Yaşı büyütülerek asılan devrimci

Erdal Eren hep 17 yaşında…

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Erdal Eren hep 17 yaşında…
Abone ol
42 yıl önce bugün; bir genç, yaşı büyütülerek idam sehpasına gönderildi. İşlediği bile kanıtlanmayan bir suç yüzünden… Failleri, bu genç devrimciyi 12 Eylül Askeri Darbesi’nin arifesinde asan Milli Güvenlik Konseyi idi. Erdal Eren, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde idam edildi.

Muhalif Özel / Oğuz Büber

“Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum… Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur.” 42 yıl önce idama mahkum olan Erdal Eren’in son sözleri olmuştu bunlar…

25 Eylül 1962’de Giresun’da dünyaya gelen Erdal Eren, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği Üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. 30 Ocak 1980’de MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir, Eren’in yol arkadaşlarından ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’i öldürmüştü. Suner’in öldürülmesini protesto eden Eren, 2 Şubat 1980 tarihinde gözaltına alındı. Aynı gösteride çıkan çatışmada Er Zekeriya Önge’nin öldürüldüğü ve öldüren kişinin de Erdal Eren olduğu iddia edilerek, henüz 17 yaşında olan Erdal Eren idama mahkum edildi. 13 Aralık 1980’de Eren, yaşı büyütülerek asıldı. Erdal Eren’in idamına tepkisini pankart asarak göstermek isteyen arkadaşı  Ercan Koca gözaltına alındı. Koca gözaltındayken gördüğü işkenceler yüzünden yaşamını yitirdi.

İdamından 16 saat önce Erdal Eren’i gazeteciler Emin Çölaşan ve Savaş Ay ziyaret ettiler. Eren’in gazetecilere dediği, kendisini ibret olarak asacakları ve ölümden korkmadığı şeklinde olmuştu.

Erdal Eren’in annesine yazdığı mektup ise şöyleydi:

 

"10. 4. 1980 Perşembe.

 

Sevgili Anneciğim!

 

Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.

 

Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi'nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.

 

Mektup şöyle:

 

Ana!..

 

Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?

 

"O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız."

 

Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.

 

Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. "Ne yapmalı?" "Nasıl savaşmalı?" sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.

 

Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.

 

Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.

 

Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.

 

Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların... saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.

 

Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.

 

Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.

 

Sana ve soranlara devrimci selamlar.

 

Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.

 

Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.

Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.

 

Erdal"


Yorum Yazın