“Sanatın Gözünden Ege” (2) - Hüseyin Peker

“Sanatın Gözünden Ege” (2) - Hüseyin Peker

“Sanatın Gözünden Ege” Söyleşi Dizisi -2 Hüseyin Peker ile…

Hüseyin Peker: Ege merkezdir. Yunanistan’ın da bakıp kalacağı gibi, üssünü bize devrettiği mitolojik bir yöre. Tanrıların, kahramanların ayak sesleri ve kahramanlık iniltilerinin sık sık duyulduğu, yaşatıldığı ve kesilmediği bir merkez.

Özgür Zeybek: Coğrafya kaderdir derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?

Hüseyin Peker:Üniversitede okumak için İzmir'den ayrılana kadar anlamamıştım. İstanbul'da öğrenciliğin ilk altıncı ayında nemli ve serin havasından öyle bir hastalandım ki, bir altı ay da iyileşmem için gerekti. O zamandan beri İzmir'den ayrılmayı bir suç sayarım. Gerçi askerlik nedeniyle de bir buçuk yıl ayrı kaldım. Ama her dönüşümde İzmir (Ege) benim için sıcaklıktı. Havasına, ılımanlığına, kışına alıştığım bir yer. İzmir ve yöresine doyamayacağımı şimdiden söylemek isterim.

Özgür Zeybek: Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoş sohbet oluşu, biraz boş vermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder. Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar?

Hüseyin Peker: Ege ve İzmir her şeyden sıcaklıktır bende. Bir de Manisa ovası için söylenen şu sözü unutamam: 'Dünyada kıtlığın geleceği en son yer Gediz ovasıdır' Bu sözden de hissedeceğiniz gibi, Ege bir zenginliktir. Tropikal orman gibi arka arkaya büyüyen yeşillik. Kabaran bir doğa. Şeftali'sinden kiraz'ına, domates'ine gelişip duran bir doğa cenneti. Vazgeçemem dediğim yer. Yaz aylarını sıcak geçirmesi affedilir bir şey, çünkü deniz var. Güzelbahçe'den öte gittiniz mi, yazı da unutturan bir yel başlar kıyılarda. İzmir'in çukurda kalışı bile affedilir şeydir. Çünkü ardından kış gelir ki; hissedilmeden biter. 

İzmir'in sıcaklar nedeniyle Ege insanında bir miskinlik olduğu söylenir. Öğle uykusu boldur burada. Siesta tabir edilen, Avrupa'da yaygın öğle tatilleri yapılmasa da aranır. Ama akşamüzeri körfezin ortasına düşen güneş, enfes bir akşamı beraberinde getirecektir. 

Özgür Zeybek: Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde kasabalarında yaşanır.
Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın. Gülten Akın’ın da dediği gibi “ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”

Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer, mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür.
Şehirlerinde hoş sohbet insanlarını, biraz boş vermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir.

Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır. Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi?  Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?

Hüseyin Peker: Ege'nin kasabaları elbette unutulmaz yöreler. Denize dik yürüyen dağ silsilelerinin, arasında akan Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz gibi nehirler, o dağlardan süzülen nehir ve ırmaklarla hayat bulurlar. O dağlara doluşan köyler birer cennet parçası gibidir. Her türlü sebze, meyve yetişir. Tabi gelir sağlayan zeytin, üzüm, tütün, pamuk, incir benzeri ürünler de ayrı bir çeşitlilik sağlar bu ovalara.

Ben İzmir'in hemen güney yamacında Belkahve'den öteye Nif Dağı ile başlayıp Bozdağ olarak devam eden silsileye farklı gözle bakıyorum. Kemalpaşa doğal bir pırlanta gibidir yer üstünde. Sonra Armutlu, Ören, Bağyurdu ve onların sırtlarına yerleşmiş Ovacık, Bayramlı, Hamzababa görülmeye, yaşanmaya değer birer doğa harikaları. Daha da ileri gittikçe, Manisa ovasının muhteşem üçlüsü Turgutlu, Salihli, Alaşehir yetiştirdikleri bağ bahçe güzellikleriyle, izlenmeye değer yöreler. Pekmez üzümden, zeytinyağı zeytinden, daha sayamayacağım çoklukta yan ürünler de bunlardan elde edilir. Zeytinyağı fabrikaları köylünün zeytinlerini işleyerek halkın kışlık gıda gereksinimini sağlar.  Daha da yukarıda Akhisar'ın tütün ve zeytin ününü bilmeyen yoktur. Sındırgı dağları, Simav, Emet kaplıcaları birer cennet parçası gibi hepsi. Manisa merkezde yatan tarih, İzmir'de Kızlarağası ve Hisarönü çevresi, Basmane'nin biraz da bakım, onarım bekleyen şimdi Suriyeli göçmenlere teslim edilen eski evleri, İç Ege’de Denizli'nin Pamukkale’si, İzmir’in Bergama’sı, Efes'i paha biçilmez değerler. Milet, Afrodisias ve irili ufaklı Bafa gölü civarı olduğu gibi eşsiz tarih hazineleri... 

Özgür Zeybek: Ege’nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler. Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?

Hüseyin Peker: Bir sanatçı için Ege'de olmak çok şeydir. Bir kez başta da söylemiştim, Sıcak ve hiç da sıkıntı yaratmayan ılıman iklimi bir şanstır yaşayan için. Sonrası bu kadar tarih ve yeşillik içinde olmak, yazgının mükemmel ikinci parçası... Ege yazarın veya diğer sanat dallarıyla ilgilenenlerin, yaratıcılığını etkileyen bir abide yöredir. Yazarı çıldırtan bir imgelem gücüyle baş başa bırakır. Yarattıkça yaratır, ardı ardı kesilmeyen bir enginliğe kavuşur. Bu yüzden sanatçı takımının sonlarını Ege'de sonlandırdığına tanık oluruz hep.  Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar, Attila İlhan, Nahit Ulvi Akgün, Şükran Kurdakul, Mehmet H. Doğan hep İzmir'e yerleşmiş veya buralı saydığımız ünlüler. Dahası da vardır.
Yaşayanlara değinmedim. 

Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir. Oysa Ege açılmaktır denize… Yelkendir, pupadır. Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…

Hüseyin Peker: Ege denizinin kıyılarını Kaş'tan, Fethiye'den, Marmaris ve Bodrum'dan, Datça ve Didim'e, Kuşadası'ndan Özdere, Gümüldür, Sığacık ve Çeşme'ye, oradan Karaburun, Mordoğan, Urla iskelesi, Foça, Çandarlı, Dikili, Ayvalık, Burhaniye, Edremit, Küçükkuyu, Assos, Bozcaada, Gökçeada'ya kadar satır satır işlemiş biriyim. O koyların hepsinde denize girdiğimi hatırlıyorum. En sevdiğim yer sıralamasında Marmaris (Turunç), Ören (Milas), Çeşme (Ilıca ve Pırlanta plajı) gibi özelim olan kıyılar var. Ildırı mesela. Saymakla bitmez. Ege deyince Yunan adalarını saymalıyım. Çoğunu gezdim. Girit (Hanya), Santorini, Samos (Phitagorian), Leros gibi unutulmazlarım var onlar arasında. O adalarda yenen Ahtapot, kalamar başkaydı demeliyim. Sonra ortasına kekikli peynir konan salatalar...

İzmir'e yakın en güzel deniz çizgisi Ahmetbeyli'den başlayıp Özdere, Gümüldür'le devam eden Samos karşısı kıyı şerididir.  Oralarda sakız ağacı koyu, Maydanoz plajı, 14 evler inanılmaz güzellikte kıyı şeridi parçaları. 

Ege denizi berraktır, sevecendir. Rengi Karadeniz gibi bulanık değil, saydam mavidir. Fazla değişiklik göstermez. Fırtınalı, çalkantılı bir deniz sayılmaz. Biraz da iç deniz oluşunun verdiği sakinlikle iç içe yaşar.

Özgür Zeybek: Edith Hamilton Mitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."

Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?
Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?

Hüseyin Peker: Gerçekten E. Hamilton'un dediği gibi, Homeros'un 'İlyada ve Odyseus' destanlarına sığdırdığı gibi, mitologyanın doğduğu yerdir Ege. Troya'da yaşanan çalkantı, Milet ve Afrodisias'ta hatta Efes'te, Bergama'da yaşanan o görkemli dönem tarihe, dünyaya sığmaz. Belki tarihin en önemli, dönemi Ege'de yaşanmıştır.

Mitolojik öğelerin beşiğinde Ege vardır. Buna rağmen, Ege'nin bugün taşra niyetine anılmasında, 1453 yıllarında Bizans'tan Ege'ye devrolan o yüce Constantinople tarihinin zirveyi kuşatması egemendir. Bir çağ başlatan o olay, İstanbul'a bugün bu kadar nüfusun toplaşması ve orada egemenliği büyütmesiyle oluşmuştur. Bugün ne yapsa Ege taşra olgusunu yaşamaktadır. Ama büyük bir taşra... Aynı şeyi Bursa, Adana, Kayseri, Konya, Eskişehir için de söylemek mümkün. Bütün sanayi merkezlerinin nüfusla birlikte İstanbul’da toplaşması İzmir'i merkez saymaktan her dem uzakta tutmaktadır.

Evet Ege merkezdir. Yunanistan’ın da bakıp kalacağı gibi, üssünü bize devrettiği mitolojik bir yöre. Tanrıların, kahramanların ayak sesleri ve kahramanlık iniltilerinin sık sık duyulduğu, yaşatıldığı ve kesilmediği bir merkez.

Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”. diyor Kemal Tahir.

Özdemir İnce ise, “Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana!” dizeleri ile anıyor Ege’yi.
Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım.

Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?

Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?
Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?

Hüseyin Peker: Ben eskiden beri denizi, görmeyi yeğleyenlerdenim. Birçok yapıtımı deniz kıyısına kâğıdı kalemi götürerek yazmışımdır. Elbet yeşil ve doğa kabarmaları da insana güzel bir esin kaynağı doğuruyor. Ama denizi düşlemek ve görmek bana bir sakinlik veriyor. Doğup büyüdüğüm evin penceresinden İzmir görünürdü hep. (Eşrefpaşa) Belki bu alışkanlığım oradan. Deniz olmazsa; akan bir ırmak ve onu çerçeveleyen bir koyu gölge de esin ve yazma kaynaklarım arasında. Tabi bu dediklerim daha çok yaz ve bahar aylarında. Kışın camdan seyredilen bir doğa dinginlik kaynağı olabiliyor. 

Özgür Zeybek: Sanat ve estetik bir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla da tarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir. Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?

Hüseyin Peker: Ben Ege'ye aşık biri olarak, başka yer tanımam diyorum. Halim Yazıcı'nın güzel bir şiir kitabı adı var: 'Deliceler Aşkına'  Bence Ege'yi en iyi anlatan sözlerden biri. Ege'yi tarif eden meyve biraz da portakal, mandalin ve limondur. Her taraf güz aylarında limon kokusuyla çırpınır. Güneş batarken nar gibi kızarır gök. Hem de ekşi nar gibi. Gece de ay çıkmadığı zaman, ortam zeytin karasıdır. Yaz aylarında deniz kıyısında fazla güneşte kalırsak ıstakoz gibi kızarırız. Dahası var mı, Ege belki ülkenin en güzel yeri. Akdeniz da ancak Antalya'da sonra burayla birleşir. Anamur'a koptukça ayrışır gider.

Hüseyin Peker kimdir

Bir İzmirli Hüseyin Peker. 1946 yılında İkiçeşmelik’te doğdu. İzmir Atatürk Lisesi ardından Ege Üniversitesi Fen Fakültesinde Kimya-Fizik daha sonra İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu…

İlk ürünleri Varlık dergisinde yer aldı. Bunlar şiirler ya da öyküler değildi oysa.
Yaşar Nabi Nayır'ın beğenip kapağa taşıdığı desenler…. Aynı desenler Yelken dâhil birçok dergide devam ederken, Refik Durbaş'ın şiir sevgisi mahalle arkadaşı olmaları, nedeni ile ona da bulaştı sonunda. Hüseyin Cöntürk’ün çıkardığı Yordam dergisi etrafında bir araya gelen yazarlar arasına katıldı. İlk şiiri 1965 yılında Soyut dergisinde, ilk öyküsü ise Yordam dergisinde yayımlandı.

Cemal Süreya şu sözlerle karşılıyor yazarı “Hüseyin Peker; çok yetenekli bir arkadaş, büyük gelişme gösterecek sanıyorum; umamayacağımız kadar büyük gelişmelere açık bir şair. Bir yerde şiirinin gizini fark etmiş, bırakmıyor.” 

Sonraki yıllarda ise, Ataol Behramoğlu şu sözlerle anıyor Peker’i1960’lı yılların ikinci kuşağı içinde sayabileceğimiz Hüseyin Peker, yaşamın bozulmuşluğuna karşı insanca olana umudu ve çağrıyı, hemen her dizesinde ayakta tutma çabasındaki şiiriyle özgünlüğü oluşturuyor. Somut, sıradan denilebilecek yaşam öğelerini, içten bir itiraf tonlamasıyla şiirleştiriyor.”

Eserleri;
İnsan Arkadaşınındır, YKY 997, Şiir
Yazıcı ya da Bir Yol Romanı, YKY, 1996, Roman
İzmirli, Telos yayıncılık, 1998, Roman
Eli Torbalı Adam, Telos Yayıncılık, 1999, Roman
Yer Bezinden Bir Köle, Om Yayınları, 2000, Şiir
Ses Salkımları, Hera Yayınları, 2001, Şiir
Ateşin Zilleri, YKY, 2003, Toplu Şiirler
Tek Vuruş, YKY, 2007, Şiir
Benden Sana Yamalı, Kırmızı Yayınları, 2011, Toplu Şiirler
Rüzgârlı Ceket, Noktürn Yayınları, 2013, Öykü
Yıldızlara Çok Yakınım, Şiiri Özlüyorum Kitaplığı, 2016, Şiir

Ödülleri
Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü, 1997
Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, 2000
Orhan M. Arıburnu Şiir Ödülü, 2001
Behçet Necatigil Şiir Ödülü, 2007
Nihat Akkaraca Öykü Ödülü, 2012
Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü 2018
Sennur Sezer Emek-Direniş Öülü (Öykü Dalı), 2019

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar