Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


Bu da Geçer Yahu!

Bu da Geçer Yahu!

Sonunda ABD Başkanı Jose Biden günlerdir beklenen açıklamasını yaptı. Şimdi ne olacak? Washington-Ankara ilişkileri nasıl bir yola evrilecek? Batı basınında ilginç yazılar çıkıyor. Bunlardan birisi Los Angeles Times gazetesinde yayımlandı. “Ermenilerin, ABD’den Soykırım Kararı Çıkması İçin Verdikleri Mücadelenin Perde Arkasında Ne Var?“ başlıklı yazı sanıyorum, onlarca yıldır yaşanan gerginliklerin nedenlerine biraz olsun ışık tutuyor.

Yazı bildiğimiz,106 yıl önce işlenen bir insanlık suçunu tarihsel boyutlarıyla ele aldıktan sonra günümüze dönüyor. 

“ABD’nin yeni başkanının göreve gelmesinin üstünden geçen birkaç aylık kısa süre içinde bile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Biden arasında ciddi bir soğukluk olduğu gözleniyor. Oysa Erdoğan’ın bir önceki Başkan Trump’la ilişkileri çok daha sıcaktı. Trump, kendisinden önceki ABD Başkanlarının yolunu izleyerek, özellikle de on yıldır süren Suriye savaşında sıklıkla sıkıntı yaratan ama önemli bir ortak olan Türkiye’yle ilişkileri tehlikeye sokmamaya dikkat etti. 

Ancak, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan’ın uyguladığı sert tedbirler ikili ilişkilerde uzun gerginliklere yol açtı.  15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Fethullah Gülen’in ABD’de yaşamaya devam etmesi Türk Hükumeti’nde derin öfkeye yol açıyor. Bütün bunların üstüne Erdoğan’ın bir de Rusya’dan, NATO güvenliğine tehdit oluşturacak şekilde S-400 füze savunma sistemini satın alması bardağı taşıran damlalardan biri haline geldi.  Bunun sonucu olarak da ABD Ankara’ya bir dizi yaptırım uygulama kararı aldı…“

Erdoğan’ın, Avrupa Konseyi çerçevesinde Aile İçi ve Kadına Şiddetle Mücadele İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararının ABD’nin AB müttefiklerinde derin bir hayal kırıklığı yarattığına dikkat çekilen yazıda ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’ın Biden’ın açıklaması karşısında Türkiye’nin vereceği tepkiyle ilgili şu yorumuna da atıf yapılıyor:

“Dostlar, müttefikler olarak aramızda bir sorun varsa bunu açıkça ortaya koyarız. Bu sorunu ya da sorunları tartışırız. Ama bunları ört bas etmeye çalışmayız.”

Yazı, Biden’ın Ermeni soykırımının tanınması konusunda bir süredir önde gelen kongre üyelerinin baskısı altında olduğuna dikkat çekilen yazı şöyle devam ediyor:

“Soykırımın tanınması için öteden beri çalışmalar yapanların başında Temsilciler Meclisi’nin Burbank Demokrat üyesi Adam Schiff var. Schiff ve bu konuda ona destek veren kongre üyeleri, tıpkı Yahudi soykırımında olduğu gibi Ermeni soykırımını hatırlayanların sayılarının giderek azalması, dolayısıyla da Ermeni soykırımı olayının hafızalardan silinme tehlikesinin bulunmasının ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlar. Amaçları resmi bir açıklamayla soykırımın belleklerde her zaman taze kalmasını sağlamak.”

Yazı-yorum iki ülke arasında mevcut şimdiki gerginlik nedenlerine doğru biçimde parmak basıyor. Ayrıca Biden’ın, başkanlık koltuğuna oturmadan çok önce, seçim kampanyaları sırasında, seçildiği zaman Ermeni soykırımını tanıyacağı yolunda verdiği bir söz var. Şimdi onu tuttu.

Peki bu durumda Türkiye ne yapar, diye sorulacak olursa Washington’daki kaynaklar, Irak ve Suriye’de askeri üsleri bulunmasına rağmen ABD için hala önemini koruyan İncirlik Üssü’nün Suriye ve Irak’taki Amerikan askeri operasyonlarına kapatılabileceğini, Ukrayna’da bir çatışma çıktığı takdirde Amerikan savaş gemilerinin Boğazlar’dan Karadeniz’e geçişine izin verilmeyebileceğine dikkat çekiyorlar. Anlayacağınız Washington-Ankara ilişkilerini önümüzdeki kısa vadede zorlu günler bekliyor. 

Burada, ancak, demem lazım. ABD’yle Türkiye arasında çok derin gibi görünen ilk kriz değil bu. Geçmişte de pek çokları yaşandı. İnce diplomatik hamlelerle krizlerin üstesinden gelindi ve iki ülke NATO müttefiki de olduklarını unutmadan, inişi çıkışlı da olsa ilişkilerini sürdürmeyi başardılar. Tabii bugün bu ilişkileri rayından çıkarmamak, ekseninden kaydırmamak da iki ülkedeki siyasi liderlere düşüyor. Ama Washington ve Ankara’da bu siyasi iradeyi gösterecek beceri ve sabır var mı? Zaman içinde göreceğiz. 

Konuyu konuştuğum yılların dostu, Amerikalı gazeteci arkadaşlarımdan David Judson ilginç değerlendirmelerde bulundu. Yıllarını Türkiye’de geçiren, Türkçeyi herhangi İstanbullu bir Türk gibi konuşan, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlamış olan David Judson son gelişmelerle ilgili ne düşündüğünü sorduğumda şu ilginç analizi yaptı

“Leyla, ne olmasını beklersin? Bir kere Türk medyasına, üstünde günlerce konuşup, yazıp duracağı bir konu çıktı. Cumhurbaşkanı da olayı anlaşılır biçimde büyütecek ve kamuoyunu uzun zaman bununla oyalayacak. Ermenistan Ulusal Meclisi’ne bu vesileyle dışardan biraz daha para toplamak için fırsat çıktı. Hill and Knowlton gibi halkla ilişkiler şirketleri de Türk Hükümeti’nden daha nice 5 milyon dolarcıklar alacaklar.  Muhtemelen de Türkiye’de yaşayan, yaklaşık 60 bin Ermeni kökenli vatandaşın hayatı daha da zorlaşacak.” 

HALKLA İLİŞKİLER ŞİRKETLERİ HAZIRDA BEKLİYOR

Arkadaşım David Judson’ın sözlerinden yola çıkarak anlatmaya devam edeyim. Ankara’nın Washington’la ilişkilerinde sıklıkla baş vurduğu bir yöntem var. O da halkla ilişkiler. Özellikle Ermeni soykırım tasarısının Kongre’de kabul edilmemesi için Ankara geçmişte halkla ilişkiler şirketlerine on milyonlarca dolar para ödedi. Ayrıca bu iş için meccanen çalışan kanaat önderleri ve tanınmış isimler de devreye giriyordu. Onların başında geçen yıl ölen Yahudi iş adamı Jak Kamhi vardı. 

Soykırım tasarısının engellenmesi için her 24 Nisan öncesi halkla ilişkiler şirketleri ve Washington’la New York’taki Yahudi lobilerini Ankara’nın tezlerini savunmaları için faaliyete geçirmek alışkanlık haline gelmişti. Bildiğim kadarıyla Mavi Marmara gemisi olayının ardından Yahudi lobileri Ermeni soykırımı konusundan uzak durmayı tercih etti. Anlaşıldığı kadarıyla bundan sonra halkla ilişkiler şirketlerine daha çok para ve daha çok iş düşecek.

Son bir söz. Bir önceki yazımdaki uyarımı tekrar ediyorum. Böyle bir karar çıktığı diye ülkemizin has evlatları olan Ermeni kökenli vatandaşlarımıza zinhar misilleme yapmaya kalkışmayalım; onları Amerika’da gelişen olaylara karşılık rehine durumuna düşürmeyelim. 6-7 Eylül 1955’te, serseri, çapulcu sürüsünün sebep olduğu felaketi akıldan çıkarmadan lütfen temkini elden bırakmayalım. Siyasette, özellikle uluslararası siyasette duygusallığın yeri yok. Önemli olan akıl kullanmak. 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar