“Sanatın Gözünden Ege” (3) - M. Özgür Mutlu

“Sanatın Gözünden Ege” (3) - M. Özgür Mutlu

M. Özgür Mutlu: Taşra merkezin varlığıyla tanımlanabilir, merkez de taşranın. Günümüzde taşra ve merkez kavramlarının iç içe geçtiği söylenebilir. Merkezler taşralaştı, taşralar merkeze benzedi. Ege de bence hem merkez hem taşra olarak yaşanabilir.

Özgür Zeybek:    Coğrafya kaderdir derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?

M. Özgür Mutlu:
 Doğruluk payı var bu ifadenin, kim olursak olalım, nasıl bir sosyoekonomik katmandan olursak olalım yaşadığımız yerin güzelliklerinden de çirkinliklerinden de etkileniyoruz. Ama sadece coğrafyaya göre belirlenseydi kaderlerimiz, aynı coğrafyada yaşayan toplum kesimlerinin arasındaki gelir adaletsizliği uçurumu bu denli derinleşir, günümüzün zenginleri saltanat özentili hayatlar sürerken milyonlarca işçi, esnaf, memur yaşam zorluğu çeker, çöplerden yemek toplayan, işsizlikten intihar eden insanlar olur muydu? O zaman bu coğrafyanın kaderi de buymuş mu diyeceğiz?Coğrafya bizi belirlese de esas belirleyici günümüzde küresel ekonomik sistem ve kapitalizm. Farklı coğrafyalardaki tüm ezilen, sömürülenler aslında aynı coğrafyaya mensup. Ben de Ege’de doğdum, Ege’de yaşıyorum, coğrafyayla bağım bu.

Özgür Zeybek:  Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoş sohbet oluşu, biraz boş vermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder. Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar. 



M. Özgür Mutlu: Ege’de yaşamak güzeldir, keyiflidir. Yaşadığı yer sanatçıya ne katar diye genelleyeyim soruyu: Bir bakış açısı, farklı bir algı, dünya görüşü, karakter ya da sorular ve cevaplar? Hepsini de katar. Konuyu yazmaya getirirsem, başat eylem yazmak, yazılan yer-mekan onu tamamlayan bir unsur derim. Her yerde, her ortamda, her olumsuz şart altında yazılabilir, üretilebilir. Nazık Hikmet hapishanede yazıyor, daha pek çok yazar ve şair de öyle, Julius Fuçik Nazilerin işkencesi altında, idamını beklerken yazıyor. Bunun gibi çok örnek verilebilir. 

Yazarın yazdıklarını şekillendiren sadece yaşadığı ortam, gördüğü yerler, insanlar mıdır? Elbette değil. Yazar, varlığının dayanağı olarak, kendinden önceki ve çağdaşı yazarların yazdıklarıyla beslenir, kendini, edebi dayanaklarını, üslubunu, kendine hangi geleneğin ardına eklemlediği vb. konularda okumalarına bağlıdır. Kitaplar yazara da okura da sayısız şekil ve çeşitlilikte kurmaca dünyalar zaten sağlar. Yazarın bilincini, yazı gücünü, durduğu noktayı en çok belirleyen etken yine yazın dünyası ve o dünyaya ne kadar girebildiği ya da bilinçli olarak seçtiği nüfuz etme alanlarıdır. Yazıyı en çok etkileyen unsurdur içinde bulunduğu edebiyat ortamı. Burada ortamdan kastettiğim çevresindeki yazarlar, katıldığı paneller, etkinlikler değil. Elbette bunlar da zenginleştirir ama burada belirlemek istediğim esas nokta kütüphanesidir. Bugüne dek gelmiş geçmiş bütün yazarlarla dost olabilir, onlara ulaşabilir, ulaşmalıdır da. 

Somut coğrafyaları düşününce aklıma şunlar geliyor: Dostoyevski San Petersburg'da doğuyor. Ömrünün dört yılını Sibirya'da sürgünde, kürek mahkumu olarak geçiriyor. Dondurucu soğuk. Eserlerinin büyük çoğunluğunu sürgünden döndükten sonra yazıyor. Yaşadığı ortam ve kişisel hayatındaki depremler yazarın psikolojisini ve doğal olarak romanlarında seçtiği temaları da etkiliyor. Dostoyevski'nin romanlarının karamsar bir havasının olduğunu da söyleyebiliriz. Bir de kişisel bir deneyim olarak Dostoyevski ve diğer birçok Rus romancının romanlarına girmekte zorlanırım ben. İlk yüz sayfa hep zor olmuştur benim için, hikayenin, dilin içine girmek mümkün olmamıştır. Ancak belli bir sayfa okuduktan sonra tam olarak kurmaca dünyaya dalabilmiş ve sonrasında da kitapları elimden bırakamaz olmuş, sonu hiç gelmesin, bu lezzet bitmesin istemişimdir. Bunu ben soğuğa alışmaya da benzetiyorum. Çok soğuk bir havada sokağa ilk çıktığımızda nasıl titreyip üşürsek Dostoyevski romanlarının girişleri de öyle benim için. Bir süre sonra sokakta dolaştıkça, hareket ettikçe soğuğa alışırız, vücudumuz gerekli ayarlamamaları yapar. Romanların içine girmem de tıpkı buna benzer. Bir süre sonra ortama, o soğukluğa alışıp devam ederim, karakterin psikolojik derinliğine inmeye başlarım. Petersburg'un bol kanallı, köprülü, katedralli, kiliseli mimari dokusu içinde kaybolurum. 

Kolombiyalı Marquez'de ise tam olarak bir Latin Amerika atmosferi var. Nobel ödüllü, Latin Amerika'da Gabo olarak anılan yazar Meksika'da öldü. Kolombiya ve Meksika deyince bile sıcağı hissediyoruz. Sıcak, neşeli, kavgacı, hüzünlü, tutkulu. Çalkantılı. Okur kendini bir anda birbirinden ilginç insanlar arasında, fantastik hikayeler içinde bulur. Fakir ama hayatın curcunası içinde olan insanları anlatır. Baş döndürücüdür girdiğim atmosfer. Yarattığı yüzlerce karakterin içinde boğulmadan yüzeye çıkabilmek zorlar beni. Aldığım tat ise değişilmezdir.

Gabriel Garcia Marquez'i doğduğu Aracataca ile anabiliriz. Aslında büyük eserlerinde de burayı anlattığı söylenir. Dostoyevski Petersburg'tur. Beyaz Geceler’i okurken oralı olduğumuzu sanarız. Victor Hügo da Paris'tir, Nötrdam'ın Kamburu’ndan, Sefiller'den biliriz bunu. Orhan Veli, Sait Faik İstanbul'dur. Orhan Kemal Çukurova'dır. Ahmet Arif Diyarbakır'dır. Yaşar Kemal Anadolu'dur. Nazım Hikmet memlekettir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Şehirlerin edebiyatçıları beslediklerinden söz edebiliriz yani.  

Özgür Zeybek: Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde kasabalarında yaşanır.
Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın. Gülten Akın’ın da dediği gibi “ ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” 
Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer, mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür. Şehirlerinde hoş sohbet insanlarını, biraz boş vermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir. 
Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır.Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi? Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?

M. Özgür Mutlu:
 Unutamadığım köy kendi köyüm tabii, Manisa’nın İshakçelebi köyü. Çocukluğumun neredeyse tüm yaz aylarının geçtiği, benim için her zaman bir oyun ve hayal başkenti olan köy. Köyümü burada anlatmam, birkaç cümleyle özetleyebilmem mümkün değil. Sadece şu kadarını söyleyeyim yazdıklarımda hep o köy ve çocukluğumdan izler vardır. Büyüklerimiz ölse de köy evimiz şimdilik duruyor. Manisa’ya her gidişimde uğramaya çalışıyorum. Eve dönmek gibi bir his.

Özgür Zeybek: Ege'nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler.  Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?
M. Özgür Mutlu:  Taşra merkezin varlığıyla tanımlanabilir, merkez de taşranın. Günümüzde taşra ve merkez kavramlarının iç içe geçtiği söylenebilir. Merkezler taşralaştı, taşralar merkeze benzedi. Ege de bence hem merkez hem taşra olarak yaşanabilir. Taşra sıkıntısı deyince akla gelen dışta, kenarda kalmak, daralma, bunalım, dışa açılamama ise artık bunlar büyükşehirlerde de yaşanıyor. Merkezde olmak sözgelimi yayınevlerine yakın olmak, kitaba, sinemaya, tiyatroya yakın olmaksa, pandemiyle daha da yoğunlaşmış olarak yaşıyoruz ki tüm kitapçılar, söyleşiler, tiyatrolar, filmler artık bilgisayar ekranında; birine, bir yapıya, kuruma ulaşmak sosyal medya veya e-posta yoluyla çok kolay. Öte yandan taşranın bir avantajı varsa o da mümkünse taşranın görece daha yavaş ritmini yaşayabilmek ve böylece anımsamaya ve düşünmeye daha fazla zaman ayırabilmek. Sanatçı için bana kalırsa somut varlığıyla merkezde ya da taşrada yaşamak üretimine katkı sağlamaz ya da engel olmaz. Taşrası da merkezi de dilidir, anlatımıdır, duyarlılığı ve üretme azmidir.  

Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir.Oysa Ege açılmaktır denize…Yelkendir, pupadır.  Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…



M. Özgür Mutlu: Açıldım. Halikarnas Balıkçısı’yla açıldığım çok oldu.Ege’de Denize Bırakılmış Bir Çiçek misali Merhaba Akdeniz diyerek açıldım. 

Özgür Zeybek:  Edith HamiltonMitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."

Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?

Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?

M. Özgür Mutlu:
Her Ege aynı değildir. İnsan hikayelerine bakınca görürüz ki yüzlerce, binlerce Ege var. Burada da kadınlar öldürülüyor, şiddet görüyor, cinsel nefret suçları işleniyor, çocuklara, sokak hayvanlarına işkence ediliyor. Yaşadığımız çürüme ve çöküş dönemine uygun düşecek şekilde nefretin, ayrımcılığın, şiddetin, aşağılıkça ötekileştirmenin tüm meyvelerini Ege’de de topluyoruz. Ege apayrı değil, aksine insan haklarının, hukukun, adaletin yok edildiği geniş bir coğrafyanın parçası. Evet, sorudaki gibi bir algı var, kısmen doğru da, özellikle Ege kıyılarında görece bir rahatlığın içindeymişiz gibi geliyor ama bu bizi kurtarmaz. Biz yaratılan karanlığın içinde, onun bir parçası ve sebebiyiz aynı zamanda. Ege’de de rahat nefes alamıyoruz, başka bir yerde de.Yaşadığımız coğrafyanın tamamında hukuku, adaleti, insan haklarını, laikliği, insanca yaşamı ve hakça bölüşmeyi tesis edemediğimiz sürece kimseye rahat yok. Ben bu umudu taşıyorum.
Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”.diyor Kemal Tahir. 
Özdemir İnce ise, “Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana !” dizeleri ile anıyor Ege’yi. 
Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım. 

Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?

Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?

Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?


M. Özgür Mutlu: Benim Ege’m kıyısında oturup, sessiz sedasız öykülerimi yazdığım Ege’dir; güneşi de fırtınası da kabulüm.  

Özgür Zeybek: Sanat ve estetikbir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla datarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir. Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?

M. Özgür Mutlu:
Ege’yi en iyi sanat eserleri, tarihi, kültürü tanımlar tabii ki. Homeros tanımlar, Afrodit ve Kybele heykelleri tanımlar, Antik Yunan Filozofları tanımlar, Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Necati Cumalı, Yusuf Atılgan, Tarık Dursun K., Can Yücel, Sappho, Kazancakis,Attila İlhan, H.Z.Uşaklıgil, Yannis Ritsos tanımlar ve adını sayamadığım pek çok yazar, şair. 

M. Özgür Mutlu kimdir?
1981 Manisa doğumlu. 2011 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nün öykü ödülünü kazandı ve  "Van Gölü Ekspresi" isimli öykü kitabı Varlık yayınlarından 2011'de yayınlandı. 

Ardından 2016 yılında Nota Bene yayınlarından yayımlanan "Karton Ev" isimli ikinci öykü kitabı yılın en beğenilen öykü kitapları arasına girmeyi başardı.  Son kitabı "Dünyanın Çivisi" ise 2018'de Sel Yayıncılık'tan çıktı. 

Öykü ve yazıları Varlık, Düşe-yazma, Kül Öykü, E, Gediz, Sözcükler, Dünyanın Öyküsü, Redaksiyon, Kurşun Kalem, Lacivert, Deliler Teknesi, Öykülem, Askıda Öykü, Edebiyatist, Öykü Gazetesi, Altzine vb. dergilerinde yayımlandı. Son dönemde Türkiye’nin başarılı öykücüleri arasına ismini yazdıran yazar Datça'da yaşıyor.
 

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar