“Sanatın Gözünden Ege” (1) - Veysel Çolak

“Sanatın Gözünden Ege” (1) - Veysel Çolak

Veysel Çolak: Benim için Ege, daha çok Şeyh Bedreddin ve onun yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in savaşımıdır.

Özgür Zeybek: Coğrafya kaderdir derler. Bu anlamda siz Ege ile bağınızı nasıl değerlendirirsiniz?

Veysel Çolak: Bir ulus için "Coğrafya kaderdir." denilebilir, ama birey için öyle olduğunu düşünmüyorum. Kendimden biliyorum bunu. Ekonomik, toplumsal, feodal baskılar, sürgün edilmek... gibi birçok nedenle yaşadığı coğrafya parçasını değiştirebiliyor insanlar. Yoksa Cevizlik köyü, İkizdere, Trabzon, Ankara, Manisa, Turgutlu, Diyarbakır, Malatya, Eski Malatya Kırkağaç, Soma, Osmancalı köyü, Bergama, İzmir, Karşıyaka adlı yerlerde bazen uzun, bazen kısa sürelerle yaşamak zorunda kalmazdım.

Ege, biraz da İzmir'dir bana kalırsa. 1969'da gelmiştim İzmir'e. Karşıyaka ilçesini gezdiğimde çok etkilendim. O küçük yaşta Karşıyaka'da yaşamaya karar verdim. Yıllarca oradan oraya savrulduktan sonra Karşıyaka'ya yerleştim sonunda.

Özgür Zeybek: Ege’nin kekik kokusu, nahifliği, içtenliği, hoş sohbet oluşu, biraz boş vermişliği sadece Ege insanına değil buraya sonradan yerleşenlere de bir zaman sonra sirayet eder. Böylesi bir yerde yaşamak insana ve sonrasında bir sanatçıya ne katar?

Veysel Çolak: Ege’nin doğal zenginliklerini hiç kimse tartışamaz. İnsan uzun süre yaşadığı toplumsal yapıdan, doğadan etkileniyor elbette. Edip Cansever'in "İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına" dizesinde vurguladığı gibi. Böyledir elbette. Doğru, insanın bilincini belirleyen toplumsal ilişkilerdir. Genel olarak dış gerçekliktir. Somut koşullardır.

Kırk yıldır yaşadığım Karşıyaka, bana ne kattı, kesinlikle bilmiyorum. Beni hâlâ hırçın bulur insanları. Karadenizliliğime bağlarlar bunu. Galiba öyle. Dünya cehenneme dönüştürülmüşken insanları iyi hissetmesini yadırgıyorum ben. Rehaveti ise kabul edemiyorum. Bu nedenle olacak Ege’nin efelerini özlüyorum ben. Torlak Kemal'i, Börklüce Mustafa'yı. Karaburun'daki o katliam hâlâ canımı yakıyor. Onlardır benim sanatçı yanımı besleyen, rehavet değil.

Özgür Zeybek:Ege’nin nahifliği şehirlerinden çok köylerinde kasabalarında yaşanır.
Şehirlerde hayat hızlı akar ve durup dinlenecek birbirini dinleyecek vakti yoktur insanın.
Gülten Akın’ın da dediği gibi “ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya

Fakat köylerinde kasabalarında yemekler pişer, mutfakları otlarla, peynirlerle süslüdür.
Şehirlerinde hoş sohbet insanlarını, biraz boş vermişliği görürsünüz ama o kekik kokusu içtenlik ve nahiflik tam da buralara aittir.

Ege’nin kasabaları her zaman ilgi çekmiştir. Yerleşme orada olma, orada yaşama isteği uyandırmıştır. Siz Ege’nin köylerini kasabalarını gezdiniz mi?  Hiç unutamadığınız, “işte burası” dediğiniz dönmek istemediğiniz bir yeri oldu mu?

Veysel Çolak: İzmir’in birçok ilçesini, köyünü gezdim diyebilirim. İzmir'in bazı ilçelerinde, ama bütün köylerinde yaşayabilirim. Her gittiğim köyde aklımdan geçmiştir bu, bir özlem oluşmuştur bende. Şimdi saymaya kalksam, beceremem. Bu durumda ilk aklıma geleni söyleyeyim en iyisi. Tiyatro toplulukları bir oyunu hazırladıklarında ilk oyunu İzmir-Urla-Bademler köyünde oynarlar. Eğer oyun orada beğenilirse, her yerde beğenilir diye bir düşünce vardır. Böyle olduğunu bilirdim. Bu da merakımı çoğaltırdı. Bu nedenle "9. Bademler Şiir Akşamı"na katılmıştık Ülkü Tamer ve Mehmet Başaran'la. İncelemiştim köyü, köydeki yaşantıyı. İnsanlar kendi kültürlerini yaratmak için bir çaba içerisindeydiler, üretkendiler, cana yakındılar. Güzel yiyecekler ikram ettiler bize. Doğa, zaten güzeldi. Dinginleştiriciydi. Yaşantının yavaşlığı içerisinde bir hız vardı. Her bakımdan etkileyiciydi. Evet Bademler'de yaşayabilirim.

Özgür Zeybek: Ege’nin bu taşra kasabalarında olmak, taşralı olmak bir sanatçıyı nasıl etkiler.  Ege sizce taşra mıdır? Taşralı olmak nedir bir sanatçı için ya da sanatçının taşrası neresidir?

Veysel Çolak: Bu iletişim çağında, taşra denilebilecek bir köşenin kalmadığını düşünüyorum. Bundan otuz-kırk yıl önce, eğer merkezde değilseniz, günlük gazetelere iki-üç gün gecikmeyle ulaşırdınız. Bir edebiyat dergisini edinebilmek için en az on beş gün beklemek gerekirdi. Hiçbir zaman ulaşamadığınız da olurdu. Bir de merkezlerde toplanan sanatçıların taşralı sanatçıları dikkate almadıkları söz konusuydu. O günlerde düşünmüştüm. Emin olmuştum üstelik. Taşra, yeteneğin bittiği yerdir.  Sanatçının taşrası olmaz anlayacağız. O, her yerde ve her koşulda yaratır.Bugün daha çok inanıyorum buna.

Özgür Zeybek: Coğrafyaları denizle birlikte andığımızda akla ilk gelen kanıksanmış ya da bir bütün olmuş anlamlar çağrışır. Örneğin Marmara ve Deniz, izlemektir, keyiftir. Karadeniz hırçındır. Akdeniz tatildir, yüzmek, güneşlenmektir. Oysa Ege açılmaktır denize… Yelkendir, pupadır. Sizce de böyle mi? Hiç Ege’ den açıldınız mı denize…

Veysel Çolak: 1980 Darbesinde arananlar arasında adım geçmeye başlayınca Bodrum- Torba'ya gitmiştim saklanmak için. Bir buçuk yıl oyalandım oralarda. Gündüzleri ıssız yerlerde dolaşıp dururdum. Denizi izlerdim, şiirler yazardım. Hava kararınca motorlu bir kayıkla Bitez'e giderdim alışveriş için. Akşamları hep rüzgârlı olurdu. Kaç kez batma tehlikesi atlattım. O fırtınalı deniz Rize'yi anımsatırdı bana. Torba-Bitez arasında yaptığı deniz yolculuklarını üst üste koyar, okyanusları geçtiğimi düşünürdüm.

Tur gezilerini saymazsak, Ege karasından uzun bir deniz yolculuğuna çıkmadım hiç.

Özgür Zeybek:Edith Hamilton Mitologya adlı kitabında şöyle der “Aigeus günlerdir geminin yolunu gözetliyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi. Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta falan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendisinin kral olmak istemediğini söyledi. "Ben yalnız Başkomutan olarak kalmak istiyorum." dedi. "Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa geçirmek istiyorsanız kendi oylarınızla seçersiniz."

Ege’nin demokrasinin beşiği olduğu söylencesi eskidir. Peki gerçekten öyle midir?
Diğer bölgelerle kıyaslandığında, görece olarak insanların daha rahat nefes alabildiği, farklılıklarını daha rahat yaşayabildikleri, çok renkliliğin ve sesliliğin olduğu bu coğrafyanın öncesini, bugününü ve sonrasını nasıl değerlendirirsiniz?

Veysel Çolak: Demokrasinin ilk kez Eski Yunanistan'da, kent devletlerinde uygulandığı biliniyor. Bu bakından Ege'nin coğrafî olarak, demokrasinin beşiği olduğu söylenebilir.

Demokrasi düşüncesine varıncaya kadar çok şey yaşanmıştır kesinlikle. Mitolojik hikâyelerden de beslenmiştir bu düşünce. Bugün çok uzak bir noktadayız. Tarihsel süreçler içerisinde her toplumda egemen güçler kendilerince bir demokrasiyi işleyişi soktu. Kabaca söylersem; kurumlaşmış devletlerde "anayasal demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi" gibi farklı adlandırmalarla ve içeriklerle işletilen demokrasiler var. Var olmaya da devam ediyor. Bunların hiçbiri insanca yaşamın gereksindiği bir demokrasi değil, siyasi iktidarı ele geçiren toplumsal sınıfın demokrasisi olmuştur hep. Şimdi de öyle.  Bu yapı içerisinde kimse yeterince özgür olamaz. Eğe'de de olamaz. Ege'de mahalle baskısının daha az olması, gerçek demokrasinin göstergesi değil.

Özgür Zeybek: “Önü sıra sürüklediği kurşuni bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi'ne ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu”. diyor Kemal Tahir.

Özdemir İnceise,“Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi, / kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz! / Ne mutlu seni ölmeden gezen insana!” dizeleri ile anıyor Ege’yi.

Ege biraz hüzündür, biraz mutluluk. Biraz nostaljidir biraz yenilik. Ege biraz şarabidir biraz harabi. Ben her mevsim ayrı anlamlar taşıdığına inananlardanım.

Siz hangi Ege'de yaşayıp üretiyorsunuz?

Güneşi ve ılıman iklimli ile elleri suya değen Ege'de mi; ayazın dondurup ve fırtınanın dağıttığı, dağlarından kekik kokularının yayıldığı alnı yeşile değen Ege'de mi?
Sizin Ege'niz nasıl ve neresi?

Veysel Çolak:   Platon gibi düşünüyorum ben. Ne kadar iyi yazılmış olursa olsun, hiçbir şiir doğal güzellikleri ve oluşumları anlatan, aşan bir güzellik koyamaz ortaya.  Böyle olduğu için doğaya güzelleme yazmadım hiç. Doğal çelişkiler daha çok ilgilendirdi beni. Doğadaki çatışmadaydı, doğanın diyalektiğindeki çatışmadaydı benim aradığım şiir. İnsanın doğayla olan kavgası da önemliydi benim için. İnsanoğlunun insanla, doğayla olan ilişkileri önemliydi. Doğanın gizemi, gelmiş geçmiş uygarlıkları gizli tarihini anlamak da öyle.

Ben Şeyh Bedreddin yoldaşı Börklüce Mustafa'nın, Torlak Kemal'in, Emperyalizme karşı savaşan Ege Zeybeklerinin, Hasan Tahsin'in, Tekel ve Sümerbank işçilerinin, toprak işçilerinin, o "azap ortakları”nın... Ege'sini yaşıyor ve yazıyorum. Ege'nin sunduğu doğal güzelliklerinin rahatlığını yaşamadım hiçbir zaman. Bireysel ve toplumsal sorunlar hep ağır bastı, hissettiğim acıların, acıtan çelişkilerin şiirini yazdım. Yenim genişti, yerim genişti Ege'de, ama içim dardı anlayacağın.

Özgür Zeybek: Sanat ve estetik bir tanımlamayla sınırlandırılabilecek türden bir etkinlik ya da düşünce biçimi değil, aksine sürekli bir tanıma ve tanımlama arayışıdır. Üstelik her tanımlama öznel bir anlam yüklüdür. Bir yanıyla da tarihsel ve toplumsal koşullarla ilintilidir.
Bu bağlamda siz Ege’yi, özetle, nasıl tanımlarsınız? Ege’yi en iyi ne tanımlar?

Veysel Çolak: Ege’nin tek tanımı olamaz diye düşünüyorum. Binlerce tanım yapmak gerekebilir. Önce Ege'de kurulan uygarlıkların neliği tanımlanmalı bence. O uygarlıklardan kalan tarihî eserlerde çalışanların yediği soğan kokusu da tanımlanmalı. Tütün tarlaları, tütüncü çardaklarına inen akşamların hüznü, üzüm bağları, damlarda pekmezle karnını doyuranlar, pamuk tarlalarında yaşanan bembeyaz aşklar, kiremit ve tuğla fabrikalarında eli kopanlar, kır yoksulları... tanımlanmalı. İzmir'i, Efes'i kuran Amazonlar da unutulmamalı. En küçük köyler, kasabalar, genişleyen kentler, kentlerin varoşlarında kurulan yaşam biçimleri de tanımlanmalı. Bunların hepsinin karakteristik özellikleri kendilerinde içkin ve özgündür. Ayrı bir tanımı gereksinirler. "İnsan çeşit çeşit yer damar damar." Ege'ye ilişkin tanımlar da öyle olmalı.

Benim için Ege, Şeyh Bedreddin ve onun yoldaşları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in savaşımıdır. Ege, o duyarlı insanını yitirse de öyledir benim için.

Veysel Çolak Kimdir?

1954 Rize doğumlu olan Veysel Çolak uzun yıllardır Ege’de yaşayan modern Türk Şiiri’nin önemli isimlerinden biri. İlk ve orta öğrenimini Turgutlu’da tamamlayan yazar, 1977 yılında üniversite eğitimin tamamlamasının ardından yine Ege’ye dönerek Manisa ve İzmir’de öğretmenlik yaptı. İzmir'de Dize dergisini de yine o yıllarda hazırlamaya başladı.  İlk şiirlerini ise 1973 yılında Demokrat İzmir gazetesinde yayınladı.

Ataol Behramoğlu onu "yeni kuşağın, şiir dili oldukça kişisel ve güç anlaşılır bir temsilcisi" olarak tanımladı. Şükran Kurdakul ise "coşkunun, sevginin, yaşama bakış biçimlerinin, başkaldırının, çelişkileri bilinçle yorumlamanın yarattığı bir ortamda, kuşağın ortak dilinden arınarak kendi dilini yaratma becerisi gösterdiğini" söylüyor.

Güçlü ve derinlikli imgelem gücüyle, şiirde sürekli bir arayış ve yeni bir şiir yaratma çabası içinde olan şair, Yenibütün Şiir Hareketi'ni başlatanlar şairler arasında yer alıyor.
 Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN Yazarlar Kulübü üyesidir.

Yapıtları :
Şiir;  Terin Yaktığı Bir Yaradan (Cem Yay, 1978), Sen Balık mısın? Çocuk Şiirleri (Can Yay, 1979), Günlerin Yağmurunda (Türkiye Yazıları, 1980),  Aşk olsun (Dayanışma, 1982), Ötesi Yar, İzmir (Dize Yay, 1985), Fotoğraf Arkalıkları (Çınar Yay, 1985), Ölüler Diyalogu (Broy Yay, 1988), Umut Aşktadır (Çankaya Belediyesi, 1993), Buz ve Ateş (Doruk Yay, 1994), Aşkın La Sesi Piya Yay, 1995), Giz ve Yara (Toplu Şiirler – I) (Doruk Yay, 1996), Kalbim Hoşça Kal, (Toplu Şiirler II) (Doruk Yay. 1996), Güzel Suç (Gendaş, 2000), İkizim Sevgilimdi ( Yön Yay, 2000), Mürekkep Zamanlar (Papirüs Yay. 2005), Birkaç Kuş Birkaç Anı (Hayal Yay.2008), Amacımız Aşk (Hayal Yay. 2009), Hayata Resimaltı (Hayal Yay. 2011), O zaman Bitti (Hayal Yay.2012), İki Karanlık Arasında (Hayal Yay. 2014), Dünyaya Bir Karşılık (Hayal Yay. 2016)

İnceleme-Deneme-Eleştiri; Edip Cansever’de Şairin Kanı, (İkaros Yay. İstanbul 2015), Şiir Çıplak, (2004, Ercan Yayınları), Mürekkebin İçtiği Ses (1999, Öteki Yayınları, Ank.), Yabancılaşma ve Öteki Şiir (1999, Gendaş Kültür Yayınları, İst.), Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır?/Yaratıcı Yazma Dersleri (2004, Papirüs Yayınları, Eğitim Dizisi, Ank.) ,Yansımanın Gerçeği, (Mühür Yay., 2009), Dikkat! Şiir… (Hayal Yay. 2009), Bir Kente Nereden Girilir/Halkapınar (Heyamola Yay. 2010), Nâzım Hikmet’in Şiirlerinde ‘İnsan Manzaraları (Salihli Belediyesi Kültür Yayını), Kedisi Gece (Hayal Yay Şubat 2015), Bir Şiire Nereden Girilir/Şiir Sanatı Üzerine (Etki/Dize Yay.)

Roman; Cinselliğin Kahkahası 8Cep Yay 1995.)

Ödülleri;
1979 Almanya 2. Uluslararası Çocuk Kitapları Fuarı İyi Çocuk Kitabı 2.'lik Ödülü

1985 Rıfat Ilgaz Şiir Dalı 2.'lik Ödülü

1992 Çankaya Belediyesi ve Damar Edebiyat Dergisi 1. İlkbahar Şiir-Öykü Yarışması 3.'lük Ödülü

1989 Halil Kocagöz Şiir Ödülünü Metin Altıok'la bölüştü

Basma” adlı şiiriyle 1993 Tariş Edebiyat Yarışması’nda birincilik

1996 Sabri Altınel Şiir Ödülü

1996 Altın Koza Şiir Ödülü

1996 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü

1999 E Dergisi Bir Şiiri İnceleme Büyük Ödülü

2000 Behçet Aysan Şiir Ödülü

2000 Orhon Murat Arıburnu "Turgut Uyar Jüri Özel Ödülü"

2008 Birkaç Kuş, Birkaç Anı, Yunus Nadi Ödülü, (Birincilik)

2008 Birkaç Kuş Birkaç Anı, M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü (Birincilik)

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar