Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer


Yaşamın değeri savaşın felaketi?

Yaşamın değeri savaşın felaketi?

Doğumdan ölüme yaşamın hikmeti

Yaşam karanlık bir kış gecesi gibi yüzbinlerce yıldır akar gider. Bu akışta kendilerinden daha büyük bir amaca bağlananlar, karanlığı aydınlatmak için bir ışık yakarlar. Bu şahsiyetler, bazen yakacak bir şey bulamadıklarında ise etraflarını aydınlatmak için kendilerini yakarlar ve kuyruklu bir yıldız gibi bir iz bırakarak geçip giderler bu dünyadan. Geriye onların bıraktıkları ışık kalır, diğer her şey o sonsuz karanlığa doğru akar, sonunda yok olup gider. Anılmaya değer iz bırakanları o sonsuz karanlıkta yok olup gidenlerden ayıran şey, yaşamlarında yaşamlarından daha değerli bir şeye bağlanmış olmalarıdır. Bunlar yaşamın bendini kavradıklarından ve de bu yüzden yaşamlarından anılmaya değer bir ömür çıkarırlar.

Yaşamı başlatan, bir canlıdan başka bir canlının çıktığını sağlayan doğum tam bir mucizedir.  Buna karşılık ölüm ise ihtişamlıdır. Peki, ölümün ihtişamı nerden gelir? Herkesin bir gün mutlaka yaşayacağı ertelenmiş bir mahkûmiyet olan ölüm engellenemez çünkü en başta ihtişamı buradan gelir. Ayrıca önüne geçilemez ve hiç kimseyi ama hiç kimseyi ıskalamayan mahareti ile ihtişamlıdır. 

İşte mucizevi doğum ile ihtişamlı ölüm arasında sanki hiç bitmeyecekmiş gibi süren ve insanoğlunun dört elle sarıldığı yaşam ise bu mucizevi ve ihtişamlı hal karşısında sıradan ve sönüktür, eğer bir şey katmazsan. O zaman sıradan bir tekrardan öteye gidemez.

Sıradanlıktan kurtulmak

Peki, bu sıradanlıktan nasıl kurtuluruz? Büyük bir amaca bağlanarak tabi ki. Bu da cesaretle olur, cesaret ise bir ışık yakmayı gerektirir. İşte insanları birbirinden ayıran şey budur. Etrafına ışık saçan ve anılmaya değer bir ömür yaratmasıdır. Bunu herkes yapamaz, çünkü bazen bu büyük bedeller gerektirir, o yüzden herkes buna cesaret edemez. Cesaret, feragat, fedakârlık, adanmışlık ve yetenekle çevrelenmiş bir ömürdür bu.

Neden bu noktada yetenek ve cesaret önemli? Çünkü insanoğlunun en kuvvetli duygusu korku duygusudur. Korkuların ise en büyüğü ölüm korkusudur. Her şey, ama her şey bu ölüm korkusundan kaynaklanır ve yaşamdaki her şeyi şu ya da bu şekilde az ya da çok ölüm korkusu tarafından şekillenir. Bu yüzden yaşamda fark yaratan bir nevi ölüme meydan okuyan cesarettir. Bu yüzden cesaret denen şey çekiciliğini ölüme borçludur. Bu yüzden ona rağmen cesaretli olmak nadirattandır ve nadir olan her zaman değerlidir.

O halde hayata kendinizden daha büyük bir amaç katmadığınız takdirde, o hayat sizin ve başkalarının yaşadığı sonsuz bir tekrardan ibaret olmaktan, sonsuz bir karanlığa doğru akıp yok olmaktan öteye gidemez. Buna direnmek, böyle bir amaç edinmek cesaret gerektirir ve bu yüzden yaşamda fark yaratan cesarettir, diyoruz.

Peki, neden, bu böyledir? Çünkü insanlar, diğer bütün canlılarda olduğu gibi, en önemli içgüdülerinin yaşamak olduğuna inanırlar. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun yaşamak. İnsanların büyük çoğunluğu buna inanır ve milyonlarca canlıyla birlikte sonunda ölüp yokluğa karışırlar. Tarihin öğütücü ve unutucu dev kuyusuna akar gider, yok olur ve sonunda unutulurlar. Ondan sonra, onların artık bir şey yapma şansı kalmaz. Bu yüzden o saatten sonra kimse onları hatırlamaz. Hatırlanmayanlar ise anılmazlar. İşte yokluk budur.

Hamasetin tarlası ırkçılığa giden yol…

Tam burada diğerleri ortaya çıkar, Dostoyevski’nin deyişi ile olağan dışı insanlar. Ne ki kendi yaşamlarından bir ışık yakamayanlar diğerlerinin yaktığı ışığın da düşmanı olurlar. Usta yazarın deyişi ile olağanlar sadece kıskanç değil aynı zamanda korkaktırlar. Ellerinden gelse ışık yakan olağandışıları öldürür sonra da başsız kaldıkları için pişman olur, onların heykellerini dikip yaslarını tutarlar. Hâlbuki ilk başta bu düşmanlık onlara kurtuluş gibi gelir ve karanlıkta birbirine sarılarak bunu yaşamlarının temeli haline getirirler ve fakat bir müddet sonra acı gerçekle karşılaşıp pişman olduklarında iş işten geçmiş olur.

Irkçılık, şovenizm ve saldırgan milliyetçilik bu duygulardan beslenir. Bu genel bir kalabalığa hâkim olduğu gibi bir devlete ve millete de hâkim olabilen bir duygudur. Bunlar ölümün çaresini öldürmekte ararlar.  Kendilerini diğerlerinden üstün görme hastalığı sonunda hepsinin felaketine dönüşür. Bu da karanlığı besleyip yaşamı tersinden daha anlamsız hale getirir.

Bu ahmaklıktır. Yani bir değer yaratmadan, en önemli şeyin yaşama içgüdüsü olduğunu düşünerek bunun için başka insanların felaketi olmak, kendi arzu ve gücü için başkalarını öldürmek sonu belirsiz bir yaşama sürükler insanlığı. Bunun en üst düzeyi savaştır. (Bu gün Ukrayna da yaşandığı gibi)

Savaşlar insanlığın düşmanıdır. Güce tapanların peşinden koştuğu, onunla var olmaya çalıştığı, ama aslında yok ederek kendisini de yokluğun çukuruna gömdüğü bir felaketler çukuru. Acısını de en çok kadınlar ve çocuklar çeker. O yüzden aydınlar savaşa karşı hep barışı savunmuştur.

Kibir ve kontrolsüz güç insanlığın düşmanıdır

Bugün doğumlar dursa dünya seksen doksan yol sonra ıssız ve insansız kalır. Böyle mahcur ve zavallı bir varlıkken böyle kibirli davranmanın anlamı nedir? Yoksa aslında o çok övündüğümüz insan aklı aslında arızalı ve sakat bir akıl mı? Değilse izahı başka neyle ve nasıl yapılabilir?

İnsanın yaşarken fark etmediği trajedisi sadece bu da değil. Levra, insan birbirinin zıddı birçok duygu ve özelliğin içine tıkıştırıldığı bir varlıktır. Merhamet ve gaddarlık, iyilik ve kötülük, zekâ ve aptallık, yaşam ve ölüm hep her zaman insanda bir arada var olur. Zaten ölümle bitecek olan yaşamı nefret ve sevgisizlikle doldurup mutsuz sona ulaşmanın ne yararı var? O halde bilebile gaddarlık etmenin, ırkçı davranmanın büyük bir aptallık olduğunu kavramıyor muyuz? Çünkü bir gün bu yaşam öyle ya da böyle son bulacak ve ölüm geldiğinde bütün bunlar anlamını yitirecektir. O halde yaşarken, yaşamına kendinden daha büyük amaç katıp mutlu sona gitmek hatta öldükten sonra bile bir iz bırakarak yaşamak varken aptalca yaşamanın, birbirini katletmenin anlamı nedir?

Bütün bunlar günü geldiğinde ölüm karşısında hem aciz hem gülünç kalır. Ancak hayatlarına hayatlarından daha büyük bir şey katanların yaşamları ölüm tarafından gülünçleştirilemez ve tamamen sonlanmaz. Buna karşın yaşamı yeme içmekten kişisel mevki makam ve güç peşinde koşmaktan ibaret görenlerin hayatları ölümün ihtişamı karşısından gülünçleşmekten kurtulamaz. 

İşte bu yüzden iki anlamlı hayat var diyorum: Biri yazılmaya değecek kadar görkemli olandır, diğeri okunmaya değer yazılanlardır. Okunmaya değer yazı sadece ışıklı gecede parlamakla kalmaz bugünden geleceğe de aydınlık saçar. Bu yanıyla gerçekleri dile getirmek büyük bir sihre sahiptir. Harfler, kelimeler ve cümleler yan yana gelerek sadece zorbalığa direnmekle, ırkçılığa karşı çıkmazla kalmazlar insan ruhunu da yüceltirler. İnsanın içine dolarak onu diyardan diyara dolaştırır, sonsuz mutlulukları yaşatırlar.

Savaş kapitalizmin can suyudur

Bugün içine düştüğümüz kapitalizm insan ruhunu yücelten şeylerle uğraşmaz. O daha çok alınıp satılacak, para pul edecek, sırf bir alışkanlık uğruna sayılara dönüşmüş biriktirmelerin peşindedir. Hatta buna tapar. Biriktirmek onun zirvesidir ve bu zirveye ulaşmak için Makyavelci bir anlayışla her şeyi yapar, her şeyi alıp satar, kar için her aracı kullanmayı mubah görür. Buna insan eti, kanı, ruhu da dâhildir. Önemli olan buna müsaade etmemektir. Çünkü insan potansiyel olarak değerli bir varlıktır.

İnsanın değeri özelliğinden, özelliği ise onu diğer canlılardan ayıran yanına dayanır. Aklıyla düşünür, elleriyle üretir, diliyle konuşur, uygarlık bunların sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılarak oluşur. Ama bir şey daha var. Vicdan. İnsanoğlunun moral bir varlık olarak yüceliği vicdan sahibi olmasına dayanır, meğerki onu kullansın. Aksi takdirde dünya güç ve egemenlik uğruna kan revan içinde kalır, şimdi olduğu gibi.

Ve eğer dünya bugün böyleyse bu sadece kötüler yüzünden değil buna ses çıkarmayan iyilerin de bunda payı büyüktür.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar