Emel Seçen Kaleme Aldı: Polatlı

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Emel Seçen Kaleme Aldı: Polatlı
Abone ol
Yazarımız Emel Seçen, Kurtuluş Savaşı'nda Polatlı'da vatanı için canını veren kahraman halkımızın milli mücadele yıllarını hatırlattı önce. Seçen daha sonra Türkiye için canını veren emekçilerinin mücadelesini ve yaşadıkları acıyı kaleme aldı.

Emel Seçen'in "Polatlı" başlıklı makalesi şöyle:

Polatlı yollarında Âşık Veysel,
Döner durur, yarmak ister barikatları… Görenlerin görmediğini görür, bilir de…
Duymaz, görmez kimse.

Polatlı, Kurtuluş Savaşımızın önemli bölgelerinden biri. Sakarya Meydan Muharebesi, Polatlı toprakları üzerinde gerçekleşmiştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Sakarya Meydan Muharebesi’ni yönettiği karargâh Alagöz Mahallesi, attan düşüp de kaburgası kırık olduğu halde ülke istiklali ve istikbalini için devam ettiği yer, İnler Mahallesi.

HERKES DUYDU BİR SİZ DUYMADINIZ

Etrafta tarihe şahitlik etmiş dağlar duydu,
Dedi, 
Hitit, Roma, Pers, Lidya, Frigya, Bizans, Selçuklu dolaştı buralarda. Biz Polad’ız, Farsça “ Kuvvetli” demek. Osmanlı geçti buralardan Poladlar, Poladlı Ulu-Yörük, Aydın-Beylü kabilelerine bağlı Türkmen Yörükler…

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, geçti. Yanıp, yıkılmış buradan bir hal olmaz. Kurtar kendini! Denilen yerden; yurt, vatan, medeniyet, sevgi ve barış yaydı. Halkını çok sevdi, en az vatanı kadar. Yokluklar ve yoksunluklar arasında her fırsatta onlarla bir araya geldi. 
“Köylü milletin efendisidir!” dedi. Sanata, bilime, kadına, çocuğa, ağaca, hayvana ve de doğaya sevgi ile davrandı. Bildi ki hepsi zaten kendisi.
İlk 1892 yılında Ankara-İstanbul demiryolu konmuştu ama o güçlendirdi, o yüzden “Demir ağlarla ördük!” diyorsunuz, unuttuğunuz, unutturulan marşlarınızda.
Çorlu’da unuttuğunuz mağdurlar gibi!
Yankılandı: Kartaltepe, Duatepe, Beştepe, Çaldağı…

SOMA İŞÇİLERİ UZUN İNCE BİR YOLDA

15 yıldır mücadele ettikleri, 16 kez geldikleri hak, adalet arayışlarına Zonguldak’tan aileleri ile çıkarak yeniden Ankara’ya geldiler. İşte burada, Eskişehir- Ankara yolu, 1 Ağustos 1926 tarihinde ilçe olan Polatlı…  Polatlı’da durduruldular. Gerekçe, Ankara girişinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı önünde eylem yapacaklar, diyeydi. Ne bekliyordunuz ki kendi kentlerinde, emekli sendikasına geçtiğimiz günlerde müsaade etmediler ve ceplerinde otobüs biletleri olmadığı için yürüyerek derneklerine dönmek zorunda kaldı, bu ülkenin emekçileri, yaşlıları…

Ancak sekiz yüz kişiyi temsilen, kırk kişi içinden, beş kişi önce Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından yetkililer, sonra da AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş ile görüşebildiler. Görüşme konuşmalarını zaten bu yazıyı başlarken gelen acı haber ile zor yazdığımdan, o kısmı yazmaya gücüm yetmiyor. Sosyal medyadan takip edebilirsiniz.

Hiçbir şekilde yanıt alamadılar!
Çünkü onlar, çözümsüz ortadan kalkması, hiç sesi çıkmaması gereken sorundu.
İşveren memnun, yukarıdakiler memnun. Onlar ise psikoloji terimi ile “öğrenilmiş çaresizlik”lerini ters düz edip, yeniden, yeniden yaşıyorlardı.

İçlerinden biri haykırdı, babasını kaybetmenin acısıyla, “Babamın kan hakkını daha alamadım…” Zor da olsa haykırabildi…İnsan olanın yüreğinin dayanamayacağı söylemlerdi. Diyordular ki; “Buraya neden geldiğinizi biliyoruz. DİSK nerede? Niye geliyorsunuz, fotoğraf çektirmeye mi?”
Tam üç gün, Ankara girişinde bekletilen ve sadece haklarını alabilmek için çırpınıp duran insanlar, emekçiler, bizim canlarımız. Bizim İNSANLARIMIZ!
Eğer susabiliyorsan kendinin ne olduğuna bak önce. Ne kadar insan kaldım diye!

15 YIL YETER!

15 yılın karşılığı envanterde ölüm!
Üstelikte tıpkı musalla taşının yaz, kış soğukluğu kadar derin… Üç gün soğuk beton taş üzerinde beklediler…
“Hakkımızı verin, tazminatlarımızı ödeyin. Hakkımızı alana kadar bu yoldan dönmeyeceğiz…”

Koca Nazım, diyor ya “Kapıları çalan benim. Kapıları birer birer… Göze görünmez ki ölüler...” Hiçbir zaman görünmeyen şimdi mi görülecek!
Madenci, Âdem Dadaklı:
“Biz bu yola ‘Ölmek var dönmek yok' parolası ile çıktık. Bize verilen sözler tutulmadı. Bizim haykırışlarımızı tüm dünya duydu. Ama nedense bizim meclisimiz, vekillerimiz duymadı.
Biz öldüğümüz zaman mı sesimizi duyacaklar. 8 yıldır hep oyalandık. Bizim sorunumuzun cevabını ya bize verecekler, ya bizi mecliste öldürecekler. Başka yolu yok.
Siz polise ‘Onları oyalayın. Ankara'ya sokmayın. Madenci yatsın taşın üstünde' diyorsunuz. Onların koltukları nasıl olsa rahat. Biz garibanız. Biz madenciyiz. Hırsızlık yapanları saraylarda beslersiniz. Taşın üstünde yatıyoruz bizi kimse duymuyor…”

Maalesef çözüm bulamadıkları için evlerine geri dönmek üzere yola çıkan madencilerimiz yolda, 9 Temmuz 2021 sabah 04.30 sularında kaza geçirdiler. Araçları takla attı ve artık hayatta olmayan Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin, Sözcü Gazetesi’ne şunları söylemişti o zaman:
“AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, 2 ay önce kendisine gönderilen sorunun çözümü noktasındaki yasa taslağını meclise sunmamış. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığında yapmış olduğumuz toplantıda bu yasa taslağının AKP'li Elitaş'a verdiklerini ifade ettiler. Ama maalesef Elitaş, ‘Durum şöyle olacak, böyle olacak' diye 4 Temmuz tarihine kadar oyaladı. Ama maden işçisi Ankara'ya gelerek bu oyunu bozdu. Artık son noktaya geldi. Elitaş ile birlikte toplantı yapacağız. Elitaş'a sesleniyoruz; Cumhurbaşkanını vermiş olduğu talimat ile hem Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı'nın hem de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun bize verdiği sözün arkasında duracaksın. Senin o tasarıyı elinde tutmaya hakkın yok. Halkın meclisine o tasarıyı sunacaksın. Elitaş 2 aydır torba yasayı neden elinde bekletiyor.

“BİZLERİ TERÖRİST İLAN ETTİNİZ”

2015 yılından bu yana biz Ankara'ya 16 defa geldik. Her geldiğimizde defalarca söz verildi. AKP Grup başkanvekili Mustafa Elitaş'ın şuanda elinde çözüm olmasına rağmen çözümü meclise sunmamaktadır. Yaptığımız görüşmelerde çıkacak olan torba yasanın diğer madenlere emsal teşkil edeceği bahanesi bize sunuluyor. Ancak biz cahil madenciler olarak bakanlık yetkililerine bunun emsal teşkil etmeyeceğini gerekçeleriyle birlikte söyledik. Eğer bu yasayı çıkarırsak bu emsal teşkil eder ve tüm işverenler madencisine maaşlarını ödemez ve Türkiye kaosa sürükleniyor diyorlar. Ama biz 15 yıldır kaostayız. Bu kaosu sona erdirecek ve yasadaki boşlukları giderecek maden işçisi değil sizlersiniz. Bütün yaşananların sorumlusu sizlersiniz. Bizlerin karşısına polisleri çıkarıyorsunuz. Bizler terörist, marjinal, provokatör ilan ediliyoruz. Neden ilan ediliyoruz. Sizler görevinizi yapmadığınız için. Bizler madenciyiz. Bizler sizlerin yarattığı hukuksal boşluk yüzünden, denetim mekanizmanızın çalışmaması yüzünden bu sorunları yaşıyoruz. Sorunları bir an önce çözün. Artık oyalanmaya ve kandırılmaya tahammülümüz yok. Güvenlik güçleri bizim karşımıza değil İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun, Elitaş'ın karşısına çıkın. Bize ‘Çıkın buyurun Ankara'ya gelin. Süleyman Soylu sizi misafir etsin' dediler. Böyle mi sizin misafirperverliğiniz. Bize resmi bir tarih verilene kadar yolumuzdan dönmeyeceğiz. Artık icraat vaktidir…”
İcraat, son dönüş bileti ve sonsuzluk oldu.
Tazminat hakları için yıllarca mücadele eden Bağımsız Maden İş Sendikası Başkanı Tahir Çetin ve Madenci Ali Faik İnter’in.

 

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 10 Eylül 1921 tarihinde başlatmış olduğu taarruz ile yani tam YÜZYIL önce!
Düşmandan geri alınan ilk tepe Duatepe. Ve düşmanın Ege denizine dökülünceye kadar kovalandığı, sonu aydınlık bir sürecin başlangıç noktasıdır.
Duatepe’de sağanak yağmur altında,  Mehmetçiklerimizin ayak sesleri, yağmur damlalarına karışırken; gök ve yer bir, zifiri karanlık ve soğuk… Önünü görebilmek, hatta sağ çıkabilmek mümkün değil. Bu çamurdan, bu kasvetten çıkabilmek için ritm tutturmak ister ve halkın bağrından çıkan, tamamen Anonim, işte bu unutulmaz eseri, türküyü söyleyerek, yaratmaya başlarlar:
“Ankara’nın taşına bak.
Gözlerimin yaşına bak.
Biz yunana esir olduk.
Şu feleğin işine bak.”
Halkın bağrından ve 57.Tümen’in tek bir yürek olduğu Türkü.
Devam ettiler:
“O sevimli yüzün asla solmasın.
Hiçbir vakit kalbin yasla dolmasın.
Ey mert asker durma yürü ileri.
Sakarya da bir tek düşman kalmasın.
Dünyalara bedeldir mah cemalin.
Allah’ıma emanettir Kemal’im.”
Beş buçuk saatlik yürüyüş ve şehitler… Şehitlerimiz.
176’ncı Alayın Tabur Komutanlarından Osman Bey, yürüyüş kolundaki erlerden birinin omuzlarında iki tüfek gördü.
“Oğlum, niye iki tüfek taşıyorsun?”
“Komutanım, çok ateş etmekten tüfeğimin mekanizma kolu şişti. Zor açılıp kapanır oldu. O tüfekle iş göremeyeceğimi anladım. Yanımda şehit düşen arkadaşımın tüfeğini aldım. Tüfeği iyi işliyor. O günden bu yana iki tüfek taşıyorum. Şehit arkadaşımın adına da vuruşuyorum, numarası benim üzerime yazılı olduğu için kendi tüfeğimi de bir yana bırakamıyorum.”
“Niye bırakamıyorsun oğlum?”
“Bırakılır mı hiç? Milletin malını bana vermişler, üzerime yazmışlar. 
Osman Bey, erin bölük komutanını yanına çağırdı, emir verdi:
“Bu erin işe yaramayan tüfeğini alın, onbaşılığa terfi ettirin, yazısını da tabura gönderin.”

İşte o bekletilen, beton üzerinde bekletilen canlar; bu insanların bu şartlarda kurduğu bir Gazi Meclisinin içinden böyle iş yapıyorlar.
O yüzden Soma’da ki facia da ilk TV ekranlarında sekiz yüz görüp dört yüzlere inen rakamlar, o dönemin bakanının saati ve ütülü gömleği ile aynıdır. Ya da bir korumanın mağdura attığı tekme ile.
Üç gün bekletilen Soma Halkı, emekçisi, madencisi içinde ayağından yaralı ve bir de ama (kör) vardı. Tıpkı Âşık Veysel gibi…
Bu ülkenin yolları; Uzun ve İnce’dir… Gideriz, gündüz gece… Ve elbet varacağız aydınlığa tüm şehit ve gazilerimizle.
Başımız sağ olsun.
Hiçbir zaman kuvvetiniz eksik olmasın!


Yorum Yazın