Lemi Özgen

Lemi Özgen


Hayatı bir romandı

Hayatı bir romandı

Tarihin en kanlı savaşının en kanlı günlerinden biri. Anafartalar’da savaşanların cepheleri birbirlerine o kadar yaklaşmış ki, Türk ve İngiliz askerleri birbirlerine yüzlerini görerek ateş ediyorlar. Boğazdaki İngiliz ve Fransız ağır zırhlılarının topları aralıksız gürlüyor. Yukarılardaki Arıburnu, Conk Bayırı ve Kocaçimen bölgelerinde kan gövdeyi götürüyor. Gece ve gündüz diye birşey kalmamış. Kara bir barut dumanı ağır bir perde gibi havada asılı. Susmak bilmeyen toplar, mitralyözler, piyade tüfekleri ve bunların mermilerinin havada uçuşmasından doğan kesintisiz bir uğultu...

Okulu bitirir bitirmez kendini bu kanlı savaşın içinde bulan ‘ihtiyat mülazımı’ yedek subay Mahmut,19’uncu Tümen Komutanıyken Anafartalar Grup Komutanı olarak bu gaddar savaşın en ağır sorumluluğuna atanan Albaya siperlerde yol gösteriyor. Yeni komutan, sarışın, mavi gözlü, genç ve bu ölüm kalım savaşına hiç yakışmayacak kadar zarif bir adam. Özenle traş olmuş. Kalpağının altından görülen sarı saçları temizlikten ve taranmaktan pırıl pırıl parlıyor. Üniforması jilet gibi ütülü. Çizmeleri dikkatle boyanmış. Kendisine yol gösteren yedek subay Mahmut, albayın üniformasının içine giydiği beyaz gömleğin yakalarının kaskatı kolalanmış olduğunu görüp, şaşkınlıktan yere düşecek gibi oluyor.

Derken, davranışları ve giyimiyle oradaki bütün askerleri şaşkınlığa sürükleyen yeni komutan, aylardır gece gündüz bu ölüm meydanında savaşmakta olan deneyimli askerlerin bile görmeseler inanamayacakları bir şey daha yapıyor. Siperden boylu boyunca dışarıya sarkıp, sanki bir manzara seyrediyormuşçasına uzun uzun karşı cepheye bakıyor. Vızır vızır uçuşan yüzlerce mermi her yanından geçerken, karşı siperleri incelemeyi sürdürüyor, aradaki mesafeyi, siper derinliklerini, ateş gücünü hesaplamaya çalışır gibi bakmaya devam ediyor…

Her iki taraftan binlerce insanın hayatını kaybettiği kanlı Çanakkale savaşlarından sağ olarak kurtulabilen yedek teğmen, sarışın komutanla karşılaştığı bu ilk günü, yıllar sonra şöyle anlatıyor: O sipere bir salona giren erkân-ı harb zabiti gibi girdi. Sıçan yollarında ona yol gösterdiğim oldu. Ben ona yol gösterirken günlerden değil, aylardan beri siper hayatına alışmış olduğum halde titriyordum. Fakat o ayaklarının ucuna basarak doğrulur, siperlerin üzerinden karşı siperlere bakardı. Karşıdakiler ateşten hiç göz açtırmazdı. O bu göz açtırmayan ateşe gözünü kırpmadan bakardı”… 

Kendisine karşı saldırılar iyice artınca Nazım Hikmet, ‘Resimli Ay’ dergisinin Haziran-Temmuz 1929 sayısında karşı saldırıya geçti ve “Putları Yıkıyoruz” başlıklı yazı dizisini yayımlamaya başladı. Kendisine ‘Büyük Dahi’ unvanı verilmiş Abdülhak Hamit ile ‘Milli Şair’ unvanlı Mehmet Emin Yurdakul, Nazım Hikmet’in ilk hedefleri oldular. Nazım Hikmet, bu yazısında “Mahmut’u biz başka lisanlara korkmadan tercüme edebiliriz, onun yazısı bundan hiçbir şey kaybetmez, halbuki dahi-i azam Abdülhak Hamit de dahil olmak üzere kaç yazıcımız böyle bir imtihandan geçebilir, yazıları sırıtmadan kalabilir?” deyince kıyamet koptu. Nazım Hikmet’e savaş açmış olanlar, bu kez Mahmut’a da en ağır eleştirileri yapmaya başladılar.

Oysa Mahmut o sıralarda ekmek parası peşinde koşturup duruyor, geçimini sağlayabilmek için bulabildiği her işi yapıyordu. Edgar Allen Poe’nun, Mark Twain’in hikayelerini ‘uyarlayıp’ oyunlar haline getirdi. Bir Fransız yazarın Güzel Jandarma adlı oyununu Yufkayürek Osman adıyla oyunlaştırdı. Oyun Maarif Vekaleti’nin tavsiyesiyle bütün okullarda okutuldu ve öğrenciler tarafından temsil edildi.

Mahmut yine geçimini sağlayabilmek için Söz Bir, Allah Bir ve Akasya Palas gibi filmlerin senaryolarını da yazdı. Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde İlhan Berk, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Özdemir Asaf gibi yazı adamları ile yan yana çalıştı., Her şey, Yedigün ve Yarımay dergilerinde yazdı. Güzel Sanatlar Okulu’nda öğrendikleriyle Diken ve Gıdık dergilerinde karikatür çizdi.

Bütün bunları yaparken, asıl tutkun olduğu şeyi hiç unutmadı. Bütün isteği iyi bir romancı olmaktı. Onca sıkıntı ve iş arasında bunu da başardı. Çoban Yıldızı,Çulluk, Pervin Abla, Su Sinekleri, Tipi Dindi, Sürtük gibi gerçekten başarılı romanlar yazdı.

Türk romancılığında bütün kadın kahramanların Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’ndaki Feride’sine benzetildiği bir dönemde, bambaşka ve gerçek bir kadın çizdi. Çulluk romanında Cibali Tütün Fabrikası’nda işçi olarak çalışan Münevver’i yazdı. Yoksul, eğitimsiz, her akşam fabrika çıkışı eve sigara kaçırıyor mu diye üstü başı aranan, ustabaşı Murat’a aşık, bakire olmadığını gizlemek zorunda kalan, sevgilisi tarafından aldatılan, zaman zaman kendisi de çeşitli dalavereler hazırlayan, bu hayattan ancak ‘evlenerek’ kurtulabileceğine inanan Münevver, hiç de gerçek gibi durmayan Ferideler, Müjganlar ve Türkanlardan sonra, Türk romancılığına sağlam bir kaya gibi oturdu.

Sizlere yaşamından küçük kesitler aktardığım Mahmut Yesari artık ünlenmişti ama o zamana kadar yaşadığı yoksulluk, sıkıntı ve çileler de sinsice yapacağını yapmıştı. Henüz elli yaşındaydı ama kendini yüz yaşındaymış gibi yorgun hissediyordu. İştahsızlık, hızla kilo kaybı, olağan dışı terlemeler ve en önemlisi de başlayınca durmak bilmeyen öksürük nöbetleri. Tahliller, akciğer röntgenleri. Şişli’deki bir muayenehanede doktor teşhisi açıkladı: ‘Verem’.

Romancı Mahmut Yesari tedavi için Yakacık Sanatoryumu’na kaldırıldı. Bazı romanlarında kahramanlarının bu hastalıktan öldüğü Mahmut Yesari, iyileşemeyeceğini biliyordu sanki. ‘Yakacık Mektupları’ adlı kitabında da zaman zaman bunu yazdı.

Romancı Mahmut Yesari 16 Ağustos 1945’te elli yaşındayken Yakacık Sanatoryumu’nda öldü. Hayatı gerçekten de romandı ama o kendininkini değil, yoksul, emeği de cinselliği de sömürülen kadın reji işçilerinin hayatını yazdı.

İyi yaptı… 

telif

Makale Yorumları

  • Ferruh Yavuz08-08-2022 21:08

    Lemi Özgen edebiyat tarihinin sayfaları arasından çıkarıp “hayatı roman” denen vurguyu en fazla hak eden Mahmut Yesari’yi merceğine almış; bir tanıma sığmayan insanı bizlere tanıtmıştır.*********Ben de bu müthiş üretken adam aynı zamanda son eşi Cahit Uçuk’un Yapı Kredi Yayınlarından çıkan “Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar Silsilename 1” adlı kitabından öğreniyorum; Uçuk’un deyimiyle “… bütün ömrünce sürdürdüğü bohem hayatından kopamayacaktır.” ama bir yandan da, çok sevdiği çalgılı batakhanede bile ertesi gün gazeteye yetiştireceği yazısını hazırlamaya odaklıdır. Ki, bu şekilde, o kısa ömrüne 21 roman, 18 tiyatro eseri sığdırabilmiştir. Romanlarının tamamı dönemin gazetelerinde önce tefrika edilmiş sonra çeşitli yayın evlerince basılmıştır. **********Cahit Uçuk (Cahide Üçok), Silsilename adını verdiği hatıralarını anlattığı kitabında, Mahmut Yesari ile ilk 935‟te Cumhuriyet Gazetesi’nin Neşriyat Müdürü’nün odasında karşılaştığını söyler. Yesari’yi yemeğe davet ettiği bir gün ona “benimle evlenir misiniz Yesari Bey” der. Tanıştıktan bir ay, evlilik teklifinden on beş gün sonra evlenirler. (sf.104-105)Bu evlilik, Yesari’de de hayatındaki değişimlerin başlangıcıdır: Uçuk’un Yesari’nin hatıralarından aktardığı üzere; “Bu kırk yıllık ömrümün, ayrı, başlı başına bir macerasıdır. (...) Artık semtten semte, „ilişen‟, „naklivücut‟ eden gayrimuntazam adam değildim. „Muntazam‟ adam olmuştum. Artık benim de „evim‟, „apartmanım‟ vardı. Kira dahi olsa bu, insana gurur veriyordu” der. (sf.119,)***********Ancak bu mutluluk uzun sürmeyecektir. Mahmut Yesari ile Cahit Uçuk ,Yarımay Dergisi‟nde çalışırken Yesari, rahatsızlanır; kan kusmaya başlar. Doktora giderler ve Yesari‟nin Yakacık Sanatoryum‟una yatmasına karar verilir. O sanatoryumda iken Cahit Uçuk, bir ayda “Zümrüt Yüzük” başlıklı bir polisiye roman yazar. Yesari bu eseri, kendi üslubuna çevirir ve eser hemen yayımlanır (sf. 117). Yesari, sanatoryuma yatışından sekiz ay sonra evi ve çalışmalarını özlediği gerekçesiyle sanatoryumdan kaçarak eve gelir. Cahit Uçuk‟un tekrar sanatoryuma dönmesi için ona ısrar etmesi üzerine Yesari, evden de kaçar. On beş gün sonra perişan bir Şekilde tekrar döner. Sekiz aylık emeğin on beş gün içinde tükenmesine hayıflanan eşi boşanma kararı alır. Mahmut Yesari boşanma isteğinin sebebini hâkime “Bu ayrılığa rıza gösterme nedenlerim, sadece benden uzaklaşması ve kendi hayatını yaşamasını sağlamak için. O henüz gençliğinin baharını yaşamakta. Bense yaşlı ve çok hastayım. Derdimin devasız olduğunu biliyorum. Onu da tehlike altına sokacağımın korkusu ve endişesi içindeyim” (sf. 144) diyerek boşanmayı kabul eder.******Mahmut Yesarı ömrünün geri kalanını Yakacık Sanatoryumunda tamamlar.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar