Farklı görünümünü moda zevkine yansıtan kadın Barbra Streisand

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Farklı görünümünü moda zevkine yansıtan kadın Barbra Streisand
Abone ol
Bir Hollywood efsanesi olan Barbra Streisand'ın yeni kitabında öncelik verdiği konu 'moda' idi. Streisand modaya dair mottosunu da şöyle dile getiriyor: “Farklı görünüyordum, farklı giyindim”.

Oğuz Büber - Muhalif Özel

Barbra Streisand; Marion Brando ve Prens Charles ile flört etmiş, Ryan O’Neal ve Warren Beatty gibi isimlerle ilişki yaşamış bir Hollywood starı. Ancak yakın zamanda yayınladığı ve hayatına dair oldukça detaylı bilgilere yer verdiği “Benim adım Barbra” (My name is Barbra) adlı eserinde aşk hayatına yer vermiyor.

Kitapta; şarkıcı, oyuncu, yapımcı, yönetmen ve hayırsever gibi vasıflarla tanıdığımız Barbra’nın gardrobuna ve ışıltılı dünyasına tanık oluyoruz.

Kendisine ‘Sıska Marink’ lakabı takıldığını söyleyen Brooklyn’li yıldız oyuncu, küçüklüğünde “kamptaki ilk gününde onu diğer çocuklardan ayrıştıran” bordo kazağına oldukça büyük bir değer atfediyor.

Streisand ergenlik yıllarında farklı birçok meslek deneyimliyor. Bebek bakıcılığından Çin restoranında kasiyerliğe kadar çeşitli işlerden kazandığı para ise daima kıyafete gidiyor. Özellikle; dantel süslemeli eteği, minik pembe-beyaz ekose desenli bluzu ve kombine uygun pembe ayakkabıları hiç aklından çıkmıyor.

Daha o zamanlar ‘ünlü stilist’ kavramı ortaya çıkmadan önce, yıldız oyuncu imajını görünüşüne uygun olarak şekillendirmeyi öğrenmişti. Yüz hatlarında cazibe ve seksapellik taşımıyorsa da, dikkati başka yere çekebileceğini biliyordu.

“Sanırım farklı görünüyordum, farklı giyindim” diyen Bayan Streisand, “Hiçbir zaman o günün modasına uymadım. Kafamda başka imgeler canlanıyordu. İlhamını; dönem filmlerinden, müzelerde yer alan tablolardan ve ilk defa gençken tanık olduğu Sarah Bernhardt’ın eşsiz Mucha posterlerinden aldım” sözleriyle esinlendiği noktaları belirtiyor.

Flatbush’tan (Brooklyn) gelen ‘Tatlı Yahudi kızı’ sıfatı ile ötekileştirildiğinin acı bir şekilde farkındaydı. Kimsenin kendisine bakıp “Bu kız bir film yıldızı olmalı” demeyeceği de yazıyor anılarında. Tam olarak şöyle ifade ediyor Streisand: “Küçük bir kafam, çarpık bir burnum var. Ağzım çok büyük ve gözlerim ise tam tersi çok küçük. Seksi olduğumu düşünüyor muydum? Hayır.”

Ancak yıldız isim farklılığı kapatmak yerine, cinselliğini ısrarla küçümsedi ve bu durumu avantajına çevirdi. İlk zamanlarda; çocuksu orta boy gömlekler, ikinci el dükkanından alınmış tuhaf denilebilecek Viktorya dönemi kıyafetleri ve erkek tüvitleri ile ince kravatlı bluzlardan oluşan maskülen-feminen karması kıyafetlerle sahne aldı.

Sene 1960. Deneyimli yıldız, Greenwich Village’da Bon Soir isimli piyano barda sahneye ilk kez çıkarken; sade siyah bir elbisenin üzerine, yüzyılın başından kalma, gümüş iplikle işlenmiş yüksek boyunlu ve uzun kollu İran yeleği giyiyordu.

İkinci gecesinde ise şu anda hatırladığı kadarıyla; Viktorya döneminden kalma penye bir ceket ve 1920’lerin pembe kurdeleli bir saten ayakkabısını giyiyordu. Ayakkabıya dair hatırladığı diğer detay ise ikinci el mağazasından yalnızca 3 dolara aldığıydı.

Asıl önemli ve farlılık yarattığı kısmı ise şöyle açıklıyor: “Çoğu gece kulübünde olduğu gibi alışılmış türden bir elbise ile sahneye çıkmamıştım. Bunun yerine erkek giyim kumaşından bir yelek tasarladım ve bunu beyaz şifon bir bluz ile giydim. Kombine uygun yere kadar uzanan etek ise yandan yırtmaçlı ve kırmızı astarlıydı. O günden beri bu tarzın benzeri kıyafetler giyiyorum.”

Streisand’ın çarpıcı ve özgün tarzı Vogue editörü Diana Vreeland’ı oldukça etkilemişti. Yahudi yıldız bu etkilenişi, “Diğer insanlar hakkımda şakalar yaparken o bende bir şeyler gördü” diyerek anlatıyor ve ekliyor: “Ben daha en iyi giyinenler listesine gireceğimi hayal dahi edemezken benden bir moda ikonu olarak bahsetti”. (Streisand o listeye iki defa girdi.)

 

Streisand bu imajı yakalama uğrunda büyük çaba sarf etti. Jaguar ceketi ve ona uygun ilaç kutusuyla Chanel’de ön sıraya da tünedi, imzasını taşıyan Empire elbiseleriyle sahneye de çıktı.

Geçtiğimiz hafta da yine, “Yüksek belli ve kumaşın yere kadar düştüğü bu tarzı her zaman sevmişimdir. Vücuduma uyuyordu ve şarkı söylerken nefes almamı sağlıyordu.” ifadelerini kullanmıştı.

Takıntılı olduğunu kendisi de kabul eden oyuncu, “Bulunduğumuz Yol” (The Way We Were) ve “Dalgaların Prensi” (The Prince of Tides) başta olmak üzere birçok filmde karakteri için kendi giysi dolabını kullandı.

Streisand her zaman inatçı ve acımasız bir mükemmeliyetçiydi. Ancak gaflar da yaşamıştı. Dehşet verici denilebilecek olay şöyleydi: 1969’da ilk Oscar’ını almak için giydiği ışıltılı pantolon takımının şeffaf olduğunu sahne ışıkları altında fark edebilmişti.

Bazı iğnelemelere de göğüs germesi gerekmişti.

ABD Başkanı Bilal Clinton’ın açılış galasına ince çizgili bir takım elbise, göğüslerini gösteren bir yelek ve baştan çıkarıcı yandan yırtmaçlı eteğiyle katılmasını The New York Times’tan bir yazar topluluğu rahatsız edici bir hareket olarak tanımlamıştı.

Bugün bile hala kızgın olan ünlü oyuncu yoruma cevabını kinayeli bir mail göndererek vermişti: “O yazarın kıyafetten iyi anladığını ve benden çok onun (kıyafet) hakkında konuştuğunu düşündüm.” demişti.

‘O yaşta o elbiseyi giymek?’ Bu söyleme anlam veremiyor yıldız oyuncu.

“İnsanlar kendilerini ifade etmeli ve hangi gün, nasıl hissediyorlarsa öyle giyinmeliler” diyor. Streisand’ın vurguladığı en önemli nokta ise: “Bunun yaşla hiçbir ilgisi yok”.

Kariyerinin ilk zamanlarında duygusallığını bugünkü kadar net bir şekilde ifade etmekten çekinen oyuncu, “O zamanlar böyle görünmekten çok korkuyordum. Artık umursamayacak kadar yaşlıyım.” diyor.

Sıradışı oyunculuğu gibi, ünlü ismin kıyafet tercihleri ve oluşturduğu moda zevki de sıradışı…

"Smyrna, Türkiyeliyim"

Hatta Streisand’a dair şöyle ilginç bir hikayeden de bahsedelim…

Yukarıda ünlü oyuncunun Greenwich Village’da ilk kez sahneye çıkışından bahsetmiştik. 18 yaşındaki Barbra, yine aynı bölgede bulunan Lion isimli kulüpte düzenlenen bir yetenek yarışmasına katılmıştı. Kısa süre önce matbaa firmasındaki tezgahtarlık ve telefon operatörlüğü işlerinden kovulmuştu. Oyunculuk denemelerinde bulunduğu kuruluşlardan da olumsuz yanıt alan Streisand’ın ödülü 50 dolar ve bedava Londra ızgarası olan yarışmaya ihtiyacı vardı.

Olayın aktarmak istediğimiz ilginç kısmı şuydu: Streisand yarışmaya başvururken Smyrna - Türkiyeli olduğunu söylemişti. (Smyrna İzmir’in tarihteki ismidir.) Üstelik aksanlı ve yuvarlayarak ‘Smeerrna’! demişti. Oyuncunun fiziksel özellikleri göz önüne alındığında çok da garipsenmemişti Türkiyeli olduğunu söylemesi. ‘Brooklyn’li bir kız olarak etiketlenmek’ istemediğini söyleyen Barbra Streisand işte böyle sıradışı bir karakterdi….

 

Bonus: Duck Sauce grubunun 2010 yılından yayınlanmış disko house tarzındaki ‘Barbra Streisand’ isimli şarkısı.

 


Yorum Yazın