Osmanlı’dan günümüze Türk basını: Hak ve özgürlüklerde neler değişti?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Osmanlı’dan günümüze Türk basını: Hak ve özgürlüklerde neler değişti?
Abone ol
Gazeteciliğin ortaya çıkışında, merak ve öğrenme güdüsüyle kaşifler, dini ve ibadeti yayma amacındaki din adamları, alışverişi canlandırmak isteyen tüccarlar, diplomatik konularda da elçiler, gönderdikleri mektuplar ve yazdıkları kitaplar ile etkili oldu, ancak gazeteler yaygınlaşıp, okur sayıları arttıkça engellemeler de karşılarına çıktı…. Bugün de yazılı-görsel basın üzerinde olanca hızıyla devam eden baskılar ve sansür acaba geçen yüzyılda nasıl ortaya çıktı? Gazeteciler Cemiyeti'nin katkılarıyla...

Haber: Ceyda Yarkent – İstanbul

Osmanlı döneminde sansür, kapatma, müsadere, toplatma gibi engeller basına uygulanırken, gazeteciye baskı, sürgünden hapis cezasına kadar varan cezalarla başlatıldı. Bu durum basında otokontrol ve otosansür mekanizmalarını da yarattı. Sultan II. Abdülhamid’in 30 yıllık istibdat döneminde Rus Harbini gerekçe göstererek Meclis-i Mebusan’ı kapatması ve o dönem henüz emekleme döneminde olan basını kontrol altına alarak gazetelere sansür getirmesi, kimi yayınları müsadere ettirip, gazetecileri yargılatıp tutuklattırması, gazetecilerle birlikte işletme sahipleri üzerinde ciddi bir baskı ve tehdit ortamı yarattı.

Bu dönemde gazetelere, dergilere uygulanan sansürün şiddeti giderek arttı, gazetelere yayımlanması yasak kelimeler listesi gönderiliyordu, gazeteler silmek zorunda kaldıkları yazılar, haberler nedeniyle sayfalarını neredeyse bembeyaz yayınlar oldu. Yasaklar listesinde Kızıl Sultan, Yıldız, Hürriyet, Burun gibi kelimeler vardı. Gazeteciler, yazarlar özgürlükçülük akımıyla birlikte Türkçülük ideolojisini yaymak ve devrin ağır koşullarına rağmen özgürce haber yapmak, yazı yazmak isteseler de, II. Abdülhamid’i ve politikalarını eleştirmenin, halkın gerçekleri öğrenmesi için gösterdikleri çabanın bedelini ağır hapis cezaları, sürgün, hatta idamla ödediler. Bu isimlerin yazdıkları gazeteler ise müsadere, toplatma gibi ağır yaptırımlara uğratıldı. 

Kanun-ı Esasi

Günümüzdeki “Resmî Gazete’nin” Osmanlıdaki karşılığı sayılabilecek  Takvim-i Vekayî’nin yanı sıra II. Abdülhamid döneminde çıkan gazetelerden “Sabah Gazetesi” 1876’da basılmaya başlandı. Osmanlı – Sırp Savaşı bu döneme denk gelmiş, gazetelere sansür de aynı günlerde  uygulanmaya başlanmıştır. 31 Ağustos 1876’da yeni Anayasayı, Kanun-ı Esasi’yi ilan eden II. Abdülhamid” Matbuatın kanun dairesinde serbest” olduğunu belirtmiştir. Meclis-i Mebusan’da yaşanan basın kanunu tartışmaları ardından meclis kapanmış, bu da basında yasaklı dönemlerden birinin başlangıcı sayılmıştır. Bu dönemde Maarif Nezareti, Matbuat Müdürlüğü ve Zaptiye Nezareti yayınların incelenmesi için yetkili kılınmıştır. Yurt dışından gelecek yayınların incelenmesi için ise Matbuat-ı Hariciye Müdüriyeti kurulmuştur. 1888’de matbaalara bütün yayınlar için ancak izin aldıktan sonra basma koşulu getirilmiştir. II. Abdülhamid Döneminde kelime yasakları hep devam etmiş, gazeteler, “grev, anarşi, hürriyet, meşrutiyet, Girit, yıldız, büyük burun gibi kelimeleri kullanmadan yayın yapmaya çalışmıştır. Bu döneme yalnızca yasaklanan kelimeler değil, yasaklı yazarlar da damgasını vurmuştur. Yasaklı yazarlardan bazıları, Ziya Paşa, Namık Kemal, Voltaire, Victor Hugo’dur. 

24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyetin ilanından sonra basın sansürü ortadan kalkmış, gazeteler denetimden geçmeden piyasaya sürülmüştür. Bab-ı Alî hareketlenmiş, çok sayıda gazete imtiyaz almış ve yayına başlamıştır. II. Meşrutiyetle birlikte, bir yayın dönemi özgürlüğü başlamış, her türlü fikrin sunumu rahatlıkla mümkün kılınmıştır. 31 Mart Olayının bastırılmasından sonra basındaki sıkıntılara son verilmesi amacıyla 1881 tarihli Fransız Basın Kanunu’ndan örnekler alınarak bir basın kanunu tasarlanıp 14 Temmuz 1909’da Meclis-i Mebusan’a sunulmuştur. Mecliste 1909’da kabul edilerek aynı yıl yayımlanan “Matbuat Kanunu” ile gazetelere sorumlu müdür bulundurma zorunluluğu getirmiştir. Bunun yanı sıra basılı yayınlar için künye, içerik, dil ve nerede yayımlanacağı gibi bilgilerin hazırlanması ile yayın izni alınması zorunlu kılınmıştır. Bu dönemde Türk basını, hem hükümetin hem de bu işgalcilerin sansürüne maruz kalmıştır. Aynı günlerde  Mustafa Kemal Millî Mücadele’yi örgütlemeye başlamış, haber ağlarını kontrol altında tutabilmek için telgraf ağına el koymuştur. Anadolu Ajansı ve Matbuat Umum Müdürlüğünün  kurulmasıyla  haberlerde düzenlilik sağlanması hedeflenmiştir. 

Akbaba Dergisi 

Millî Mücadele yıllarında İstanbul’da Refik Halid Karay tarafından çıkarılan ve dönemin iki önemli mizah dergisinden biri olan Aydede,  savaş boyunca İstanbul hükümetini desteklemiş Büyük Taarruz Zaferi’nden sonra Karay sürgün edilmiş, Aydede Dergisi ise, 90. Sayısını 9 Kasım 1922’de yayımlayarak kapanmıştır. 

Akbaba Dergisi, 7 Aralık 1922’den -28 Aralık 1977’ye kadar çıkan en uzun ömürlü siyasi mizah dergisidir.  Beş Hececiler akımının önde gelen isimlerinden Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından çıkarılan dergi, kesintilerle de olsa kapanana kadar yayın hayatını sürdürmüştür. Bu kesintilere rağmen 2 bin yayınını okuyucularıyla buluşturmuştur. Derginin kuruluş amacı Aydede Dergisi’nin yerini doldurmaktı. Akbaba Dergisi de 208’inci sayıdan sonra kapanıp, 1933’te yeni harflerle yeniden yayına başlamıştır. Dergi, sadece bir siyasi mizah dergisi olarak kalmayıp, yoksul kesimin sesini duyuran bir edebiyat dergisi olarak da görev yapmıştır. 1923-1950 yılları arasından iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi’nden yana bir çizgiyi benimseyen dergi, Serbest Fırka, Demokrat Parti gibi dönemin muhalefet partilerine karşı yayınlarıyla okur kaybetmeye başlamış, bu süreçte yayınına ara vermiştir (1931-1933, 1950-1951). Akbaba Dergisi, Türkçe çıkan sayılarında siyasi tutumunu korumakla birlikte, edebi kimliklere de vurgu yapmaya başlamıştır. 

Aydede dergisi kadrosu bu dergide de devam etti. Eleştirel ve farklı bir mizah yapısına sahip olan dergi, bu eleştirel duruşu kapaklarıyla dışa vurmuştur. Liderler müstehcen halleri ile karikatürize edilerek pek çok kez kapağa taşınmıştır. Akbaba dergisinin adeta okul kabul edildiği dönemlerde, yazarlar arasında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz Muzaffer İzgü gibi tanınmış isimler bulunuyordu. Derginin çizerlerinden Ramiz Gökçe imzasıyla kapak olan, Mustafa Kemal’i elinde dolmakalemle  bir güneş gibi doğarken gösteren sayısı sembol  olmuştur. 

Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet Döneminde, Cumhuriyetin ilanına bazı çevrelerce gösterilen tepkiler ve Şeyh Sait isyanı sırasında 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış, basınla ilişkilerin yürütülmesinde bu kanun belirleyici olmuştur. 1931’de Cumhuriyet Dönemi’nin ilk basın yasası çıkarılarak, saltanat, hilafet, komünizm, anarşizm yanlısı yayınlar yasaklanmıştır. 1938’de Matbuat Kanunu’nda bazı değişiklikler yapılarak basın özgürlüğü önemli ölçüde kısıtlanmış, 1945’te çok partili hayate geçilinceye kadar basın sürekli CHP’nin kontrolü altında tutulmuştur. Çok partili döneme kadar çeşitli gazeteler yayınlarını kontrol altında sürdürmüş, 1950 yılında Gazetecilik Enstitüsü kurularak gazetecilik eğitimi verilmeye başlanmıştır. 

 

Gazetecilere getirilen haklar

20 Haziran 1952 yılında yürürlüğe giren yasayla, gazetelere sendika kurma hakkı verilmiş, 10 Temmuz 1952’de Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) kurulmuştur. 27 Mayıs Darbesiyle Adnan Menderes hükümeti düşürülmüş, yerine Milli Birlik Komitesi (MBK) kurulmuş ve yönetim askerlerce devralınmıştır. MBK, gazetecilere birçok hak tanırken, “Fikir İşçileri Kanunu” ile kıdem hakkı, ölüm tazminatı, ikramiye gibi haklar gazetecilere tanınan haklar olmuştur. 

MBK hükümeti döneminde 10 Ocak 1961’de devlet ilanlarının dağıtımda adaletsizliği ve hükümetlerin bazı gazeteleri koruyup kollamalarını önlemek amacıyla Basın İlan Kurumu (BİK) Kurulmuş ancak kurumun işleyişinden memnun olmayan birçok gazete sahibi buna tepki göstermiştir. Bu eleştiriler, “Anayasalarda yer alan “Matbuat, kanun dairesinde serbesttir” maddesinin yeterince açık olmadığı, sansürün bu nedenle kolaylıkla uygulanabildiği” özünde toplanıyordu.  

1961 Anayasası

1961 Anayasasına “Basın hürdür, sansür edilemez, yayın yasağı konulamaz, gazete ve dergiler toplatılamaz” şeklinde somut maddeler konularak basın özgürlüğünün güvence altına alınması amaçlanmıştı. Ancak bu maddelere aykırı tedbirler, yayın yasakları Osmanlıdan bu yana devam etti. geldi. 1960 yılından sonraki süreçte günlük gazetelerde büyük bir değişim yaşanmış, düşünce ve yoruma yer veren gazetelerin tirajı yükselmiştir. 1968 yılında televizyonların düzenli deneme yayınları başlarken, üniversitelerde ise yaygın anarşik olaylara tanıklık edilmiştir. 

Askeri darbeler

Askeri yönetim tarafında, 12 Mart Muhtırası verilmiş, Süleyman Demirel’in istifasına zemin hazırlanmıştır. Bu dönemde Turhan ve İlhan Selçuk, Yaşar, Kemal, Can Yücel gibi birçok gazeteci ve yazar cezaevine girmiş veya yargılanmıştır. Bu süreçte pek çok gazeteci, akademisyen faili meçhul cinayet kurban gitmiş ve bu durum aydınlatılamamıştır. 

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) 12 Eylül 1980’de yönetime yeniden el koymuş, basın sıkı bir denetime tabi tutulmuştur. Demokrat, Bursa’nın Sesi gibi bazı gazeteler kapatılmış, pek çok gazetenin  yazı işleri müdürü hakkında soruşturma açılmış,  Tercüman ve Güneş Gazetesi gibi birçok gazetenin yayınları günlerce durdurulmuştur. O günlerde TRT dahil olmak üzere telefon, telsiz, radyo ve televizyon yayınlarına ve haberleşmeye sansür konulduğu bilinmektedir. 1983’te seçimlerin ardından Turgut Özal başbakan oluncaya kadar gazete, dergi gibi yayınlar denetimden geçerek gerekli görüldüğünde toplatılmış ya da yasaklanmıştır. 

Gerçekleştirilen darbenin ile sendikalar zayıflatılmış, basın özgürlüğü kısıtlanmıştır. Bununla birlikte mülkiyet yapılarında değişimler görülmüş, tekelleşme eğilimleri boy göstermiştir 1980’li yıllarda yayıncılık açısından en önemli gelişmelerden biri, bilgisayar teknolojilerine geçilmesidir. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler, içerik ve haber kaynaklarında büyük değişiklikler yaratmıştır. Bu dönemde özel radyo ve televizyon yayınları 1990’lı yıllardan itibaren herhangi bir düzenlemeye tabi olmaksızın başlamıştır.  Bu durumu Prof. Dr. Emre Kongar, “Demokrasi ve Laiklik” adlı kitabında şöyle açıklar: “1990’lı yıllarda sorun haline gelen denetimsiz radyo ve televizyonların yol açtığı “Medya terörü” de, yine bir bireyin temel hak ve özgürlüklerine yapılan saldırı karşısında demokrasinin (geçici nitelikteki) aczinden kaynaklanmaktadır. Aslında soğukkanlı bir biçimde bakıldığında, Medya Terörü’nün de bir ara-rejim olduğunu görmemek olanaklı değildir. Hükümet tarafından link hatlarının TRT’den alınıp, PTT’ye verilmesiyle bir teknoloji darbesi yapılmış ve yine Hükümet adına Turgut Özal’ın desteğiyle yasalarda yeri olmayan, yani Anayasa dışı (üstü) bir televizyon yayını (üstelik de teknolojik değişme ve gelişme adına) gerçekleştirilmiştir.” 

1993 yılına gelindiğinde Anayasa değişikliği yapılarak radyo ve televizyon üzerindeki kamu tekeli ortadan kaldırılmış, özel radyo ve televizyon yayınlarının yapılmasına olanak sağladığı görülmüştür.


Yorum Yazın