Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


Demokrasi eşittir çağdaş kölelik mi?

Demokrasi eşittir çağdaş kölelik mi?

Pandemi yaşamımızda, düşünce biçimimizde pek çok değişikliklere neden oldu. Corona salgınının bütün dünyayı sardığı  son bir yıl içinde kendine uygar Batı bloku tanımını yakıştıran, neredeyse dünyayı yönetme iddiasındaki “gelişmiş, demokratik” ülkelerin düştükleri sefaleti gördükçe hayretler içinde kalıyorum.

Türkiye gibi orta ölçekli, gelişmekte olan ülkelere insan hakları ve demokrasi bezirganlığı yapanlar bu bir yıllık pandemi döneminde sınıfta kaldı dostum. Otur, sıfır! 
İyi de yüzyıllardır gözümüzde büyüttüğümüz, erişmeye çalıştığımız demokratik sistem nasıl bir anda, kartondan yapılar gibi çöküverdi? ABD’de, AB ülkelerinde giderek artan katı, neredeyse otokrat rejimler yeşerme aşamasında. Doğu Avrupa ülkeleri, Polonya, Macaristan’a bakıyorum. İstanbul Sözleşmesi gibi insan haklarını koruyan uluslararası sözleşmelerden çekilmeye teşneler.  Romanya ve Bulgaristan yönetimleri (zaten ne kadar demokrasiyi içlerine sindirdikleri tartışılır) dayatmacı yöntemler benimseme yolundalar. 

İyi de özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yeryüzünü saran demokrasi emelleri ve sevdası gerçek bir temele dayanıyor muydu? Acaba bugün dünyada bir kaç büyük şirket uluslararası gayri safi hasılanın yüzde 90’ına yakınını aralarında paylaşıyor, geri kalan yüzde 10’unu kendileri dışındakilere bırakıyorsa demokrasi bunun neresinde? Ya da bu pandemide Covid-19 denilen virüsün nasıl nereden, hangi kaynaklı yayıldığı hala esrarını koruyor, bir kaç büyük ilaç şirketinin üreteceği ya da üretmekte olduğu aşılarla salgının üstesinden gelineceği telkin ediliyor, insanlığın geleceği  bu ilaç şirketlerinin iki dudağının arasına bırakılıyorsa hangi demokrasi? Can korkusuna kapılmış insanoğlu da kurbanlık koyun misali bekleyiş içinde...

Pandemiye karşı alınan önlemleri tartışmaya açmak, salgının nasıl patlak verip yayıldığını sorgulamak  isteyen düşünen beyinler, komplo teorisyenleri olarak ilan ediliyorsa mesela... Virüs ve pandeminin varlığını hiç kimse inkar etmiyor. Ancak bir yıldır, insanlarını  koruma adına hükümetlerin aldıkları, insani temasları tamamıyla engelleyen önlemlerin aslında ruh ve beden sağlığına ne kadar zarar verdiği hesaba katılıyor mu? Hesaba katılıyorsa, önümüzdeki yıllarda robotlaşmış insan  kuşakları mı yetiştirilmesi amaçlanıyor, ya da köleleştirilmiş?  

Tam burada size Llewellyn Harrison Rockwell’den söz etmek istiyorum. Rockwell kendine liberal anarşist tanımı yakıştıran ABD, Bostonlu bir yazar ve düşünür. 1999’da LewRockwell.com isimli internet sitesini kurmuş. Burada siyaset felsefesi, ekonomi, ve çağdaş politikalarla ilgili yazılar, makaleler yayımlıyor. 
LeRockwell.com’da bir süre önce demokrasinin ne olduğuyla ilgili bir yazı yayımlanmıştı. “Demokrasi Adı Verilen Çağdaş Köleliğin İcadı”  başlıklı makalenin yazarı  Gary  Barnett. Bu yazıdan bir bölümü ilginize sunuyorum. 
“Bir demokrasi doğası gereği geçicidir. Kalıcı bir hükümet biçimi olarak yaşayamaz. Bir demokrasi, oy verenlerin ya da seçmenin kamu hazinesinden bol bol yararlanabileceklerini idrak ettikleri anda sonlanır. O andan itibaren seçmen kendilerine kamu hazinesinden en çok payı vaad eden adaylara oy vermeye başlar. Böylece de gevşek mali politikalar yüzünden çökecek demokrasinin yerini de diktatörlükler alır.

“Tarihin başlangıcından beri en büyük uygarlıkların ortalama ömrü 200 yıl olmuştur. Bu 200 yıl içinde de bu ülkelerin gelişme aşamaları şöyle olmuştur:
Esaretten ruhani inanca
Ruhani inançtan müthiş cesarete
Cesaretten özgürlüğe
Özgürlükten aşırı bolluk ve refaha
Aşırı bolluk ve refahtan memnunluğa
Memnunluktan  uyuşukluğa
Uyuşukluktan bağımlılığa 
Bağımlılıktan da başlangıç noktası olan  esarete...”

Sizler bu yazının ana fikrine ne dersiniz bilemem ama sanki ben bu filmi bir yerlerde görmüş gibiyim. 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar