Yazarımız Nursun Erel kaleme aldı: İsrail bunu hep yapıyor

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Yazarımız Nursun Erel kaleme aldı: İsrail bunu hep yapıyor
Abone ol
Muhalif yazarı, duayen gazeteci Nursun Erel, yıllar önce Filistin lideri Yaser Arafat ile Ramallah'ta yaptığı röportajı, İsrail ve Filistin izlenimlerini kaleme aldı. İsrail'in günlerden zulmettiği Filistinlileri anımsatan Erel, "o yıllarda da durum aynıydı. Aradan geçen yıllara rağmen değişen bir şey yok. Sert tepki göstermek de sonuç vermiyor" dedi.

Nursun Erel'in bugünkü yazısı şöyle: 

İsrail polisinin, Ramazan günü, hem de namaz sırasında, kutsal sayılan Mescid-i Aksa’da ve öncesinde Şam Kapısı ile Şeyh Cerrah Mahallesinde Filistinlilere acımasızca saldırdığını görmek kimilerini şaşırtsa da ben acı acı gülümsüyorum. Çünkü İsrail bunu hep yapıyor.

300’e yakın Filistinli’nin yaralandığı saldırıların ardından Türkiye’de hükümetten ve siyasi çevrelerden, hatta ABD’den de sert tepkiler geldi ama acaba “tepki” onca haksızlığın, adaletsizliğin ve çaresizliğin pençesindeki Filistinlinin ne işine yarar? Bugüne kadar yaradı mı?

Geçmişte Nazilerce kendilerine yapılan zulmü “mağduriyet belgeselleri” ile dünyaya izletip, herkese gözyaşı döktüren, Almanlara “diz çöktürüp, kendilerinden özür dileten” ama şimdi Filistinliye bunca eziyet çektiren İsrailli acaba kendini vicdanen rahat hissediyor mu?

Bütün dünyanın önünde cereyan eden bu olaylar, Kudüs’ün işgalinden tutalım, Şeyh Cerrah Mahallesinde yıllardır oturan Filistinli ailelerin evlerinden çıkarılıp sokağa atılması, apaçık bir “tehcir” değil midir? İşte buyurun, kendi lehinize belge bulabilmek için geçmişin tozlu arşivlerini arayıp didik didik etmeyi filan bir kenara bırakın, rahat koltuklarınızda otururken televizyonlarda seyrettiğiniz bu Filistinliye dönük zulüm tam anlamıyla bir “soykırım” değil midir?

Üstelik İsrailli o kadar pervasızdır ki, Mescid-i Aksa’ya bırakın Filistinliyi, herhangi bir sivilin ibadet için girmesini bile zorlaştırır. Sizi yıllar öncesine döndürüp bu kural tanımazlığı bir örnekle anlatayım mı?

Filistin Lideri Yaser Arafat’la özel röportaj için randevulaşmıştık, görüşmemiz Ramallah’ta olacaktı. 


Ramallah’ta görüştüğüm Filistin Lideri Yaser Arafat

Öncesinde, Kudüs’te, kutsal ibadet merkezi El Aksa’yı ziyaret etmek istedik, İsrail polisi bizi caminin avlusuna almamak için bin dereden su getirdi:

-Siz kimsiniz?

-Gazeteciyiz, buyurun İsrail makamlarından aldığımız izin belgeleri.

-E, ama Türkmüşsünüz siz... 

-Evet?

-Müslüman mısınız peki?  Değilseniz zaten sizi camiye alamam. Müslümansanız, haydi kanıtlayın, bir dua okuyun da görelim... Yoksa içeri sokmam.

Şımarık, tepeden bakan, elindeki otomatik silahla kendini dünyanın hâkimi sanan bir asker... Bu kadar zor mu acaba ona biraz “anlayış” ve “düzgün davranış” öğretmek... Güldünüz mü?

Onca yılın lideri Netenyahu’nun yolsuzluktan yargılandığı ülkede 20 yaşındaki askerden düzgün davranış beklemek iyimserlik olmuyor mu” dediniz değil mi?

Neyse işte, Arapça! bir dua okuyup, (acaba ben Türkçe dua ederim desem kabul edecek miydi?) İsrailli askerin “himmetiyle!” sonunda El Aksa’ya girmeyi başarmış ardından Yaser Arafat’la buluşmak için şimdi kapatılan kapıdan Ramallah’a geçmiş, röportajın görüntülerini İstanbul’a göndermek üzere, tekrar Kudüs’e dönmüştük. 

O gece Ramallah, İsrail tankları ile işgal edildi. Tabii, gazetecilik adına Ramallah’a tekrar dönmemiz gerekiyordu ama bu neredeyse imkansızdı. Çünkü İsrail, Ramallah’a geçiş kapısını dikenli tellerle barikat kurarak kapatmış, otomatik silahlı askerleri önüne dizmişti; televizyon, basın filan dinlediği yoktu. Bizimle Ramallah’a, evlerine ulaşma çabasındaki onlarca Filistinliye de geçiş izni yoktu. Birkaç kadın bize el işareti yaptı:

-Buradan geçemeyeceğiz, başka bir kapıyı deneyelim...

Onların peşine takılıp Rafad Kapısı’ndan Filistin topraklarına girmeyi başarmıştık. Ramallah’a ulaşmak için 7-8 kilometre yol yürümek gerekiyordu. Uzaktan gelen patlama sesleriyle, biraz sonra karşılaştığımız tankların arasından ürpertilerle geçerek kente ulaşmıştık.  


Mescid-i Aksa önünde, Kameramanım Ali Berber ile

Şansımız Ramallah’ta yaver gitmiş, onca ateşin altında bir televizyon şirketinin binasına sığınmayı başarmış ama İsrail ateşi sürerken binanın üst katında 48 saat mahsur kalmıştık. Bir ara, İsrail tankının namlusu bizim bulunduğumuz kattaki televizyon şirketini bile hedeflemişti üstelik... Bu şartlarda sürdürmüştük yayınlarımızı. Sonunda bir baktık, Türk Bayrağı flamasıyla bir zırhlı araç dayandı kapıya... Tel-Aviv Büyükelçiliğimiz ve Dışişleri Bakanlığımızın (Ali Tuygan’ın katkısı unutulmaz!) çabası sonuç vermişti de çıkabilmiştik ateş altındaki Ramallah’tan. Haydi bu, bizim için 48 saatlik bir maceraydı.

O koşullarda, dünyanın gözü önünde halen yaşamaya devam eden insanlara yazık değil mi peki? Arafat’la görüşmeye gittiğimizde ev-ofisinin tepesinde dönüp duran İsrail helikopterlerinin tacizini anımsıyorum da... ArafatTürkiye’ye ve Arap Dünyası’na çağrıda bulunarak ne demişti:

Onların (İsrail’in) yaptığı işgal, şiddetin en büyüğüdür. Çocuklarımıza, kadınlarımıza yapılanları, kutsal yerlere karşı işlenen suçları kabul mü edelim? İşgal, terörün ta kendisidir. Görmüyor musunuz tanklarıyla nasıl vuruyorlar? Sizin ülkenizde bunlar olsa kabul edebilir misiniz? Kendilerine bunları yıllar önce Naziler yapmıştı ve yıllardır etkisinden kurtulamadılar...

Nursun Erel'in yazısının tamamını okumak için aşağıdaki fotoğraflı bağlantıyı tıklayınız...
 


Yorum Yazın