hiçbiri yoktu ve sonradan anladım ki, onların kullanacağı bir eldiven dahi bulunmuyordu. Az sayıda olan maskeler de, servise değil ameliyathaneye indiriliyordu. İlaç dağıtımı yapan ya da pansuman yapan hemşirelerin eldiven kullandığına ne yazık ki hiç rastlamadım.

Bansang Hastanesi sadece şifa arayanların değil, suya ihtiyacı olanlar için de bir uğrak noktasıydı. Neden mi?

Çünkü bölgede az sayıda olan su kaynaklarından biri hastane bahçesindeydi ve çamaşır yıkama, el yüz yıkama, su doldurup evine götürme gibi işler için de bölge halkı hastaneye geliyordu.

Kadın doğum servisinin koridorlarında yatan çokça kadın vardı ve öğrendim ki, birçoğu doğumu yaklaşıp hastane yakınında olmak isteyenler ve içerde yakını olan hasta yakınlarıydı. Günlerce taşa serdikleri bir hasır üstünde hiç şikâyet etmeden kaldılar ve su kaynağına, hastaneye yakın olmak onlar için mutluluk oldu.

Bansang Hastanesinde çalıştığımız süre boyunca en sevdiğim zaman gün sonu otele dönmeden önce hocalarım ve hemşire arkadaşlarımla yaptığım vizit zamanıydı. Önce ameliyat edilen hastaları tek tek görüp, durumlarını kontrol edip, ilaçlarını veriyorduk. Ardından da ceplerimizdeki, çantalarımızdaki minik hediyeleri dağıtmak için hastanenin her yerini geziyorduk. İlk kez beyaz gören çocuklar, biraz korkuyor ve size hemen yaklaşamıyor. Bazıları da kolumuzu parmağı ile temizlemeye çalışıyor, yani boya zannediyordu.

İnsanoğlunun en büyük yaradılış özelliklerinden biri, bulunduğu ortama hızla adapte olabilmesi. Yatan hasta koğuşundaki kalabalık, havasız odalarda; tarifi imkansız yoğun bir koku vardı ve ilk gün nefesimizi kesen bu kokuyu sonraki günlerde alışmış olacağız ki o kadar da rahatsız edici bulmamaya başladık.

Afrika seyir defterimde size anlatacağım çok şey var!

Bir sonraki yazımda Karadeniz kadınları ile Afrikalı Kadınları nasıl birbirine benzettiğimi, herkesin en çok sorduğu “Peki Afrika’da ne yediniz?” sorusunun yanıtlarını, coğrafyadaki bereketli toprakları ve bir İstanbul kızı olarak Afrika’da zorlandığım ve kolayca adapte olduğum detayları dürüstçe kaleme alacağım.  

Devamı için takipte kalınız efendim…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *