Helikopter kazasında hayatını kaybeden

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hakkında ne biliyoruz?

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hakkında ne biliyoruz?
Abone ol
İran Cumhurbaşkanı ve Şii din adamı İbrahim Reisi, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in halefi olarak görülüyordu. Reisi’nin ölümü, tam da İsrail ile çalkantılı ilişkiler dönemine denk geldi...

Oğuz Büber - Muhalif Özel

Hamaney’in en büyük varisi Reisi, helikopter kazası sonucunda 63 yaşında yaşamını yitirdi.

Reisi, İslam Cumhuriyeti muhaliflerine yönelik en acımasız baskıların birçoğunda parmağı olan muhafazakar Şii Müslüman bir din adamıydı.

İran’ın yüce lideri Ayetullah Ali Hamaney’in himayesindeydi ve ülkedeki dini yönetimin de sadık bir savunucusuydu.

İbrahim Reisi’nin başkanlığını şekillendiren iki büyük olay vardı:

1.  2022 yılında kadınların ve kız çocuklarının öncülüğünde başlayan ve İslam Cumhuriyeti yönetimine son verilmesini talep eden, ülke çapındaki ayaklanma ve  hükümetin bu hareketi acımasızca bastırması.
2.  Uzun bir gizli çatışma geçmişlerine sahip oldukları İsrail ile hali hazırda olan Orta Doğu savaşı.


Reisi, ülkenin nükleer veya bölgesel politikasını belirlemedi.

Fakat kendisine; vekil milis gruplarından oluşan bir ağ aracılığıyla bölgesel nüfuzunu istikrarlı bir şekilde genişleten ve ABD’nin nükleer anlaşmadan çıkmasının ardından hızla silah düzeyinde uranyum zenginleştirme seviyelerine ilerleyen nükleer programa sahip bir hükümet miras kalmıştı.

Reisi bu iki politikayı da onaylamış ve desteklemişti. İran’ın bölgedeki nüfuzunu sürdürmesi ve Batı üzerinde baskı kurması anlamında zaruri görmüştü.

Cumhurbaşkanının ölümü, İsrail’in 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarına misilleme olarak Gazze’ye düzenlediği askeri saldırının sonrasında, yıllardır süren gölge savaşın doğrudan çatışmaya dönüştüğü bir döneme denk geldi.

Reisi, 1960 yılında ülkenin kuzeydoğusundaki Meşhed şehrinde dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1979 yılında 18 yaşında, ülkenin monarşisini deviren İran İslam Devrimi’nin coşkusuna kapılmadan önce Kum’daki ünlü ilahiyat okulunda eğitim görmüştü. Yalnızca iki yıl sonra yeni oluşturulan İslam Cumhuriyeti’nde yargıç olmuş ve İran siyasetinin zirvesine doğru istikrarlı yükselişi başlamıştı.

İslam devriminin kurucusu Ayetullah Ruhullah Humeyni gibi, Hamaney ve selefi Reisi de ‘seyyidlere’ ya da soyadlarını Hz. Muhammed’e dayandıran kişilere özgü din adamı sarığı (siyah sarık) taktı.

İran’da halefiyet meselesi Hamaney’in 85 yaşında olması ve güçten düşmesi nedeniyle daha da acil duruma geldi. Bir sonraki dini liderin seçimi de; siyasi rekabet ve pazarlıklarla dolu, şeffaf olmayan bir süreç olarak sirayet edecek gibi duruyor.

Reisi, yeni İran yüce lideri olmak için en büyük adaylardan biri olarak görülüyordu ve katı görüşlü grup tarafından tercih ediliyordu; tıpkı Ayetullah Hamaney’in babasının ofisini yönetmeye yardımcı olan etkili bir din adamı pozisyonundaki oğlu Mojtaba gibi. Reisi’nin vefatı genç Hamaney’in (Mojtaba) babasının yerine geçme anlamında önünü açmış durumda.

Reisi, siyasi analistler tarafından; Hamaney’in politikalarının sadık bir uygulayıcısı ve Devrim Muhafızları’nın İran siyasetinde ve ekonomisindeki artan gücünün kolaylaştırıcı unsuru olarak tanımlanıyordu.

Üslubuna ilişkin yapılan tanımlar şöyleydi: “Karizmasını etrafına yayabilen bir isim değildi. Yaptığı konuşmalar ile insanlara sokaklara dökme gibi bir yeteneği yoktu. Sadece uygulaması gereken politikayı harfiyen uyguluyordu. Her şeyden önce ise rejimin içinden birisiydi ve sistem için çalışan bir ideologdu.”

Devlet medyasındaki muhafazakar görüşlü uzmanlar başta olmak üzere destekçileri tarafından yoğun övgüye mazhar oluyordu. Bunun sebebi ise; katı dini ve sosyal kuralları yeniden dayatması, muhalefete karşı hoşgörüsüz bir politika izlemesi ve İran’ın politikalarını Batı’dan uzaklaştırıp Rusya ve Çin’le daha fazla ilişki kurma çabası gütmesiydi.

2016’dan 2019’a kadar, Hamaney’in kontrolü altında bulunan ve onun önemli servet kaynaklarından birisi olarak gösterilen milyarlarca dolarlık güçlü bir dini holding olan Astan Quds Razavi’nin başındaydı.

2019 yılında İran yargısının başına geçen Reisi, görev süresi boyunca muhalefete yönelik en acımasız baskılarının bazılarının denetimini üstlendi. Bir örnek vermek gerekirse;

Kasım 2019’da yakıt fiyatlarındaki artışa tepki olarak ülke çapında düzenlenen gösterilerde en az 500 kişi öldürüldü. Yargı aktivistlerini, gazetecileri, avukatları ve çifte vatandaşları tutuklattı.

2021’de; en ciddi rakiplerinin diskalifiye edildiği, zaferini garantilemek için dizayn edilmiş olarak görülen bir seçimle başkanlık koltuğuna oturdu.

Reisi kampanyasını yolsuzluk karşıtı bir aday olarak yürütmüş, hükümetin muhalifleri ve uluslararası hak örgütlerinin kınamaları altında cumhurbaşkanı olmuştu.

Hak grupları, Reisi’nin 1988 yılında İran-Irak savaşının sonunda, 5.000 siyasi muhalifin yargılanmadan idam edilmesini emreden dört kişilik bir heyetin üyesi olduğu geçmişine vurguda bulundular. Heyetin bir parçası olduğunu inkar etmeyen Reisi; bir konuşmasında kendisinin o dönemde dini lider tarafından bu göreve atanan alt düzey bir yetkili olduğunu söyleyerek üzerine yüklenen sorumluluktan sıyrıldı.

İdama mahkum edilen muhalif siyasetçiler için ‘İran toplumunda önemli rol alabilecek bir nesil siyasi zeka ve aktivist kaybedildi’ yorumu yapılıyor.

İran tarihinin en baskıcı dönemlilerin çoğunda, özellikle de 2009 ve 2022’deki hükümet karşıtı protestolara yönelik uygulanan baskılarda Reisi’nin rol aldığı belirtiliyor.

Reisi’nin iktidara gelmesi, Donald J. Trump’ın başkan olarak İran ile dünya güçleri arasındaki nükleer anlaşmalardan çekilmesinden üç yıl sonraya denk geliyor. ABD’nin anlaşmadan çıkmasının ardından Trump, İran’a yeniden sert ekonomik yaptırımlar uygulayarak ülkenin petrol satışlarını ve bankalarını vurdu. Bir yıl sonra, İran nükleer anlaşmanın faydalarından yararlanmayı başaramayınca, uranyumu neredeyse silah düzeyinde zenginleştirme uygulamasına geri döndü.

Reisi, ‘direniş diplomasisi’ sözü vererek göreve gelmişti. Bu diplomasinin temelinde; batılı güçlere meydan okuma fakat nükleer anlaşmaya geri dönmek, yaptırımlarını kaldırılması için özellikle ABD ile müzakerelere açık olma mantalitesi yatmaktaydı. 2021 sonbaharında ise aylarca süren müzakereler sonuçsuz kaldı ve Biden yönetimiyle de herhangi bir anlaşmaya varılamadı.

Reisi’nin cumhurbaşkanı olarak dış politikada elde ettiği en önemli başarılar arasında, seleflerinin uzun süredir başaramadığı bir durum vardı. Reisi, İran’ın uzun süredir bölgesel düşmanı olan Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden tesis etmişti. İki ülke bu amaçla 2023 yılında Pekin’de bir anlaşma imzalamışlardı. Anlaşma, her ne kadar sembolik olsa da iki ülke arasındaki bölgesel rekabetin yatıştırılmasında kilit rol oynamıştı.

Nükleer anlaşmanın çöküşünden sonra İran’ın ABD ve Avrupa’ya güvenemeyeceğini söyleyen Reisi; Rusya ve Çin ile daha derin ilişkiler kurmaya ve Batı’dan uzaklaşmaya öncelik verdi. Hükümeti, Çin İle 25 yıllık kapsamlı bir ekonomik, güvenlik ve askeri anlaşmaya varmıştır. Anlaşma kapsamında; Çinli şirketlerin İran’da çok çeşitli sektörlerde 400 milyar dolarlık yatırım yapmasına karşılık olarak Pekin’e indirimli petrol satmayı kabul etmişti.

Bu hamlenin yanı sıra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmek için sık sık Moskova’ya giden Reisi, mevkidaşı ile güvenlik ve askeri ilişkiler konusunda uzun yol bir katetmişti. İran Rusya’ya insansız hava araçları satmış, Rusya da bu araçları Ukrayna ile savaşında kullanmıştır.  

Reisi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde iç politika üzerindeki etkisi oldukça derinden hissedilirken, mirası büyük tartışma konusu olacağa benziyor. İktidarı döneminde ülke; uluslararası yaptırımlar ve yüksek işsizlik sebebiyle ciddi ekonomik gerilemeler yaşadı.

Uzmanların tanımına göre ise Reisi’nin mirası düşünüldüğünde, ülke ekonomisini harabeye çevirdi ve daha baskıcı bir yönetim anlayışı getirdi tespiti yapılıyor. İran’ın hiçbir dönem demokratik ya da özgür olmadığı kabul ediliyor ama 2021 yılından bu yana siyasi baskının daha da arttığı ve muhalif tek bir sese bile izin verilmediği belirtiliyor.

İran’ın para birimi rekor düşük seviyeye gerilemesini yine bu dönemde yaşarken, iklim değişikliği ve kötü yönetim su sıkıntısını arttırdı ve ülke Ocak ayında kuruluşun bu yana ki en büyük terör saldırısına maruz kaldı.

Türk medyasında ve dünya medyasında sıkça gündeme gelen, ahlak polisinin gözetimi altındayken öldürülen Mahsa Amini’yi hepiniz hatırlarsınız. Amini, zorunlu başörtüsüne karşı çıktığı için Tahran’da gözaltına alınmış ve polis nezaretindeyken öldürülmüştü. 21 yaşındaki kadının ölümü, başörtülerini çıkaran ve İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi çağrısında bulunan kadınların başı çektiği protesto dalgasına yol açmıştı. Bu hükümet karşıtı protestolara yönelik baskıyı da yöneten isim Reisi’ydi.

Çok sayıda İranlı kadın, zorunlu başörtü kuralını delerek bir yılı aşkın bir süre boyunca saçlarını örtmeden toplum içerisinde hareket edebildiler. Reisi’nin başörtü kuralını yeniden uygulayacaklarını açıklamasının sonrasında; kaldırılan ahlak polisi de nisan ayında tekrar sokaklara dönmüş ve birçok kadını tutuklayarak zindanlara göndermişti.


ABD’nin 2019 yılında Reisi’ye yönelik yaptırım uyguladığı insan hakları ihlalleri iddiaları, hayatının son dönemine kadar uluslararası sahnede İran liderinin peşini bırakmamıştı.

Geçtiğimiz Aralık ayında ise; Reisi, 1988’deki toplu idamlarda rolü olduğu iddiasıyla tutuklanabileceği korkusuyla Cenevre’deki Birleşmiş Milletler ziyaretini iptal etti. Bu endişe yersiz değildi çünkü İsveç daha kıdemsiz bir İranlı yargı yetkilisini insanlığa karşı suç işlemekten yargılamıştı.

Fakat, Reisi her yıl New York’taki BM Genel Kurulu’na katılarak İran’daki muhalefetin suçunu yabancı düşmanlara yükleyen ateşli konuşmalar yapıyor ve ülkesini iyi bir yönetim modeli ve insan hakları savunucusu olarak tasvir ediyordu.

Vefat eden Reisi’nin eşi Jamileh Alamolhoda, üniversitede felsefe ve eğitim profesörü. Alamolhoda, aynı zamanda aşırı sertlik yanlısı ve etkili bir din adamı olan Ahmad Alamolhoda’nın da kızı. Çiftin iki kızı ve bir de torunları vardı.
 


Yorum Yazın