"Varlık vergisi tarihimizin kara lekesi" - Büyükelçi Üner Kırdar

"Varlık vergisi tarihimizin kara lekesi" - Büyükelçi Üner Kırdar

Leyla Emeç Tavşanoğlu Röportajı

Bu yazım gene söyleşi fotmatında. Uzun yıllar BM Cenevre ofisinde Türkiye daimi temsilcisi ve New York’ta  BM Kalkınma Programı (UNDP) Baş Danışmanı olarak görev yapan emekli büyükelçi Üner Kırdar’la konuşuyoruz. Kırdar 15 yıl İstanbul valiliği, Demokrat Parti’nin son döneminde Sağlık Bakanlığı yapan, 1961’de askeri cunta tarafından tutuklu olduğu Yassıada’da kalp krizinden vefat eden Dr. Lütfi Kırdar’ın oğlu. Üner Kırdar’la özellikle Türkiye dış politikasındaki zafiyetleri ve bilgisizlikleri, babasının İstanbul Valiliği döneminde çıkarılan Varlık Vergisi kanununu konuşuyoruz. Kırdar Varlık Vergisi’ni Türkiye tarihinin kara lekesi olarak lanetliyor.

- Türkiye bir yıl boyunca BM Genel Kurul Başkanlığı yaptı. Bu dönemde bütün dünya pandemiyle ortak mücadele etmek yerine ayrışır, hatta ülkeler birbirine düşerken BM Genel Kurulu dönem başkanı Türkiye acaba sizce neden pandemiyle ortak mücadele arayışları için olağanüstü genel kurul çağırısı yapmadı?

KIRDAR- Senin değindiğin nokta çok önemli. Türkiye’nin kaybettiği şeylerden biri de bu. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı BM Genel Kurul toplantısına gittiği zaman böyle bir teklifi götürebilirdi ve o zaman da Türkiye dünyanın sempatisini kazanırdı.

Tutardı ya da tutmazdı, o ayrı hikaye. Ama liderlik rolünü Türkiye bu girişimiyle gösterirdi. Maalesef bunu yapamadık. Burada şu noktaya da dikkat çekmem lazım. Bu, genel kurul başkanlığının başarısızlığı değildir gibime geliyor. Çünkü BM Genel Kurul Başkanı sıfatını taşıyan ülke daimi temsilci tek başına böyle bir çağırı yapma pozisyonuna sahip değil.

Maalesef bu, Türk Dışişleri politikasını hazırlayanların görüş sınırlılığından ya da kısırlığından kaynaklanıyor.

- Zafiyet olabilir mi?

KIRDAR- Bugün 10 Kasım. Atatürk’ün ölüm yıldönümü. Onun için bu konuşmayı yaparken şuna değinmekte fayda görürüm:

Atatürk Türkiyesi o dönemin Birleşmiş Milletler’i olan Milletler Cemiyeti’ne ancak 1932’de üye oldu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın mağlup devletlerinden birisiydi. Türkiye’nin 1932’den 1938’ kadar Milletler Cemiyeti’ne getirdiği saygınlık ve yaptığı katkı hepimiz için iftihar vesilesinin de ötesindedir.

Şunu demek istiyorum: Ben BM Cenevre Ofisi’nde Türkiye Daimi Temsicisiyken Milletler Cemiyeti arşivine girerek bu bilgileri buldum. Sonra da Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi’yle Atatürk Türkiyesi’nin Milletler Cemiyeti’ne Katkıları konulu bir söyleşi yaptık.

Bulduğum belgelerden birinde şunları okumuştum: Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üyelik arayışları içindeyken Atatürk bir gün Hariciye Vekili Tevfik Rüşdü Aras’a, “Tevfik, bir bak bakalım. Biz Milletler Cemiyeti’ne baş vurup üyelik isteyeceğimize acaba eskiden savaştığımız ülkelerle ve öbürleriyle arayış içine girip Türkiye’yi üyeliğe davet etmelerine ikna edebilir miyiz?” diyor. Tevfik Rüşdü Aras’ın çalışmalarıyla bu başarılıyor. Böylece 1932’de Atatürk Türkiyesi bir özel genel kurul toplantısı çağırısı yapılarak Milletler Cemiyeti’ne üye olmaya davet ediliyor. Daha dünyada bir örneği yok.

Benim anlamadığım şu: Hepimize ilk, ortaokul ve lisede İnkilap Tarihi öğrettiler. Bu konu acaba neden inkilap tarihi içinde bize öğretilmedi?

-Bilgisizlikten olabilir mi?

KIRDAR- Ya bigisizlikten ya da bilinçli olarak yapıldı. Bunun gerçek nedenini anlamamızda büyük fayda görürüm.

Bugün Atatürk’ü, ölümünün 83. Yıldönümünde seninle birlikte hatırlamaktan büyük bir haz duyuyorum.

-Türkiye’nin bugün izlediği dış politikayı Atatürk dönemiyle kıyasladığın zaman nasıl değerlendiriyorsun?

KIRDAR- Atatürk Türkiyesi Milletler Cemiyeti’ne şerefli bir üye olarak davet edildi. Çünkü Türkiye eskiden savaştığı bütün ülkelerle barış zamanında işbirliği kurmuştu. Örneğin Yunanistan ve Yugoslavya. Asya’da da aynı politikayı izledi. İngiltere ve Fransa’yla en üstün işbirliği anlaşmaları imzaladı. Bütün bunlar da Cumhuriyet kurulduktan sonraki on yıl içinde başarıldı.

Dışişleri Bakanlığı kökenli bir insan olarak söylüyorum. Bugün baktığımda Türkiye’nin ne komşularıyla ne Batı dünyasıyla ne de geri kalan ülkelerle o dönemde kurulan ilişkiler benzeri ilişkiler yok. Aksine, örneğin Yunanistan’la bugün tekrar savaşa girecekmişiz gibi bir hava yaratılıyor. Oysa o dönem Atatürk ve Venizelos ortak bir devlet kurma arayışı içindelerdi. Bunun karşılaştırmasını okuyuculara bırakmayı tercih ediyorum (Burada çok gülüyor).

-Senin  New York’taki Türkevi’nin 1970’li yıllarda Dışişleri Bakanlığı tarafından satın alınmasında büyük katkın ve emeğin var. Ama bildiğim kadarıyla yeni yapılan Türkevi açılışına davet edilmedin. Bunun nedeni ne olabilir?

KIRDAR- Nedeninin ne olduğunu bilmiyorum. Kasıtlı bir görmezden geliş olduğuna da kani değilim. Daha çok bilgisizlikten olduğunu düşünürüm.

Tabii bir kırgınlık yaşadım. Üçüncü defadır onurlandırılabileceğim etkinliklerde unutuldum. Birincisi, yıllar önce Kartal’da kurulan ve babamın adını taşıyan Dr.Lütfi Kırdar Hastanesi’nin yerine yenisinin yapılıp açılışına davet edilmemem. Bu iktidar sırasında hastane yenilendi. Çok da güzel yapıldı.

Açılışı Cumhurbaşkanı yaptı. Konuşmasında rahmetli babamın bu ülkeye yaptığı hizmetleri belirtti. Babamın adının verildiği bir hastanenin açılışına Kırdar ailesini temsilen bir kişinin davet edilmemesi yapılacak en büyük gaflardan birisidir. Bu, medeni ülkelerde protokol icabıdır.

-Daha sonra Cumhurbaşkanı’na mektup yazdın mı?

KIRDAR- Yazdım. Mektupta teşekkür ettikten sonra, “Gönül isterdi ki orada bizzat bulunup mektupla değil, yüzyüze size teşekkür edebilseydim,”diye yazdım. Mektup kendisine ulaştı mı, bilmiyorum. Çünkü hiçbir cevap alamadım. Bu birincisi.

İkincisi senin hatırlattığın Türkevi açılışı. Gönül isterdi ki orada hiç olmazsa binanın satın alınmasına yaptığım katkılara değinilsin. Olmadı.

Üçüncüsü, ise daha çok yeni. Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yeni binasının açılışını  Cumhurbaşkanı bizzat yaptı. Bu binanın orijinalini yaptıran kişi, o zaman İstanbul Valisi olan  gene babam Lütfi Kırdar. Büyük mücadelelerden sonra hem Açık Hava Tiyatrosu hem de AKM’nin temelleri aynı zamanda atıldı. Açık Hava Tiyatrosu çok fazla parasal harcama gerektirmediği için kısa sürede yapıldı. Ama AKM’ye yüksek harcama gerekti. O nedenle de yapımı yıllar aldı.

-Tam o sıralarda rahmetli Lütfi Kırdar görevden alınmak istenmedi mi?

KIRDAR- O sırada Türkiye tam da seçimlere giriyordu. Babamın prensiplerinden birisi idarenin tarafsızca seçimlere gidilmesini sağlamasıydı.

Bak, Atatürk’ün bu ülkeye yaptığı en büyük hizmetlerden birisi Türkiye’yi laik bir devlet haline getirmesidir. Oysa 1950 seçimlerine giden Türkiye bir kabine değişikliğiyle başbakanlığa bir imamı, Şemsettin Günaltay’ı getirdi. Laik bir devlette başbakanlığa getirilen kişi dinsel geçmişe mi sahip olmalıdır? Bir taraftan devlet ve din işleri ayrıdır, diyeceksin, sonra da imam kökenli birini başbakanlığa atayacaksın.

Şemsettin Günaltay Başbakanlığa gelir gelmez İstanbul’daki 16 kaymakam, dört başkan yardımcısı ve emniyet müdürünü bir kararnameyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerine tayin etti. Ardından babamı Şam’a büyükelçi gönderme girişiminde bulundu. İlginçtir, İstanbul basını üç ay boyunca hükümeti bu siyaseti nedeniyle şiddetle eleştirmeye başladı. Hükümet sonunda tükürdüğünü yalamak zorunda kaldı. Babamın valiliğa devam etmesi kararı çıkarıldı. Bunun üzerine babam valilikten istifa etti.

CHP iktidarının son döneminde Şemsettin Günaltay gibi imam kökenli bir kişiliğin başbakanlığa getirilmesinin yansımaları devam etti mi?

KIRDAR- Hem o hem Köy Enstitüleri’nin kapatılması, imam hatiplerin açılması CHP’nin son dönemi ve Demokrat Parti’nin (DP) ilk döneminden itibaren Türkiye’nin karşılaştığı çok önemli sorunlardan birisidir. Bugün Türkiye’nin bu sorunlarının kökenini geçmişte alınan bu kararlarda görmek mümkün.

Bunları söylerken akademisyen kimliğimle konuşuyorum. Yoksa politik nedenlerle bunları söylemiyorum.

-Lütfi Kırdar’ın İstanbul’uyla bugünkü İstanbul’u kıyasladığında ne görüyorsun?

KIRDAR-Babamın döneminde İstanbul’un nüfusu 750 binle bir milyon arasındaydı. Aşağı yukarı bir milyonluk İstanbul’un 500 ya da 600 bini Müslüman, geri kalanı gayri Müslim’di. Gayri Müslimler Bizans ve hatta ondan çok daha önceden İstanbul’un yerleşik insanlarıydı.

Babam İstanbul’a 1938’te tayin edilmişti. 1939’da İkinci Dünya Savaşı patlak verince beş, altı yıllık ciddi sıkıntılı bir dönem yaşanmıştır. Toplam hizmet yılı da onbeştir.

Bugünden tarihe bakıyorum. Üç yüz küsur bin gayri Müslim vatandaşımız ne oldu? Ne yaptık onlara? Devlet olarak onlara menfi neler yaptık.

Bir Varlık Vergisi faciası vardır. 1942’de çıkarılan bu kanun Türk Devleti’nin yüz karasıdır. Bir kere Anayasa’ya aykırı bir kanun. Vatandaşlar arasında dini ve etnik ayrım yapıldı. Yani, senin dinin Müslüman değilse sen şu kadar daha yüksek vergiye tabisin, denmiştir.

-Bu kanun hem Anayasa hem de Lozan Antlaşması’nın ilgili maddelerine aykırı değil mi?

KIRDAR- Tabii ki aykırı. Ama ne yazık ki yaptık. Bunun arkasından 6-7 Eylül olayları geldi. Kıbrıs bahanesiyle 1964 kararnamesi çıkarıldı. Gayri Müslim yurttaşlarımızın çoğunu ülkeden kaçırdıktan sonra da Anadolu’nun en ücra yerlerinden insanları getirip buraya yerleştirdik. Bugün 16 milyonluk yeni bir İstanbul’da yaşıyoruz.

Lütfi  Kırdar bu yaşadığımız kente büyük hizmetler etti. Bugün spordan tut, sanata kadar pek çok etkinlik için inşa edilen tesisler onun döneminde yapıldı. Böyle bir babanın oğlu olduğum için gurur duyuyorum.

Şunu da söylemek isterim. Seninle dostluğumuz çok uzun yıllara dayanıyor. Bir Türk akademisyen ve diplomatla aydın bir basın temsilcisi arasındaki bağ olmaktan öte, aramızda babalarımızın dönemine giden bir dostluk var. Rahmetli baban Selim Ragıp Emeç saygın, Türk basın ve siyasetinde çok önemli rol oynayan kişilerden biriydi. İkisini de rahmetle analım.

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar