İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5171 %-0.02
49,6234 %-0.14
5.748,37 % -0,08
92.326,85 %-1.225
Ara

Atatürk’ün Gölgesi

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Atatürk’ün Gölgesi

Yasların zamanla hafifleyeceği yönünde genel bir kanaat vardır. Ne de olsa ölenle ölemiyoruz, bir şekilde matemimizle ilgilenmeyen yaşama yeniden bağlanıyoruz ve bir şekilde devam ediyoruz.

O halde bütün tahriklere rağmen 10 Kasım’ların ülke genelinde ağırlaşmasını, her sene insanların giderek artan hüzün ve umutla kendisini Anıtkabir’e atmasını nasıl açıklayabiliriz? Neden bugün, her zamankinden daha çok Atatürk’ün gölgesine sığınmaya, onun nostaljisine tutunmaya çalışıyoruz? Ve bugün saldırılara rağmen devleşmeye devam eden Atatürk’ü, geleceğin karanlığından geçmişe bir kaçış olarak mı yoksa yarına yönelik oluşacak yeni bir arayışın temeli olarak mı görüyoruz, görmeliyiz?

1938’in 10 Kasım’ı

2025’in 10 Kasım’ının vatandaş olarak üzerimde bıraktığı ağırlıkla, 1938’in 10 Kasım’ından 21 Kasım’ına dönemin gazeteleri vasıtasıyla kısa bir tura çıkmak istedim. İstanbul’un, Ankara’nın cadde ve meydanlarını doldurmuş hüzünlü insan topluluklarının arasında gezindiğim bu tur esnasında, Cumhuriyet idealinin neden sarsılamadığını ve dünümüzle bugünümüzün hangi ortak köprülerle bağlandığını yeniden hatırladım. Başörtüsüyle haberi çevresindeki insanlara okuyan genç kadınlar, Atatürk’ün naaşının geçeceği güzergahta geceden nöbete başlayan yaşlı teyzeler, Taksim Meydanı’nı dolduran öğrenci gençler, Ulus Heykeli’nin önünde hıçkırıklara boğulan kalabalıklar… Anlayacağınız birilerinin zorlama indirgemeciliğinin tam aksine, ülke bütün unsurlarıyla matem halinde.

Altan Öymen, otobiyografik kitap dizisinin ilki olan Bir Dönem Bir Çocuk kitabının hemen başında, 1930’ların ikinci yarısına girerken ki Cumhuriyet Ankara’sının düşün dünyasını, “Atatürk başımızdayken her şey giderek daha iyi olacak!” inancıyla açıklar. Bu inancın toplumumuzun kolektif zihniyetindeki yansıması sanıyorum gelecek kuşaklara miras kaldı. Zira yaşamın pahalılaştığı, rejimin belirsizleştiği ve yarının sislendiği bugünün Türkiye’si, kendisine yeni bir gelecek telakkisi bulamadığından Atatürk’ün gölgesine yeniden sığınmaya başladı.

Kültürel Hegemonya?

Atatürk ve Tek Parti döneminin sıklıkla tartışmaya başlandığı 1990’lardan bir çizgi çekelim. Demokratikleşme sürecimizin sakatlığının nedeni olarak görülen Tek Parti döneminden, demokrasimizi sağlam bir zemine oturtacağına inanılan Adalet ve Kalkınma Partisi anlatısına bugünden tekrar bakalım.

Tam bu noktada şu soruları samimi bir şekilde tartışmamız gerekiyor. Gerçekten, Tek Parti döneminin eleştirilmesi gereken uygulamaları yok mudur? Gerçekten, dönemin entelektüelleri ve karar alıcıları demokrasi fikrini ne ölçüde özümsemiş, benimsemiştir? Gerçekten, Atatürk’ün baskın siyasi karizmasının çevresinde dönmüş dar kadro çatışmaları, dönem siyasetini olumsuz etkilemiş midir?

Şu analizi yapmakta pek bir beis görmüyorum; bugün 1923-1950 arasındaki dönemi kapsayan tarih anlatımız ciddi ölçüde hasarlı. Toplumumuzun ve aydınlarımızın hatırı sayılır bir kısmının söz konusu döneme bakışı, bugünlerde yaşanan siyasi meşruiyet mücadelelerinin etkisiyle şekilleniyor. Dönemin önde gelen figürleri basmakalıplaştırılarak siyasi tartışmaların öznesi haline getiriliyor, dönem öncülü ve ardılından koparılarak anakronik bir perspektifle sürekli yeniden değerlendiriliyor, Cumhuriyet’i ve modern Türkiye’yi kuran kadrolar bugünün bayağı siyasi tartışmalarına meze ediliyor.

Bazı düşünceleri hoşnutluk vermese de dile getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. AKP iktidarıyla beraber çeşitli maddi yatırımlarla neredeyse her yere sirayet eden bazı süreli yayınların, politik güdülerle tarihi belgeleri sistematik olarak çarpıtması üyesi bulunduğum genç kuşağın ve bütün toplumun kafasını bir hayli karıştırdı. İşte bu analiz beni, Fahrettin Altun’un sloganlaşan “kültürel hegemonya” kullanımına götürüyor. Hakikaten iktidar, kimin tekelinde olduğunu bile somutlaştıramadığı “kültürel hegemonyayı” ele geçirebildi mi?

Atatürk’ün Gölgesi

Bugünün politik atmosferinin ruhumda uyandırdığı yankılardan aldığım ilhamla bir kısım akademi, basın ve sivil toplum kümelenmelerinin Cumhuriyet’in kurucu anlatısına verdiği zararı asla inkâr edemem. Nitekim bugün, Cumhuriyet’in resmi anlatısı içerisinde güncelliğini kaybetmiş, makul bir düzlemde tenkite uğramayı bekleyen birçok politika ve düşünce mevcut. Ancak söz konusu akademik tartışmaların haricinde, hala daha pervasızca saldırıya uğrayan Cumhuriyet değerleri ve onun ete kemiğe bürünmüş hali olarak zihnimize yerleştirdiğimiz Atatürk figürü güçlü bir şekilde ayakta kalmaya devam ediyor.

Gençler ve toplum, pahalılaşan hayatın meşgaleleri karşısında gündelik siyasetten bıkmış ve Atatürk’ün gölgesine sığınmış şekilde kendisine yeni bir gelecek arıyor. Bu sessizce büyüyen ancak gölgeye gizlenmiş kütlenin büyüklüğünü göremeyen bazı kümelenmeler, söz konusu eğilimin nedenlerini anlamlandıramadan şuursuzca propagandalarına devam ediyorlar. Öte yandan maddi ve manevi baskılarla kolu kanadı kırılmış muhalif aydınlar, toplumun aradığı ikna edici çıkışı bir türlü inşa edemiyor. Kabul etmek gerek, bir değer olarak Atatürk’e her geçen gün daha çok sarılıyor ve arıyoruz ancak onun mirası ve vizyonu üzerinden bugünün gerçekliğine uygun bir çıkış yolu kurgulayamıyoruz.

90’ların post-Kemalizm tartışmaları ve AKP iktidarının etrafında kümelenmiş siyasal İslamcı entelektüellerin belki de gözünden kaçırdığı en temel konu; Atatürk’ün, adının karıştığı bütün politik münakaşaların haricinde olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ete ve kemiğe bürünmüş somut bir görüngüsü, değeri olması. Bu değeri dışarıda bırakan bir anlatıdan demokratikleşme beklemenin sonucunu sanıyorum bugün hepimiz yaşıyoruz ve bir süre daha yaşamaya devam edeceğiz.

Üç Mustafa Kemal

Bu yazıdan yaklaşık iki sene önce, benim için üç tane Mustafa Kemal’in bulunduğunu yazmışım. Bunlardan birincisi insan olan Mustafa Kemal. Dedektif gibi çözümlediğim ve hatta kimi zaman eleştirebildiğim; ilkeli, hırslı, vakur ve şahsına münhasır bir karakter.

İkincisi lider olan Mustafa Kemal. Ülkesinin en umutsuz ve çaresiz zamanlarında, parçalanmış bir toplumu karizması, sezgisi ve politik kabiliyetleriyle müşterek bir hedefe motive edebilmiş büyük bir lider.

Üçüncüsü ise değer olan Mustafa Kemal. Bu değer biraz bana, biraz da bu Cumhuriyet’in ideallerini özümsemiş herkese ait. Ülkenin geçmişine duyulan saygıyı ve geleceğine dair bitemeyecek keskin bir umudu temsil ediyor bu değer. Hepimizin içerisinde farklı şekillerde filizleniyor bu değer. Cumhuriyet’i bugüne kadar yaşatan ve yaşatacak ruhu temsil ediyor bu değer.

2025’in 10 Kasım’ı, Mustafa Kemal’in ölümünün seksen yedinci yıl dönümü. Mustafa Kemal’in ölümünün seksen yedinci yıl dönümünde, Anıtkabir’e tam 1 milyon 219 bin 148 kişi ziyaret etti. Tıpkı 1938’in 10 Kasım’ındaki gibi, toplumun gidebilme imkanını bulan bütün unsurları, onun mirasının ağırlığının bilinciyle, Anıtkabir’e gitti.

Yazının başında dediğim gibi, 10 Kasım’ların bende bıraktığı hüznün yükü her geçen sene daha da ağırlaşıyor. Ancak görüyorum ki, üzerimdeki bu ağırlığı tek başıma taşımıyorum. Tek başıma yüklenmiyorum. Tek başıma sırtlanmıyorum.

Değer olan Mustafa Kemal’i her geçen gün daha çok sahipleniyor, daha çok benimsiyor ve daha çok anlıyoruz.

Bu ülkenin gençleri olarak, eminim ki zamanı geldiğinde toplumun bütün unsurlarının Atatürk’ün gölgesine saklanarak aradığı çıkış yolunu hep beraber inşa edeceğiz.

Ve son olarak onun bize miras bıraktığı bu emanete yeni vizyonlar, yeni değerler ve yeni atılımlar ekleyerek büyüteceğiz; Cumhuriyet idealinin donmasına izin vermeyeceğiz.

Sonumuzun aydınlık olması dileğiyle.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *