Muhalif Analiz - Oğuz Büber
"Stranger Things" 2016'da yayınlandığında arkasında büyük pazarlama bütçeleri yoktu; ancak Matt ve Ross Duffer’ın yarattığı dünya, izleyicinin kalbini tam on ikiden vurdu. Sempatik çocuk oyuncu kadrosu ve zekice işlenmiş 80'ler atmosferi, diziyi Netflix tarihinin en önemli popüler kültür mihenk taşlarından biri haline getirdi.
Şimdi ise bu uzun soluklu macera, üç aşamalı bir final takvimiyle (Çarşamba, Noel ve Yılbaşı) sona eriyor. Dizi, mütevazı bir "çocuklar canavarlara karşı" temasından sıyrılarak, evrenin kurallarının yeniden yazıldığı karmaşık bir korku-fantastik destanına dönüştü. 4. Sezonun üzerinden geçen uzun süreyi ve hikayenin geldiği karmaşık noktayı düşünürsek, final maratonuna başlamadan önce olayları hatırlamak şart.

Hawkins, Indiana: Kıyametin Kıyısındaki Kasabaya Dönüş
Hikayemiz başladığından beri Stranger Things'in kalbi, Indiana’nın Hawkins kasabasında atıyor. Dışarıdan bakıldığında burası; lise futbol maçlarının hayatın merkezi olduğu, işçi sınıfının toprağı işlediği ve Reagan dönemi vatanseverliğinin her köşe başında hissedildiği tipik bir 80'ler Amerikan taşrasıdır. Ancak bu sıradan banliyö tablosunun hemen altında, ABD Enerji Bakanlığı’nın gizli laboratuvarlarında çalışan bilim insanlarının varlığıyla beslenen tuhaf bir tezat yatar.
1983’te başlayan macera, final sezonuyla birlikte 1987’ye uzanıyor. Bu beş yıllık süreçte Hawkins; ilk AVM'sinin şaşaalı açılışını, hemen ardından gelen yıkımını ve gençlerin faili meçhul ölümlerini izledi. Şimdi, 5. Sezonun eşiğinde kasaba halkı, "deprem" sandıkları büyük bir felaketin yaralarını sarmaya çalışıyor. Oysa kahramanlarımız gerçeğin çok daha korkunç olduğunun farkında: O yarık, tektonik bir kırılma değil; Hawkins ile karanlık "Baş Aşağı Dünya" (Upside Down) arasındaki perdenin belki de kalıcı olarak yırtılmasıdır.
Stephen King’in lanetli Derry kasabasını andıran Hawkins’in en ürkütücü yanı belki de canavarları değil, sessizliğidir. Burası, halkın açıklanamayan dehşeti görmezden gelmeye dünden razı olduğu, suçun ve günahın faturasını daima "uyumsuz" tiplere kestiği bir inkar krallığıdır.

Baş Aşağı Dünya
Hikayenin büyük bir kısmı, "Demogorgon" isimli korkunç bir yaratık tarafından kaçırılan 12 yaşındaki Will Byers'ın (Noah Schnapp) etrafında şekilleniyordu. Canavarın ismi, Will ve arkadaşlarının tutkunu olduğu Dungeons & Dragons oyunundan esinlenilmişti. Bu varlık, Hawkins Ulusal Laboratuvarı'ndaki bilim insanlarının, hem bilimsel merak hem de Soğuk Savaş'ta Sovyetlere karşı üstünlük sağlama hırsıyla kurcaladıkları paralel bir evren olan "Baş Aşağı Dünya"dan gelmekteydi.
Her yeni "Stranger Things" sezonu, Hawkins'in bu karanlık, çürümüş ve tekinsiz yansıması olan Baş Aşağı Dünya'nın sırlarını biraz daha araladı. Bazen bizim dünyamızdakiler, zihin yollarını kullanarak bu karanlık boyuta erişim sağlayabildiler.
Bu boyutun binlerce yıldır var olduğu düşünülse de, dizideki Hawkins versiyonunun 1983 yılında laboratuvarda yapılan bir deney sırasında kazara oluştuğu ima edildi. Bu hatanın merkezinde, çocukluğu bir denek olarak geçen ve telekinetik güçlere sahip olan Eleven (Millie Bobby Brown) vardı.
Eleven, hikayenin kilit noktasıdır. Kötülükle mücadele etmek genellikle onun ve ekibinin Baş Aşağı Dünya'ya girmesini gerektirir; ancak bu geçişler aynı zamanda o taraftaki canavarların bizim dünyamıza sızmasına da zemin hazırlar.

Çocuklar ne durumda?
Will ilk sezonda kaybolduğunda, en yakın arkadaşları Mike (Finn Wolfhard), Dustin (Gaten Matarazzo) ve Lucas (Caleb McLaughlin) onu bulmak için yola çıktılar ve laboratuvar çalışanları dışında Baş Aşağı Dünya gerçeğiyle yüzleşen ilk siviller oldular. Will kurtarıldıktan sonra bile bu ekip, artan tehditlere karşı direnmeye devam etti. İkinci sezondan itibaren gruba "erkek fatma" tavırlarıyla Max (Sadie Sink) katıldı. Max'in üvey abisi Billy (Dacre Montgomery) ise başlangıçta zorba bir karakterken, 3. Sezonda Hawkins'i kurtarmak adına kendini feda etmeden önce karanlık tarafın etkisi altına girmişti.
Bu çocuklara, abileri ve ablaları da destek oldu: Will'in abisi Jonathan (Charlie Heaton), Mike'ın ablası Nancy (Natalia Dyer) ve dizinin başında itici bir tipten gerçek bir kahramana dönüşen Steve (Joe Keery). 3. Sezonda Steve, ekibin vazgeçilmezi haline gelen zeki ve esprili Robin (Maya Hawke) ile yakın bir dostluk kurdu.
Son sezon ise izleyiciyi, Baş Aşağı Dünya ile savaşırken hayatını kaybeden ve kasabadaki gizemli ölümlerin haksız yere sorumlusu ilan edilen metalci D&D tutkunu Eddie Munson (Joseph Quinn) ile tanıştırdı.

Genç aşıklar
Grubun içindeki romantik dinamikler, en az canavar tehdidi kadar hikayenin merkezindeydi. Lucas'ın kalbi Max için atarken; Jonathan ve Steve, Nancy için bir rekabet içindedir ancak Steve şimdilik bu yarışı kaybetmiş görünüyor.
Mike'ın gözü ise Eleven'dan başkasını görmüyor.
"Stranger Things" evreninde Eleven'dan daha kritik bir figür yok. İzole büyümüş bir çocuğun dünyayı keşfetme heyecanını yansıtması, izleyicinin onunla bağ kurmasını sağladı. Sahip olduğu süper güçler ise aksiyonu canlı tutan en büyük etken.
Eleven güçlerini kaybettiğinde veya sorun yaşadığında dizinin temposu da düşüyor. 4. Sezonda uzun süre savunmasız kalan Eleven, tam da büyük final öncesinde gücünü yeniden ele geçirmiş durumda.

Hikayenin pasif cephesi: Ebeveynler
Dizideki yetişkinlerin çoğu ya etkisiz elemandır ya da engel teşkil eder. Ancak birkaçı hikayenin kalbinde yer alır. Winona Ryder, kayıp oğlunu ararken kendini boyutlar arası bir savaşın ortasında bulan anne Joyce'u canlandırıyor. Joyce, genellikle Hawkins'in şerifi ve Eleven'ın koruyucu babası olan Jim Hopper (David Harbour) ile omuz omuza mücadele ediyor; bu sırada aralarında tatlı bir flört de yaşanıyor.
Joyce ve Jim, her ne kadar bazen gönülsüz de olsalar, hükümetin olayları örtbas etme çabalarına karşı durdular. Bu süreçte, hayatını bu tür komplo teorilerini çözmeye adamış eksantrik karakter Murray Bauman (Brett Gelman) ile işbirliği yaptılar.

Soğuk Savaş’ın Karanlık Kapıları
Murray'nin Soğuk Savaş paranoyası aslında yersiz değildi. ABD hükümeti bu karanlık boyutu araştırırken, Sovyetler Birliği de casusluk faaliyetleriyle kendi kapılarını açmaya çalışıyordu. 3. Sezonda kahramanlarımız, Starcourt AVM'nin altında Ruslara ait gizli bir üs keşfettiler.
Hopper bu tehdidi bertaraf etmeye çalışırken kendini Rusya'da, içinde bir Demogorgon'un da bulunduğu bir çalışma kampında (Gulag) buldu ve 4. Sezonda buradan kaçmak için savaştı.
Dizinin asıl canavarları Baş Aşağı Dünya'dan gelse de, laboratuvar önlüğü giyen ve bu felaketlere sebep olan insanlar da en az onlar kadar suçlu tasvir edildi.

En büyük kötü hangisi?
Dizinin kötü adam galerisi sınırlı ama etkiliydi. Kahramanlar önce Demogorgon ile, sonra da Eleven ve diğer çocukları esir tutan acımasız Dr. Martin Brenner (Matthew Modine) gerçeğiyle yüzleşti. 2. Sezon, insanları kontrol edebilen "Zihin Hırsızı"nı (Mind Flayer) tanıttı. Ayrıca iyi niyetli görünse de laboratuvarın karanlık sırlarını devam ettiren Sam Owens (Paul Reiser) gibi ahlaki açıdan gri karakterler de vardı.
Ancak asıl büyük düşman, çocukların "Vecna" adını verdiği iblisin ortaya çıktığı 4. Sezona kadar gizli kaldı. Vecna'nın aslında Henry Creel adında bir çocuk olduğu, Dr. Brenner'ın ilk deneği (Bir numara) olduğu ve laboratuvarda çalıştığı ortaya çıktı. Henry, Eleven ile arkadaşlık kurmuş ancak içindeki insan nefretini açığa çıkarınca Eleven tarafından Baş Aşağı Dünya'ya hapsedilmişti. O da orada intikam peşinde koşan bir karanlıklar lorduna dönüştü.
Vecna, o boyuttaki tüm yaratıkları kontrol ediyor ve 1. Sezonda kaçırıldığı için o boyutla bağı süren Will ile zihinsel bir bağlantı kurabiliyordu.
Sezon finalinde Eleven, Vecna'yı durdurmuş ve ona ağır bir darbe indirmiş gibi görünse de, bedel ağır oldu. Özellikle Max'in kalbinin durmasıyla (kısa süreliğine de olsa) tetiklenen olaylar, iki dünya arasındaki yırtığı devasa bir boyuta taşıdı. Bu durum, Vecna'nın planlarının hala işlediğini ve tehlikenin her zamankinden daha büyük olduğunu gösterdi.