Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


“Ankara Atina’yı görüşmeye zorlamalı”

“Ankara Atina’yı görüşmeye zorlamalı”

Çok değerli bir diplomatımızı iki gün önce toprağa verdik. Emekli Büyükelçi Nazmi Akıman Dışişleri Bakanlığı’nın en parlak isimlerinden birisiydi. 12 Eylül’ün en türbülanslı döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Müsteşarlığı ve Sözcülüğü görevinde bulunmuştu. Türkiye’nin Yunanistan Büyükelçisi olduğu dönemde 1987’de Ankara’yla Atina arasında, Kuzey Ege’de petrol sondajları yüzünden çıkan krizi ustalıkla yönetmiş, iki ülkeyi savaşın eşiğinden kurtarmıştı. Bugüne bakıyorum da ,”Nerede o eski diplomatlarımız? Monşerler diye birilerinin aşağılamaya çalıştıkları o Dışişleri mensuplarını mumla arar olduk,” diye içimden geçiriyorum. Şair-diplomat Nazmi Akıman’ın ölümü haberini aldığımda aklıma kendisiyle 1996 yılında, Türkiye ve Yunanistan arasında o defa da Kardak kayalıkları yüzünden patlak veren kriz üstüne yaptığımız söyleşi geldi. Bugün de Ege’de benzer sorunları yaşıyoruz ancak bu tür krizleri yönetecek diplomasi kadroları artık ne yazık ki Dışişleri’nde çok az kaldı. Sizleri Büyükelçi Nazmi Akıman’la yaptığım söyleşiyle başbaşa bırakıyorum:
*********


-    Kardak krizi sizce neden yaratıldı?

N.A.- Kardak krizi önce bir şilebimizin kayalıklara oturmasıyla ortaya çıktı. Bu kaza üstüne sigorta şirketlerinin müdahalesi nedeniyle bu adanın Türkiye’ye mi yoksa Yunanistan’a mı ait olduğu tartışması patlak verdi. Ondan sonra anlaşılan Yunanistan orasının kendisine ait olduğunu göstermek için bir harekette bulunmuş olabilir. 

Ama Yunanistan’da da yeni, hatta henüz güven oyu almamış bir hükümet var. Yunanistan’ın yeni Başbakanı Simitis de , asla Türkiye yanlısıdır, demiyorum ama Türkiye’ye belki PASOK’un aşırı uçlarına kıyasla daha yumuşak bakan bir kişi. Örneğin Türkiye’nin AT’ye girmesinin her iki ülkenin yararına olacağı gibi beyanları var. Bu açıklamaları iktidara gelmeden önce de yapmıştı zaten. Hatta bazı iddialara göre de programında Türkiye lehinde bazı şeyler söylemeye yer vermişti. 

-    Ama Simitis’in theodoros Pangalos gibi Türkiye’yle ilişkilere gayet katı bir tutumla yaklaşan bir Dışişleri Bakanı var.

N.A.- Evet. O noktaya da geleceğim. Tabiatıyla Simitis’in bu tutumu PASOK’un içindeki bazı uçları, bazı grupları tatmin etmemiştir. Simitis Başbakan olarak tabii ki o grupları da tatmin etmek ister. Pangalos’u Dışişleri Bakanlığı’na getirmesi aynı nedenledir. Pangalos’un ne olduğunu iyi bilir. Pangalos’un Türkiye’ye tavrının ne olduğunun da çok iyi farkındadır. Onu kabineye alarak bir denge sağlamak istemiş olabilir.

Kardak meselesini de o nedenle yeniden ortaya çıkarmak istemiş olabilirler. Yani şilebin karaya oturmasından aşağı yukarı bir ay sonra bunun yarı resmi Gramma adlı dergide “Türkiye bizi tehdit ediyor” diye çıkması da anlamlı. Herhalde amaç olayı yeniden ortaya sürmek ve kendilerini bir kez daha kanıtlamak. “Bizim dış siyasetimizde Türkiye konusunda biz PASOK’un genel çizgisinin kesinlikle gerisinde değiliz. Ben Başbakan olarak yumuşak sözler söylemiş olabilirim. Türkiye’yle ittifaklar da yapmış olabilirim,”demek.
Simitis gerçekten Türkiye’yle diyalog konusunu programına yazdıysa onu da böylece telafi etmek istemiş,”Programıma yazmış olabilirim. Ama bakın genel çizgiden hiç bir sapma, hiç bir değişiklik yok,”mesajını vermiş olabilir. 
Bu meseleyi böylece çıkardılar. Bir yerde, bu mesele durup dururken çıktı.

-    Bu size 1987’de Türkiye’yle Yunanistan arasında patlak veren Kuzey Ege petrolleri krizinin çıkış biçimini anımsatmıyor mu?

N.A.- 1987 krizinde de aşağı yukarı aynı şey vardı. Yalnız 1987 krizi bir noktada taammüde, ön hazırlığa dayanıyordu. O sırada Yunanistan’da Andreas Papandreu Hükumetinin maksadı  meseleyi son noktaya getirip orada durmaktı. Papandreu her zaman yaptığı gibi o sırada da “brinkmanship” (meseleyi sınıra kadar getirip orada durmak) yapıyordu. Hatta iç siyasetinde de sıksık bu yönteme baş vurmuştur. 
Bu defa da böyle bir şey yapmaya çalışmış ama sonra iş çığırından çıkıp ipin ucu elinden kaçınca o noktada durmuştu. Biraz sonra bu geçmiş krize geri dönebiliriz.
Burada da belki,”Kardak’ı ortaya atalım. İşin gidişatına göre yolumuzu çizeriz,” diye düşünmüş olabilirler. Nitekim sorunu değil, krizi çözmekte dikkatli davrandılar. Yani krizi çıkarırken gösterdikleri dikkatsizliği krizi çözerken göstermediler. Aksine dikkatli davrandılar. Belki bunda ABD’nin müdahalesinin de rolü vardır. Her halükarda burada da son noktaya kadar gelip sonra geri çekilme politikasını uygulamayı yeğlediler. Tipik PASOK ve Papandreu politikası.

-    Bu krizde ABD’nin açık müdahalesini nasıl karşıladınız? Sizce ABD Türkiye ve Yunanistan’ın krizi çözemeyecek nitelikte olduklarını düşündüğü için mi müdahil oldu?

N.A.- ABD’nin müdahalesi benim hiç hoşuma gitmedi. Ege’deki sorunlar gerçekten sadece Türkiye ve Yunanistan’ı ilgilendirir. Başka hiç kimseyi de ilgilendirmez. Benimki ABD aleyhtarı bir tavır değil. Bu işe başkasının müdahalesine lüzum yok. Ama başka konular öyle değil. Örneğin Kıbrıs meselesi iki cemaat arasındaki bir sorun ama uluslararası da boyutu var. BM Genel Sekreteri’ne bir iyi niyet (good office) görevi verilmiş. Ayrıca antlaşmalar imzalamış garantör devletler var. 
Uluslararası hukuk açısından Kıbrıs’a başkalarının karışmasını olağan karşılıyorum ama Ege’de böyle bir şey yok. Ege, Türkiye’yle Yunanistan’ın paylaştığı bir sorun. Bu sorunu da sadece iki ülkenin halletmesi lazım. ABD’nin ya da üçüncü bir ülkenin bu krize müdahalesi iyi bir şey değil. “ABD kendisini dünya üzerinde düzeni kuran bir polis devleti olarak düşündüğü için her tarafa nasıl müdahale ediyorsa bu krize de, hiç bir taraftan cesaret almadan müdahaleye karar vermiş olabilir,” de diyebilirsiniz. Bunda kötü niyet de bulunmayabilir. 
Ama özellikle Başbakan Çiller’in beyanlarından anlıyorum ki ABD bu hususta cesaretlendirilmiş. Yani orada ABD’nin müdahalesine cevaz verilmiş. Bence bu yanlıştır. Bu yanlışlığı hükümet yaptıysa burada hükümet hatalıdır. Değil ABD’yi teşvik etmek, aksine bu cesaretin kırılması lazımdır. “Biz bu işi kendimiz halletmek istiyoruz,”denilebilirdi. Ama öyle demeyip cesaret verirseniz ABD büsbütün girmeye çalışır. ABD’ye bu bilinci oradaki büyükelçimizin (Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir) de vermiş olması lazımdır.Bu noktanın altını kalın çizgikerle çizmek isterim. 

-    ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke’un son anda Ankara ve Atina ziyaretlerini iptal etmesini nasıl karşıladınız?

N.A.- Holbrooke’un başlangıçta bu ziyaretleri yapmaya cesaret etmesi yanlıştı. Çünkü Holbrooke’un koltuğunun altında Kıbrıs sorunu da var. Hem Ege hem Kıbrıs’ı göze aldığında bu büsbütün Ankara^nın aleyhine olur. O zaman iki konudaki unsurları bize karşı birbirlerine denge olarak kullanmaya başlar. Nasıl olduysa son anda vaz geçtiğini öğrenince çok memnun oldum.

- Haberlerde bu ziyaretin iptalini Atina’nın istediği öne sürülüyor.

N.A.- Atina tabii ki ona başka bakımlardan “Gelme” diyor. PASOK’un ABD siyaseti ABD’yi Yunanistan’ın içişlerine sokmamak ya da kendi sorunlarına girmesine izin vermemek üstüne kurulu. O politika nedeniyle de doğal olarak ABD’nin müdahalesini istemiyorlar. 
Ben Holbrooke’un hangi nedenlerle olursa olsun bu ziyaretlerden vaz geçmesini memnunlukla karşıladım. Keşke biz vaz geçirmiş olsaydık. O arada ABD “İlk silahı ateşleyeni suçlu sayarım. O taraf karşısında bizi bulur,”gibi açıklamalar da yaptı. Türkiye’nin bu gibi sözlere muhatap olmaması lazım. Dış politika ve diplomasi bu sözleri söylettirme cesaretini vermeme sanatıdır. Bu sözleri söylettirdiğiniz anda zaten olay bitmiştir. Eşit olmanız gereken ülkelersiniz. Devlet olarak aranızda hiç bir fark yok. Birisi zengin, büyük devlet olabilir. Ama salt devlet olarak aranızda hiç bir fark yok. 

-    İsmet İnönü, “Büyük devletle ilişki ayıyla yatağa girmeye benzer,” demişti. 

N.A.- Tam öyle. Onu çok dikkatli yapacaksınız. Her ne olursa olsun Holbrooke’un bu ziyaretlerden vaz geçmiş olması beni memnun etmiştir. Bu, ülkemizin de hayrınadır. Mesele Türkiye ve Yunanistan arasındadır. Bunu ikimizin çözmesi lazım.

- Krizin dondurulması üstüne Ankara’dan, bunun hükümetin ve Dışişleri’nin zaferi olduğu ilan edildi. Bir kısım medya da bunu destekledi. Siz bu değerlendirmelere katılıyor musunuz?

N.A.- Burada hiç bir şey olmamıştır. Bu kriz sadece bir takım yüksek mevkilerde bulunan politik şahsiyetlerin bundan yararlanmasına yol açmıştır. Hatta buna belki medya da dahildir. 
Başbakan,”Ben bayrağı indirdim. Askeri oraya çıkardım,” gibisinden sözler söylüyor. Peki de, sorunu çözebildiniz mi? Yoo... Sadece krizi giderdiniz. O nokta başarılı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti sanıyorum krizin atlatılmasında ustaca davranmıştır. Bu hem askeri güçlerimizin hem hükümetin başarılı bir operasyonudur. Ama unutmayın ki bu sorunu çözmüş değildir. Yunan tarafı hala, “Ada bizimdir,” gibi beyanlarda bulunuyor. Demek ki hala adanın sahibi oldukları iddiasındalar. 

-    Yani Türkiye şimdi günü kurtardı. Öyle mi?

N.A.- Evet. Krizi krizi atlattınız ama sorunu çözmediniz. Oturup bütün meseleleri konuşmak lazım. Orada sadece petrol arama meselesi değil, bütün sorunları konuşmak lazımdır. 
1987 krizinden sonra Papandreu,”Bütün sorunları görüşmeye hazırım,”dedi. Oysa iktidara gelişinden beri sekiz yıl yüzümüze bakmamıştı. Benimle görüşmesinde, “Özal’da iyi niyet görüyorum. Sizinle diyaloga başlamamız lazım,” ifadesini kullanmıştı. Ama bu diyalog süreci daha sonra başka nedenlerden yürümedi. 

Bizim o zaman (1987 krizi) krizi atlatma teklifimiz sorunun çözümüne bağlıydı. Bugün de bunu yapmaları lazımdı. Mevcut Davos mekanizması da hazır. O mekanizmayı işletebilir, ya da başka bir mekanizma devreye sokulabilirdi. “Bu şartla oradan çekiliriz. Aksi halde orada kalırız,” denilebilirdi. “Bizim adamız,” diyorsunuz, sonra da oradan çekiliyorsunuz. Şimdi girip oraya yeniden bayrak çekebiliyor musunuz?
Demek ki bundan şüpheniz var. Şüpheniz yoksa bile bu egemenlik hakkını ortaya atamıyorsunuz. Orada egemenlik hakkınız varsa geri çekilmezsiniz. 

-    Peki,  bu Kardak Kayalıkları gerçekte kime ait?

N.A.- Bu dünyada ilk defa olan bir şey değil. Yorum meselesidir. Belgelere de dayanır. 1932’de İtalyanlarla anlaşma yapıldıktan sonra bunlar İtalya’ya intikal etmediyse sonradan Yunanistan’a intikal etmiş olamaz. Orada Türk tarafı hem mantıksal hem belgesel iddia sahibidir. Çünkü Yunanistan 1932’de İtalyanlarla yapılan protokolü onaylatmayı “gerekmez” diyerek reddediyor. Hukuken tamamlanmış bir belge olduğunu iddia ediyor. 
Yunanistan’ınki zayıf bir iddia. Ama bunlar çözülemeyecek sorunlar değil. Oturup konuşursunuz. Ama bu iş şu anda tam olarak halledilmediği için bir gün gene bir kriz patlak verir. 
Görüşmelerin başlaması için iki tarafın da arzulu olması gerekir. Atina hiç bir zaman arzulu değil. Ama Yunanistan’ın masaya oturmasını sağlayacak yolları diplomasi bulur. Kesilmiş olan diyalogu canlandırmak için bu kriz bir fırsattı. Ama Türkiye bu fırsatı kaçırdı.

********
Gördüğünüz gibi yeteneksiz futbolcu örneğinde olduğu gibi Ankara önüne atılan pasları gole çevirmekte her nedense yetersiz kalıyor. Özellikle de Yunanistan’la çıkan krizlerde. Bugünlerden hiç söz etmeyeceğim. Ege’deki sorunları iç politika malzemesi yapmaya kalkarsanız Madrid Zirvesi’nde olduğu gibi şaşırıp yerinize oturursunuz. Dışişleri Bakanlığı’nın “A” takımını yok eder, “C” takımıyla yola devam etmeye çalışırsanız da önünüzdeki sorunları kördüğüme çevirip çözülemeyecek hale getirirsiniz.  Emekli Büyükelçimiz Nazmi Akıman’ı ebedi istirahatgahına rahmetle uğurlayalım.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar