Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


Prof. Dr. Feroz Ahmad: İklim Değişikliği Siyaseti Fena Vuracak

Prof. Dr. Feroz Ahmad: İklim Değişikliği Siyaseti Fena Vuracak

Prof.Dr. Feroz Ahmad’ı çoğunuz bilirsiniz, sanıyorum. Hint asıllı tarih profesörü. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi uzmanı. Bu konularda yazdığı pek çok kitabı var. Yeni Delhi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra London School of Economics’de Prof. Bernard Lewis’in öğrencisi olmuş. Daha sonra ABD’ye gidip Columbia ve University of Massachusetts’de dersler vermiş. Yıllar sonra Türkiye’ye yerleşmiş;Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuş.  Yeditepe Üniversitesi’nde dersler veriyor. Otuz yıldan fazla bir tanışıklığımız olan Feroz Ahmad Hoca’yla demokrasinin anlamını, kırsal alan insanlarının siyasete etkilerini, iklim değişikliğini ,Türkiye’nin yakın tarihini  konuştuk. Feroz Hoca özellikle iklim değişikliğine dikkat çekiyor ve bunun dünya siyasetinde alt üstler yaşanmasına sebep olacağını tahmin ediyor.

- Demokrasinin tanımını yapar mısınız?

AHMAD- Demokrasinin pek çok tanımı var. Bence demokrasinin en temel tanımını yapalım. Yani bir siyasi parti, dürüst biçimde yapılan bir seçimi kazanır ve demokratik bir hükümet kurar. Ama bu siyasi parti iktidara geldikten sonra sadece seçimi kazanan parti değil, bütün toplum, kaybeden muhalefet  için de özgürlük olması gerektiğine inanmalıdır. Ekonomik kalkınmaya, ülke üretiminin toplumun geniş katmanlarıyla paylaşılması gerektiğine de inancı olmalıdır. Bence bu söylediklerim aşağı yukarı demokrasinin temelsel ilkeleridir.

- Ya insan hakları?

AHMAD- İnsan hakları konusu seçimlerden hemen sonra ortaya çıkar. Bütün dini ya da başka alanlarda toplumun haklarını kabul etmek zorundasınız. Bunu ille de telaffuz etmek gerekmiyor. Demokrasilerde olması gereken budur. İnsan hakları bir toplum için olmazsa olmazdır. Örneğin yoksulluğun yok edilmesi.

Bir toplumda ne aşırı zenginlik ne de yoksulluk kabul edilebilir. Vergilendirme sistemi adil olmalıdır. Örneğin bugün ABD’de vergilendirme sistemi hiç de eşitlikçi değildir. Demokrasinin vatanı olduğunu iddia eden bir ülkede deokrasinin sınıfta kalmakta olduğu da tartışılır.

- ABD’den söz etmişken, Trump dönemine de bakalım. Örneğin, özellikle kırsal alanlarda yaşayan Amerikalılar gayet düzgün yapılan son başkanlık seçimini tanımadıklarını söyleyerek ayaklanmadılar mı? Bunu nasıl karşıladınız?

AHMAD- Trump dönemi kendine özgü bir zaman aralığıydı. Trump popülist ya da halk goygoyculuğu yapan bir lider oldu. Trump, ülkede güçlerini siyahlar ve Yahudilere kaptırdıklarını düşünerek kaygılanan Amerikalıları pohpohladı. Güçlerini korumanın garantörü olduğunu söyledi. Bugün bile Trump’ın bunu yapacağına inanan inanlar var.Hala da onu destekliyorlar.

- Örneğin Trump’ı destekleyen QAnon örgütü... 

AHMAD- Evet, tam da bu. Buna rağmen halk goygoyculuğu politikasının giderek zayıfladığı görülüyor. Başkanlık seçimini kazandığını iddia etmesine rağmen açıkça kaybetti.

Taraftarları seçimi kazandığını iddia etseler bile gelecekteki yeni bir seçimi kazanacağını hiç düşünmüyorum.

- Öyle ama hala ABD’nin en güçlü insanı olduğu iddiasında ısrarlı.

AHMAD- Bir sürü şey iddia ediyor ama esas olan demokrasi ve hukukun üstünlüğü. Beni en çok şaşırtan da yargılanmamak için hukukun üstünlüğü ilkesini nasıl ayaklar altında çiğnemeye çalıştığı. Trump açıkça suç işlemiştir. Ama yıllardır bu suçların belgelerini bulmaya çalışanlar başarısız. Çünkü Trump’ın becerikli avukatları var. Ama bu sür git böyle gitmez.

- Yani hukukun üstünlüğü kazanacak mı?

AHMAD- Öyle olması gerekiyor. Eninde sonunda başı belaya girecek. Hapse atılıp atılmayacağını tahmin edemiyorum ama yakın destekçilerinden örneğin Bannon hapse çarptırılabilir. Başkaları da var.

Beni şaşırtan bu işin uzun sürmesi. Ama demokrasi de böyle bir şey. Onun gerçek demokrasi olduğuna inanmıyorum. Hukuk çok daha erken uygulanmalı, suçlu bulunmalı, hatta hapse atılmalıydı.

- Pandemi sonrası dönemde demokrasilerin giderek zayıflayacağı, hatta dünyanın bir distopya dönemine gireceği görüşleri var. Siz bu görüşlere katılıyor musunuz?

AHMAD- Hayır. Ben iyimser bir insanım. Bu virüs ortaya çıkalı neredeyse iki yıl oldu. Belki iki yıl daha bununla uğraşacağız. Sonrasında öbür virüsler gibi bununla da yaşamayı öğreneceğiz. Ancak bunun siyasi hayatımız üstünde çok büyük bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Yani dünya düzeninin bir distopyaya evrileceğini hiç sanmıyorum.

Bence şu andaki gerçek sorun iklim değişikliği. Bunu Glasgow’da tartıştılar. Ama halihazırda kimi ülkelerde hatta ABD’de iklim değişikliğine şahit olduk. ABD’de son zamanlarda orman ve çalılık yangınları oldu. Kenya gibi ülkelerde de kuraklık görüldü. Yağmur yağmadı. Unun sonucu olarak hayvanlar ölüyor. Yakında önlem alınmazsa durum daha da kötüleşecek.  Ama mesele insanların işin ciddiyetini fark edip önlem alıp almayacakları.

Vatanım Hindistan’da Trumpvari politikalar izleyen Başbakan Modi,”İklim değişikliğine karşı her türlü önlemi 2070’e kadar alacağım,”dedi. Oysa diğer ülkeler 2060’a kadar önlemlerini tamamlayacaklarını beyan ettiler. Hindistan şimdiden, muson yağmurlarının vurduğu  Kerala gibi bölgelerinde iklim değişikliği sancılarını yaşıyor.  Durum ileride daha da kötüleşecek.

Bakalım Modi bu tutumuyla politikada ne kadar dayanacak? Bana kalırsa bu tutumu ona büyük zarar verecek.

- Yani iklim değişikliği dünyada önemli siyasi değişiklikleri mi tetikleyecek?

AHMAD- Ben böyle düşünüyorum. Siyasi partiler, politikacılar, bugün için de bir gerçeklik olan  iklim değişikliğiyle mücadele etmeyi öğrenmek zorunda kalacaklar. Türkiye şimdilik bu konuda şanslı görünüyor.

-Nasıl şanslı?

AHMAD- Türkiye’de orman yangınları oldu. Ama kimse bunların iklim değişikliği yüzünden meydana geldiğini söylemedi. Başka ülkelerde ise iklim değişikliği etkileri öyle ya da böyle görüldü.

Dolayısıyla önümüzeki 30-40 yıl iklim değişikliğinin etkilerini hissedeceğiz. Ben o zamana kadar tabii ki hayatta olmayacağım. Ama şimdiden bunun etkilerinin çok önemli olacağını görebiliyorum.

- Türkiye’den söz etmişken,  şunu sormak istiyorum: Hala İttihat ve Terakki ruhunun Türkiye’de etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

AHMAD- Açıkça söylemem gerekirse  sanmıyorum. İhtilali yaptıkları 1913’den 1918’e kadar, yani beş yıl iktidarda kaldılar. İttihat ve Terakki reformcu bir siyasi partiydi.

- Reformcu parti derken nasıl reformcu? Olumlu mu olumsuz mu?

AHMAD- Bir şekilde olumlu. Örneğin kadınların eğitimine onay verdiler. Gerekçeleri de eğitimli kadının iyi bir ev kadını, anne olacağıydı. Ama eğitimli kadını topluma katmayı, üretken olmasını sağlamayı düşünmediler. Savaşta kadınlar en çok hemşire olma şansını elde ettiler.

Mustafa Kemal ise bir devrim yaptı. Sadece reformcu değil, aynı zamanda devrimciydi. Yaptığı devrim Türkiye’yi dönüştürdü. Hindistan’ın eski Başbakanı Nehru 1935’de yazdığı hatıralarında şu ifadeyi kullanmıştı:

“Mustafa Kemal büyük bir devrim yapmıştır. Biz de iktidara geldiğimizde keşke böyle bir devrimi başarabilsek. Ama yapamayız. Çünkü böyle bir devrim için Hindistan çok büyük bir ülke.”

Türkiye’nin büyüklüğü böyle bir devrim için idealdi. Mustafa Kemal Osmanlıca’yı yok edip Türkçe dilini yarattı. Mustafa Kemal’in Türkiye üstündeki büyük etkisi İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam etti. Demokrat Parti (DP) liderliği CHP’nin içinden çıkmıştı. Onlar da İttihat ve Terakki geleneğinden geliyorlardı. Yani devrimci değil, reformcuydular.

Bu kadar devrim artık yeter, reformlarla yetinelim, dediler. Türkiye böylece bugünlere geldi.

telif

Makale Yorumları

  • Tevfik Dalgıç12-11-2021 01:49

    Çok güzel bir röportaj zamanın ruhuna uygun konular ele alınmış.Kolay gelsin

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar