Bu Bir George Harrison Anmasıdır
Malumunuz, müzik güzel şey. Gündelik siyasetin boğuculuğu, hayatın akışkanlığı veya canımızı sıkan herhangi bir nedenden ötürü ne zaman kendimizi kötü hissetsek, bizi daha da kötü hissettirecek bir şarkı karşımıza çıkıyor. Ya da yakın çevremizde şahitlik ettiğimiz keyifli bir gelişmeye, hayatımızda cereyan etmiş umutlu bir dönemecin mutluluğunu daha da pekiştirecek bir şarkı karşımıza çıkabiliyor.
İlk paragraf kendisini ele vermiştir diye tahmin ediyorum. Bu sefer bugün, Türkiye’nin ızdırapla arkasından koştuğumuz, baş döndürücü politik gündemini yakalamaya çalışırken yaşadığım hezeyanları veya dünyada yaşanan önemli bir politik gelişmenin milyonuncu yorumunu yapmayacağım. Aslına bakarsanız bugün masaya böyle bir gündemin içerisinden iç karartan bir yazı yazmak güdüsüyle oturmuştum. Lakin ne yalan olsun, bazen insanın nefes alması ve başka şeyler hakkında yazası geliyor.
Yakın çevrem Beatles’a yobazlık derecesinde beslediğim sempatiyi bilecektir. Tabii beslediğim bu “sempati” kişiliklerinin şanından değil, sanatlarının tınısından geliyor. Lise yıllarından bugünlere sayısız kez diskografilerini tavaf etmiş, belgesellerini tüketmiş ve haklarında çıkan yazıları okumuşumdur. Evet, Beatles dağıldıktan otuz iki sene sonra doğmuş birisi olarak, dağılışlarının elli dördüncü senesinde hala daha Beatles’ın müziğinden ilham alıyor ve oluşturdukları melodilere usanmadan yeni anlamlar yüklüyorum.
Beatles’ı benim gibi iflah olmadan dinleyen çoğu insanın paylaştığı bir tartışma konusu vardır. “En iyi Beatle hangisi?” sorusu. Oldukça somut görünen bu sorunun bana sorarsanız yanlış tek bir cevabı yoktur ancak sadece bir tane doğrusu vardır. O da “Beatles’ı iyi yapanın bu dörtlünün arasındaki kimya ve denge” olduğudur.
Ancak şu ana kadar yazdığım bu iddialı sözcükler sizi yanıltmasın. Bu yazı merkezine Beatles’ı almayacak. Ancak Beatles’ın şanını paylaşmış ama John’la Paul kadar sükse yapamamış bir şahsı odağında tutacak; George Harrison’ı.
“The rest is simply shady
It's all been done before
But it doesn't make life simple
That's for sure”(Simply Shaady)
Beatles’ın 1970 yılındaki dağılışının hemen ardından Harrison, bir albüm yayınladı; “All Things Must Pass”. Bana ve birçoğumuza soracak olursanız eğer, Beatles üyelerinin solo kariyerleri boyunca yayımladığı en iyi albümdür kendileri. Bugünden bakıp, grubun dağılmasının hayırlı sonuçlara bile vesile olmuş olabileceğini düşündürtmüştür bu albüm. Neden diyecekseniz eğer hemen cevaplıyorum; George Harrison’ın Taxman’den beri ayak seslerini duyduğumuz müzikal benliğinin en net somut görünümüdür bu albüm. Tabii ki aralarda White Album’den “While My Guitar Gently Weeps” veya Abbey Road’dan “Something”, “Here Comes the Sun” gibi şahane çıkışlar gelmiştir kendisinden ama John ve Paul’un baskınlığına üçüncü bir ortak olarak bir türlü sıyıramamıştır kendisini. İşte “All Things Must Pass”, çok iyi bir albüm olmasının ötesinde, George’un özgün zihin dünyasıyla müzikal yeteneklerinin tam anlamıyla uyuştuğu ilk büyük mecradır.
Watch out now
Take care, beware of greedy leaders
They'll take you where you should not go (Beware of Darkness)
Harrison’ın söz yazarlığının beni çeken diğer unsurları sanırım yaşamın döngüselliğine ve hayatlarımızın vasıfsızlığına olan vurguları. Hint felsefesi ve ezgisinden yaptığı aşırmaları 70’lerin İngiliz müziğinin farklı temalarıyla meze eden Harrison’ın müziklerindeki şiirsellik biraz gariptir ancak kesinlikle yoğundur. 70’ler Lennon’ın net eylemselliği veya McCartney’in nükteli meddahlığı yoktur sözlerinde. Ama oldukça derin düşüncelerle mütevazi kelimelerle yan yana getirir ve bir şekilde mesajını, sandığımızdan daha kuvvetli bir biçimde, alıcısına ulaştırır. Anlayacağınız müziğinde düşünceler, sözler ve melodiler; bir şekilde akar ve gider gitmesi gerektiği yere.
“Let it roll across the floor
Through the hall and out the door
To the fountain of perpetual mirth
Let it roll for all it's worth” (Ballad of Sir Frankie Crisp)
All Things Must Pass kadar ilgi uyandırmamış olsa da 73’te çıkardığı “Living In The Material World” oldukça güçlü bir albümdür. Harrison’ın şahsına münhasır düşünce dünyasını daha perdesiz gözlemleyebildiğimiz bu albüm, dinleyicide -veya en azından bende- daha samimi bir tını uyandırıyor. Try Some Buy Some, Be Here Now ve tabii ki Give Me Love gibi parçaları içerisinde barındıran albüm, şüphesiz Harrison’ın en kuvvetli eserlerinden.
“Why try to live a life that isn't real
No how a mind, that wants to wander
'Round a corner
Is an unwise mind”(Be Here Now)
Maalesef Harrison’ın All Things Must Pass’le yakaladığı başarı devamlılıkla taçlanmaz. Hatta 1974’te çıkardığı Dark Horse’tan sonra müzisyenin, 1987’de çıkardığı Cloud Nine’a kadar ki bütün çalışmaları eleştirilir ve pek beğenilmez. Ancak bu durum Harrison’ın müzikal yeteneklerinin sönümlendiği anlamına da gelmez. Dark Horse ve Cloud Nine albümlerinin arasına sıkışmış dönemde This Guitar, Crockerbox Palace, Dark Sweet Lady, All Those Years Ago, That’s the Way It Goes gibi çok sayıda başarılı parça da bulunur.
“I'm talking all about how to give
They don't act with much honesty
But you point the way to the truth when you say
All you need is love.” (All Those Years Ago)
1982’de çıkan Gone Troppo’nun ardından müziğe beş yıllık bir ara veren Harrison, 1987’de Electric Light Orchestra’dan Jeff Lynne’in de desteğiyle Cloud Nine’ı çıkarır. Eleştirmenlerden olumlu geri dönüşler alan albüm içerisinden Wreck of the Hesperus, When We Was Fab, Devil’s Radio gibi parçalar çıkarır. Albüm ayrıca 80’ler müziğine giydirilmiş çok başarılı bir I Got My Mind Set On You cover’ı içerir.
“And now that it's shining through
And you can see all this world
Don't let it stop, never fade away”(That’s What It Takes)
Yazının başında sayıkladığım gibi, müzik güzel şey. Bizi yaşama bağlayan hatta bazen de duygularımızı kurcalayarak yaşamımızı sinsice yönlendiren, güçlü bir şey. Bu yazının odağındaki şahsiyet olan George Harrison’da farkında olarak veya olmayarak müziğiyle beni ve benim gibi dünyanın dört bir yanında yaşayan nice insanı yaşama farklı şekillerde bağlamış birisi.
“Give me love, give me love
Give me peace on earth
Give me light, give me life
Keep me free from birth” (Give Me Love)
29 Kasım 2025, George Harrison’ın ölümünün yirmi dördüncü yıldönümü. Türkiye’nin bir türlü geçmeyen ve bitmeyen mevcut buhranlı gündemin sıkışıklığı içerisinde bu yazıda biraz nefes alabilmek istedim. Bu nefesi, George Harrison’ın Beatles döneminin milyarıncı tekrarını yapmaktansa, kendisinden izleri daha samimice takip edebildiğimize inandığım Beatles sonrası kariyerine odaklanarak almak istedim. Ve bunu yaparken, çoğu insan gibi onun magazinsel bir portresini çizmektense, müziği ve söz yazarlığıyla beni ve benim gibi nice insana neden ilham vermeye devam ettiğini ve edeceğini, kalemim döndükçe karalamaya çalıştım.
“All things must pass
None of life's strings can last
So I must be on my way
And face another day
Now the darkness only stays at night time” (All Things Must Pass)