Oğuz Büber – Muhalif Analiz
San Francisco, Salı günü tarihi bir adım atarak, yetkililerin Amerikalıların sağlığı üzerinde büyük tahribat yarattığını savunduğu aşırı işlenmiş atıştırmalıklar ve içecekler nedeniyle gıda üreticilerine dava açan ilk yönetim oldu.
San Francisco'nun davası; Kraft Heinz Company, Mondelez International, Post Holdings, The Coca-Cola Company, PepsiCo, General Mills, Nestle USA, Kellogg, Mars Incorporated ve Conagra Brands gibi, yoğun işlem görmüş gıdalarıyla bilinen en popüler 10 gıda üreticisini hedef alıyor. Dava, gıda endüstrisinin ürünlerinin insanları hasta ettiğini bildiğini ancak kârı maksimize etmek için bu bağımlılık yapıcı gıdaları pazarlamaya devam ettiğini savunuyor.

Dava, herhangi bir ürünün satışının yasaklanmasını talep etmiyor; bunun yerine şirketlerin, şehrin "yanıltıcı pazarlama" olarak tanımladığı ve özellikle Siyah ve Latin topluluklarındaki çocukları hedef alan uygulamalarını sürdürmesini yasaklayan eyalet çapında bir karar çıkartılmasını istiyor. Şehir yönetimi ayrıca, yetkililerin bir halk sağlığı krizi olarak adlandırdığı bu durumu hafifletmek için şirketlerin belirsiz miktarda bir tazminat ödemesini talep ediyor.
Bu dava, 1990'larda eyaletlerin sigaraya bağlı hastalıkların tedavisinden kaynaklanan milyarlarca dolarlık sağlık masraflarını geri almak için büyük tütün şirketlerine karşı verdiği hukuk mücadelelerini andırıyor. O mücadele, eyaletlere fon sağlayan ve aynı zamanda tütün reklamlarını, pazarlamasını ve promosyonlarını kısıtlayan kapsamlı bir uzlaşma anlaşmasıyla (master settlement agreement) sona ermişti.
San Francisco Şehir Savcısı David Chiu, Philip Morris ve R.J. Reynolds dahil olmak üzere tütün şirketlerinin 1980'lerde büyük gıda şirketlerini satın aldığını ve bir zamanlar insanlara bağımlılık yapıcı sigaraları aldırmak için kullandıkları pazarlama tekniklerinin aynısını, şimdi çok lezzetli ama aynı zamanda genellikle sağlıksız olan gıdaları satmak için kullandıklarını belirtti.

Salı günü düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Chiu, "Tütün endüstrisi gibi, ürünlerinin insanları çok hasta ettiğini biliyorlardı ama gerçeği halktan sakladılar, sayısız milyarlar kazandılar ve Amerikalıları sonuçlarla baş başa bıraktılar" dedi. "Doğada bulunmayan, yapay kimyasalların endüstriyel süreçlerle birleştirilmesiyle yaratılan gıdalardan bahsediyoruz."
"En kötü suçluların birkaçını tam burada görebilirsiniz," diyen Chiu, birçok Amerikalının favorisi olan Oreos, çilek aromalı Cheerios, Lunchables, Hot Pockets ve Cheetos gibi temel atıştırmalıklardan örnek verdi.
Davada adı geçen şirketler, yorum taleplerine hemen yanıt vermedi.
Davada adı geçen birçok şirketi temsil eden bir ticaret örgütü olan Tüketici Markaları Birliği (The Consumer Brands Association), yaptığı açıklamada aşırı işlenmiş gıdaların evrensel bir bilimsel tanımının bulunmadığını belirtti.
Ürün politikalarından sorumlu kıdemli başkan yardımcısı Sarah Gallo, bir medya açıklamasında, üreticilerin protein ve lif oranı artırılmış, şeker ve sodyum oranı düşürülmüş ve sentetik renk katkı maddesi içermeyen yeni ürünler sunmaya devam ettiğini söyledi.

Gallo, "Gıdaları sadece işlendiği için sağlıksız olarak sınıflandırmaya çalışmak veya tam besin içeriğini görmezden gelerek gıdayı şeytanlaştırmak, tüketicileri yanıltır ve sağlık eşitsizliklerini artırır," dedi. "Şirketler, tüketicilerin her gün güvendiği güvenli, uygun fiyatlı ve pratik ürünler sunmak için FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) tarafından belirlenen titiz, kanıta dayalı güvenlik standartlarına uymaktadır. Amerikalılar, sağlıkları için en iyi seçimleri yapabilmek adına sağlam bilime dayalı gerçekleri hak ediyor."
Market raflarındaki aşırı işlenmiş gıdaların payı 1980'ler ve 1990'larda çarpıcı bir şekilde arttı. Araştırmacılara göre, şu anda ABD gıda arzının yaklaşık %70'i, çoğu şeker, tuz, yağ ve yapay renklendiriciler veya koruyucular gibi bol miktarda ek bileşen içeren aşırı işlenmiş gıdalardan oluşuyor. Dondurulmuş yemekler, alkolsüz içecekler, sosisli sandviçler, paketlenmiş kurabiyeler, kekler ve cips gibi tuzlu atıştırmalıklar bu kategoriye giriyor.
Yale Halk Sağlığı Okulu'na göre tüm aşırı işlenmiş gıdalar doğası gereği sağlıksız değil; okul, tam tahıllı ekmekler ve yoğurtlar gibi bu kategoriye giren bazı gıdaların kronik hastalık riskinin daha düşük olmasıyla ilişkilendirildiğini belirtiyor.

San Francisco, dava dosyasında, bugün marketlerde bulunan ürün çeşitliliğinin "tüketici seçimi illüzyonu verdiğini" ancak Amerikalıların büyük ölçüde "kendilerini hasta eden kimyasalların farklı konfigürasyonları" arasında seçim yapmaya zorlandığını savunuyor.
San Francisco'daki bu dava, aslında küresel bir uyanışın parçası; ancak Türkiye perspektifinden baktığımızda durum hem benzerlikler gösteriyor hem de ekonomik ve kültürel dinamiklerimizden dolayı çok daha karmaşık ve ne yazık ki daha vahim bir tablo çiziyor.
Avrupa'nın Obezite Lideri: Türkiye
Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) raporlarına göre Türkiye, Avrupa'da obezite oranlarında ne yazık ki zirvede yer alıyor. San Francisco'daki davanın temel argümanı olan "hastalık yaratan gıda sistemi", Türkiye'de çoktan bir halk sağlığı krizine dönüşmüş durumda.
Diyabet ve Kalp Hastalıkları: Şeker ve tansiyon hastası sayısındaki patlama, sadece genetikle açıklanamaz. Tıpkı davada bahsedildiği gibi, paketli gıdaların kolay ulaşılabilirliği ve "bağımlılık yapıcı" tasarımları burada başrol oynuyor.
"Gıda Enflasyonu" ve Zorunlu Tercihler
San Francisco davasında, yetkililer bu gıdaların "daha ucuz" olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye'de bu durum, yüksek gıda enflasyonu nedeniyle bir "tercih"ten çıkıp "zorunluluk" haline geldi.
Protein vs. Karbonhidrat: Taze sebze, meyve ve et fiyatlarının artmasıyla birlikte, dar gelirli aileler (ve özellikle öğrenciler), karın doyurmak için mecburen endüstriyel, paketli, karbonhidrat ve yağ ağırlıklı gıdalara yöneliyor.
İllüzyon: Marketteki o "renkli ve ucuz" raflar, aslında yoksulluğun gizlendiği yerler haline geldi. 100 gram ceviz almak lüks olurken, aynı fiyata dev boy paketli cips veya bisküvi alınabiliyor.

Mevzuat ve Uygulama Arasındaki Uçurum (RTÜK ve Bakanlıklar)
Reklam Yasakları: Türkiye'de çocuk programlarında "abur cubur" reklamlarına dair kısıtlamalar getirildi (Kırmızı kategori uygulaması). Ancak dijital platformlarda, YouTube içeriklerinde veya çocukların izlediği "genel izleyici" kuşaklarında bu ürünlerin pazarlaması tüm hızıyla sürüyor.
Okul Gıdası Logosu: Okul kantinlerinde satılan ürünler için getirilen "Okul Gıdası" logosu uygulaması ve kantin yasakları kağıt üzerinde çok doğru adımlardı. Ancak denetim yetersizliği ve kantin işletmecilerinin kâr kaygısı nedeniyle, çoğu okulda hala "gizli" veya açık şekilde, San Francisco'nun "suçlu" ilan ettiği türden ürünler satılıyor.
Bize Özgü Bir Sorun: “Taklit ve Tağşiş”
ABD'deki sorun "aşırı işlenmiş" gıda iken, Türkiye'de buna ek olarak bir de "hileli gıda" sorunu var. Tarım ve Orman Bakanlığı'nın ifşa listelerinde gördüğümüz üzere; maliyeti düşürmek için ürünlerin içine gıda kodeksine aykırı maddeler (tekstil boyası, ilaç etken maddeleri vb.) karıştırılabiliyor. Yani biz bazen sadece "aşırı şekerli" yediğimizi sanırken, aslında ne olduğu belirsiz kimyasallar da tüketiyoruz.
Geleneksel Mutfaktan Kopuş
Giresun gibi yerel mutfağı ve doğal ürünleri (fındık, karalahana vb.) güçlü olan bölgelerde bile, yeni nesil çocuklar "yöresel ve sağlıklı" olanı değil, "paketli ve popüler" olanı tercih ediyor. Bu, sadece bir beslenme sorunu değil, aynı zamanda bir kültürel erozyon. Yerel üreticinin fındığı değer bulamazken, içinde fındık aroması ve bolca şeker olan bir gofret yok satıyor.