Bülent Kuşoğlu çözümü Millet İttifakı'nda görüyor:

"Ekonomide istikrar olabilmesi için mevcut otoriter rejimin gitmesi ve demokrasinin gelmesi gerekiyor"

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
"Ekonomide istikrar olabilmesi için mevcut otoriter rejimin gitmesi ve demokrasinin gelmesi gerekiyor"
Abone ol
Ekonominin ilk defa siyasete bu kadar bağımlı hale geldiğini söyleyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, “Ekonominin iyileşebilmesi için siyasetin istikrara kavuşması gerekiyor. Ekonomide istikrar olabilmesi için mevcut otoriter rejimin gitmesi ve demokrasinin gelmesi gerekiyor.” diyor ve ekliyor: “Millet İttifakı’nın, inşallah Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığının bu konuda büyük rolü olacaktır.”

Bir ekonomist olarak ekonominin gidişatına dair tespitleriniz nedir? “Tek kişilik otoriter rejim”in ekonominin çöküşündeki payı nedir? “Millet İttifakı”nın ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu çalınan 418 milyar dolarının geri getirileceğini vaat ediyor. 300 milyar dolar kaynak bulduğunu belirtiyor. Ayrıca dövizi tutmak için 128 milyar doların heba edilmesi hâdisesi var. Ekonominin durumunu ‘tek kişilik otoriter yönetim’le - ‘demokrasi’ kıyaslaması yaparak açıklar mısınız?    

Ekonomi ilk defa siyasete bu kadar bağımlı hale geldi. Öncelikle şu gerçeği belirtelim; ekonominin iyileşebilmesi için siyasetin istikrara kavuşması gerekiyor. Ekonomide istikrar olabilmesi için mevcut otoriter rejimin gitmesi ve demokrasinin gelmesi gerekiyor. Çünkü ekonomi güven duyulması gereken bir ortam ister. Geleceği görebilmeyi, gelecekle ilgili tahminleri olumlu yapabilme vasatını muhakkak arar. Bugün Türkiye’de böyle bir ortam maalesef yok. Onun için öncelikle siyasi ortamın iyileşmesi gerekiyor.    

TÜRKIYE’DEKI YATIRIMCININ, TÜRKIYE’DE YATIRIM YAPABILMESI LAZIM

Bununla ilgili olarak da ‘Millet İttifakı’nın, inşallah Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığının büyük rolü olacaktır. Öyle bir ortamda son dönemde enflasyon ve pahalılığın âdeta simgesi haline gelen soğan fiyatı da, yolsuzluklara işaret eden 128 milyar dolar da, sisteme bir kaynak aktarılmasını gerektiren 300 milyar dolar meselesi de çözülebilir hale gelecektir. Ekonominin ayağa kalkabilmesi için dışarıdan Türkiye’ye yatırımcının gelebilmesi lazım. Türkiye’deki yatırımcının, Türkiye’de yatırım yapabilmesi lazım. Zira, bu belirsiz ortamda parasını tutuyor ya da yurt dışına götürüyor. Türk yatırımcı, vatandaşlarımız Türkiye’de yatırım yapmak için uygun ortam bulamıyor. Parasını başka ülkelere, Bulgaristan’a, Portekiz’e, İngiltere’ye, Amerika’ya götürüyor. Oralarda yatırım yapıyor ama Türkiye’de yatırım yapamıyor. Maalesef böyle bir durum söz konusu. Türk yatırımcının da, yabancıların da gelip yatırım yapabilmeleri lazım.    

Türkiye’de yıkımdaki ekonomiyi ve istikrara kavuşturmanın çözümünü özetler misiniz?  

Dünyada dengelerin değiştiği bir süreçteyiz. Türkiye’nin çok büyük bir avantajı, potansiyeli var. Türkiye, Doğu - Batı için kurulacak yeni denge arayışlarında en önemli yere sahip olması gereken ülke ve bu potansiyele de sahip. Bu potansiyelini bu dönemde kullanabilmesi lazım iken, maalesef bunu kullanamıyor. Tam tersine soğanı 30 liraya çıkaracak politikalar izliyor. Bu arada TL’nin değeri düşerken döviz sürekli yükseliyor ve bu iktidarın devamı halinde dövizin daha fazla yükselmesi ile ilgili beklentiler artıyor ki, bu daha da kötü. Bu ekonomik yıkımda bu ‘tek kişilik sistem’de yarın 14 Mayıs’tan sonra “döviz 25 TL olacak, 35, 40-45 TL olacak” diye rakamların telâffuzuna kimse “olmaz” diyemiyor. Maalesef güvenilir bir ortam söz konusu değil.  Ve bu politikalar devam ettiği sürece istikrarın olması mümkün değildir. İstikrar ortamının olabilmesi için de; aslında ekonomi bir bilimdir, bir disiplindir, yapılması gerekenler de bellidir.  

MILLET İTTIFAKI IÇERISINDE YETERLI EKONOMI KADROLARI FAZLASIYLA MEVCUT

Bunları da Türkiye’de en iyi şekilde bilen, azmetmiş, hem bürokraside hem iş dünyasında hem akademik dünyada hem de siyasette yeterli kadrolar vardır. Ve özellikle Millet İttifakı içerisinde yeterli kadrolar, özellikle ekonomi kadroları çok şükür fazlasıyla mevcuttur.  Dolayısıyla ‘Millet İttifakı’ olarak 300 milyar dolar kaynağın teminini, yolsuzlukları önlenmesini, Türkiye’ye doğrudan yatırımların gelmesini sağlayarak Türkiye’deki ekonomik vasatı tekrar istikrara kavuşturacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Cumhurbaşkanı’nın kendini başına atadığı Varlık Fonu’na Meclis’teki görüşmelerde bu fonun bütçe ve denetim dışı olmasına dikkat çekiyorsunuz. Ülkenin gelir getirici önemli kurumlarının devredildiği bu ‘fon’la ne yapılmak istendi? Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?  

Aslında bütün dünyada ‘varlık fonları’, -adı üstünde- fazla parası olan, bütçesi fazla veren ülkeler fazla olan gelirlerini geleceğe yönelik bir yatırım yapmak ve gelecekteki nesillerin kullanmaları için oluşturulan fonlardır. Bu tür fonlar, Norveç gibi petrol ihraç eden, bütçe fazlası olan ülkeler için geçerli. Benzer ülkelerde bu hususta çok başarılı fonlar var. Ama Türkiye; tam tersine bütçe açığı veren, dış ticaret açığı veren, cari açık veren bir ülke. Bu sene ilk üç ayda 250 milyar lira bütçe açığı var. Geçen sene ilk üç ayda 31 milyar fazla verilmişti. Birkaç defa “ilave bütçeler” yapıldı. Onlarda da maalesef eksiklikler var. Çünkü bu iktidar döneminde yasalara, mevzuata uyulmuyorlar, hukuka uymadan bütçe çıkarılıyor.  

VARLIK FONU; DEVLET SISTEMINE, DEVLET MANTALITESINE AYKIRIDIR

Bu şartlar altında Türkiye’de ‘Varlık Fonu’ kuruldu ve başına da Cumhurbaşkanı kendini atadı. Yani bütçe içerisinde ‘bütçe’, Hazine içerisinde ‘Hazine’, devlet içerisinde ‘ikinci devlet’ meydana getirildi. Fon içerisinde böyle ‘fonlar’ oluşturuldu, reklamlar yapılıyor. 2016’da kuruldu, 2023’teyiz; Sayın Cumhurbaşkanı başında. İstediği kişileri de yönetim kuruluna getirdi. Bunlara çok yüksek paralar ödeniyor, lüks arabalar içerisinde gidip geliyorlar, müthiş paralar harcanıyor... Bu açıdan mevzubahis Varlık Fonu, evvela prensiplere aykırıdır. Devlet sistemine, devlet mantalitesine aykırıdır.  

Çay-Kur işletmelerinden kamu bankalarına birçok kurumun olduğu, devlet bütçesi kadar bir ciroya sahip büyük kurumların toplandığı bu fon başarılı bir çalışma yapmadı. Varlık Fonu borçlanmaktan başka bir şey yapmadı. Yani Türkiye’nin en kârlı kurumlarını aldı; onlar adına, onları teminat göstererek sadece borçlandı. Ve bol bol da harcama yaptı. Yani bu fon, israf kurumunun dışında bir kurum olmadı maalesef.  

Bundandır ki başından beri bu yanlışa karşı çıktık. Zira Sayıştay tarafından denetlenmeyen denetimi de olmadığından yolsuzluklara da çok açık, yolsuzluk yapmaya çok müsait bir ortamın olduğu bir kurum haline geldi. Baştan beri uyardığımız endişelerimizde haklı çıktık…    

Önce ‘Nas var nas” denilerek ‘faiz karşıtlığı’ propagandası yapıldı. Sonrasında ise faizler katlandı. Bu durum nasıl açıklanabilir?

Şimdi bu açıdan bakıldığında mesela aşağı yukarı iktidarın 19. yılında tutup da bir gün “nas var, kimse nas varken başka bir şey iddia edemez” deyip yüzde 19 olan faiz oranını illa düşüreceğim deyip, resmi olarak görünürde güya düşürürken, tam tersine faizleri kat kat yükseltti. Bir tek Bankaların, Merkez Bankası’ndan aldıkları faiz düşürüldü ve bu sadece “faiz lobisi” dedikleri bankaların işine yaradı. Ama piyasadaki kredi faizleri, mevduat faizleri tam tersine yüzde 40’lara çıkarıldı. Yine enflasyon o tarihte yüzde 19’lar civarındaydı. Oysa TÜİK’e göre -son açıklanan- enflasyon yüzde 55, ENAG’a göre iki misli. Piyasada özellikle gıda enflasyonu yüzde 200 - 300’lerde. Şimdi “tek adam rejimi” böyle kendine göre inancımızı istismar ediyor…    

Malum siyasi iktidar her fırsatta dini fütursuzca istismar etti, ediyor, dini değerler hoyratça suiistimal etti, ediyor. Bu açıdan AKP’yi çok yakından tanıyanlar, “bunların dertleri din değil, rant ve ihale peşinde koşmaktır” teşhisini koyuyorlar.  ‘Muhafazakar’ olduğunu ileri süren bu iktidar döneminde en başta dindarlarda vahim bir dünyevileşme-maddileşme olduğundan, gençlikte ciddi inanç krizlerinin baş gösterdiğinden yakınıyorlar. Bunu neye bağlıyorsunuz?  

İslâm şehirli dindir, medeni bir dindir. Müslüman’ın fakir olması değil, tam tersine zengin olması, varlıklı olması muhakkak tercih edilir, ama Müslüman’ın zengin olma adına bir başkasını, din kardeşlerini istismar etmesine kimse cevaz veremez.  Bu dönem, bazı kendisini Müslüman olarak ifade edenlerin, siyaset yapanların zenginleştiği, dindarların, bir kısım tarikat ehlinin mal mülk sahibi olduğu, dünyevileştiği, ticarileştiği, ihlasla değil de ticaretle yol aldığı bir dönem olmuştur. Bu durum, gençlik tarafından çok net olarak fark edilmiş ve özellikle gençler maalesef din konusunda başka alternatifler aramaya başlamıştır. Bu bakımdan bu dönem dinin hem siyaset için hem ticaret için kullanılması söz konusudur. Aynı zamanda din, bir zenginleşme aracı haline de gelmiştir. Dine en fazla zarar verilen, dinden en fazla soğutan, uzak kalınan, samimiyetsiz olarak görülen dönem bu dönem olmuştur.  Dinin siyasette ve ticarette kullanılması, siyasete âlet edilmesi en çok dine zarar vermiştir. Maalesef böyle bir dönemi yaşadık.  

Bilindiği gibi Kur’ân’da istişare-şûra ayetleri var. Ayette “Onların aralarındaki işleri istişare iledir” deniliyor, istişare-şûra emrediliyor. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?    

Aslında hem tarihimizde hem Türk devlet geleneğinde hem İslâmî gelenekte hiçbir zaman ‘tek adam rejimi-tek adam yönetimi’ yoktur, hiç olmamıştır.  Mesela geçmişimizde padişahla veya hakanla beraber bir veziriazam, bir sadrazam, bir divan, bir meclis bulunurdu. Aksakallılar ya da aksaçlılar heyetleri, bir müşavere heyeti muhakkak içtihat yapmıştır. Kararlar istişare ile birlik ve beraberlik içerisinde alınmıştır. Bugün bir kişinin her şeye karar verdiği ‘tek kişilik hükûmet’ garabetinin büyük zararlarını görüyoruz. Bu iktidar devam ettiği sürece de bu sıkıntıları daha fazla yaşayacağız.    

*Bu metin CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu’nun Yeni Asya’ya verdiği röportajdan uyarlanmıştır.  


Yorum Yazın