Yusuf Kanlı

Yusuf Kanlı


Bir Pazar günü ıssız bir şehirde

Bir Pazar günü ıssız bir şehirde

Pazar öğleye doğru Edam sokaklarını arşınlıyoruz. Derler ya, in cin top oynuyor sanki. Sokaklar bomboş, dükkanlar kapalı.
Refah toplumu olmak böyle bir şey herhalde.


Benzer bir durumu Oslo’da da yaşamıştım birkaç sene önce. Koca şehirde sanki üç beş kişi yaşıyormuş gibiydi. Taksi bulmak imkansız, belediye otobüsüne bineceğiz, biletimiz yok. “Cezalı olarak fazla da isteseler nakit veririz” deyip bindik birisine.
Tatilini Türkiye’de beş yıldızlı bir otelde geçirmiş şoför Norman bir süre önce.
Gözleri parladı, tabii bizi gördüğünden değil tatil anıları gelmiştir gözünün önüne herhalde. “Bendensiniz” deyip, bozuk paraları kumbaraya boca etti. Düşündüm bir an, bizde olsa kaç belediye şoförü veya bir yerdeki giriş görevlisi birisine kıyak çektiğinde bilet ücretini kendisi ödüyordur diye.


Bozuk bir İngilizce ile Türkiye’yi ne kadar çok sevdiğini, ilk fırsatta tekrar gideceğini, kendisini orada kral gibi hissettiğini falan söyledi.
Yıllar sonra o seyahati hatırlayınca birden üşüdüğümü hissettim. Ama hava güneş pırıl pırıl, hava sıcaklığı neredeyse Akdeniz gibi, rüzgar falan yoktu.
Hayat yoldaşım Aydan’a döndüm. “Sanki Oslo’da gibi değil mi?” dedim ve ekledim “O 1 Mayıs sabahının soğuğunu ve o sabah karşılaştığım şoför Norman’ı hatırladım bir anda…”
“Evet, ne soğuktu ama, sanki burnumuz düşecekti” dedi.


Zar zor bir açık dükkan bulduk. Zorla para harcadık yani, Edam peyniri aldık. Sanki Amsterdam’da bulamazmışız gibi… Kafa işte! Saçmalamak bazen gayet doğal gelir insana. Edam’a gidildiyse açık dükkan bulunacak, meşhur Edam peyniri alınacak…
1780’en beri devam eden bir firma Edam peynirini üreten şirket. Bizim peynir aldığımız dükkan ise 1974’de açılmış. Hem şirketin tarihiyle, hem de kendi tarihiyle övündü dükkan sahibi.
Kaç firmamız var bir asrı geride bırakan? Kaç ürünümüz var dünyada marka haline gelen?
Kafaya koyduk ya, küçücük Edam kasabası sanki devasa bir yere dönüştü. Yürüdük sokaklar boyu, kanallar boyu. kahve içecek bir açık dükkan ya da yemek yiyeceğimiz bir yer aradık durduk. Tam umudumuzu kesmiş, araba parkına gidip Edam’dan ayrılalım derken ilerideki bir sokaktan insan sesleri geldiğini duyunca ümitlendik. Gördüğüm, bir dükkanın önünde üç erkek v e bir kadın müşteri, diğerinde ise iki kadın müşteri sokağa, kaldırıma kondurulmuş masalarda koyu bir sohbette idiler.
Yanılmışız. Haftalık temizliği yapmış iki komşu kafe işletmesi, sandalyeleri güneşe atmışlar sohbet ediyorlarmış.


Birisine girdik. “Servis var mı?” diye sorduk. Bir yandan kapı önündeki arkadaşlarına soğuk beyaz şarap servisi yapmakta olan ve bizim bir masaya oturmamızdan da fazla heyecanlanmayan garson diye kabul ettiğimiz arkadaş, “Sadece soğuk içecekler, kahve, çay yapamıyoruz” dedi. Ne lüks hayat değil mi?
Neyse ki Edam’dan önce bir balıkçı köyünden tatil kasabasına dönüşmüş Volendam’a uğramış, deniz kıyısında şahane bir balık-patates yemiştik, yoksa resmen aç kalacaktık akşam Amsterdam’a dönünceye kadar.
Volendam, renkli ahşap evleri ve deniz ürünleri dükkanlarıyla kaplı limanındaki eski balıkçı tekneleri ile ünlü bir kasaba. Hollanda’ya yolu düşenlere tavsiye ederim.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar