İstanbul
Parçalı bulutlu
14°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5354 %0.07
49,5729 %-0.06
5.746,23 % -0,12
89.743,13 %-3.068
Ara

Bir yobaz bir yobaza gel seninle beraber yobazlık yapalım demiş

YAYINLAMA:
Bir yobaz bir yobaza gel seninle beraber yobazlık yapalım demiş

İran-İsrail savaşının teknik ayrıntıları üzerinde duracak değilim. Zaten tüm televizyonlarda “çarıklı erkan-ı harpler”e taş çıkartacak “sırıklı erkan-ı harpler”, şuraya bomba düştü buraya bomba düşmedi türünden ajans haberleriyle her türlü derin (!) analizi saat başı yapmaktalar.

Ben bu savaşı niçin iki tarafın da kaybettiğine ilişkin iki anıyla yetineceğim.

Birincisi İsrail’den.

Arena editörü olduğum 1990’lı yıllarda, sonradan ödül alan bir haber için Tel Aviv’deyim. Şehrin içinde bir yerden bir yere giderken Doğu Avrupa kökenli olduğunu öğrendiğim şoförle İngilizce sohbet ediyoruz. Uyanık, efendi, ilerici bir adam. Aylardan Temmuz. Tenha bir mahalleden geçerken, resim çekmek için durmasını rica ediyorum.

“Sakın ha!” diyor. “Dayak yersiniz!”

“Ama niye? Yabancı olduğum için mi?”

“Hayır. Gömleğinizin kolları kısa olduğu için. Burası en sofu yahudilerin yaşadığı semt. Kısa kollu gömleğe kızarlar, sataşırlar.”

Tabii, arabadan inmedim, ama sordum:

“Bu çağda böyle bir yobazlık nasıl olabiliyor? Onlarla konuşmuyor musunuz?”

Şoför gülümsedi:

“Bakın şu karşıdaki duvarı görüyor musunuz?”

“Evet.”

“Onunla konuşabilirsiniz, ama bunlarla konuşamazsınız!”

İşte bu duvar kafalı adamların zihniyeti şimdi iktidarda. Dünya umurlarında değil. Günlük kan istihkakları olarak şu kadar bin masum bebek kanı içip öldürmeye devam ediyorlar…

AHLAK POLİSİ

Geçiyoruz İran’a. O olaydan 10 yıl kadar sonra, bir gezi sırasında, İsfahan’dayız. Dünyanın en güzel kentleri arasında anılan koca kentin ortasından geçen ırmak kurumuş. Ama kemerli köprüler hala yerinde duruyor. Hayranlıkla onları seyrederken geleneksel siyah mantolu, saçlarının ufak bir kısmı görünen uzun boylu bir kadın İngilizce soruyor:

“Nerelisiniz? İstanbullu mu?”

Türkçe konuştuğumuzu anlamış.

“Evet, İstanbul’danız. Ben gazeteciyim.”

Yüzü aydınlanıyor.

“Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı kitabını okudunuz mu? Bizim buraları anlatmış sanki. Hele o kitaptaki ince mizah duygusu.”

O kitabı okumadığımı ama, Kara Kitap ve Yeni Bir Hayat’ı okuduğumu, söylüyorum. Orhan Pamuk üzerine sohbete dalıyoruz. O Farsça ve İngilizce tüm kitaplarını almış. Londra’da okula gitmiş, bilgisayar mühendisiymiş ama edebiyata meraklıymış. Konuşacağımız o kadar çok şey var ki.

Çevreme bakıyorum. İlerde gazino-kahve türünden yerler var.

Onu davet etsem, bir kahve içsek, edebiyattan konuşsak, roman sanatının geleceği olup olmadığından söz etsek…

Ama çekiniyorum. Çünkü burası İran, çeyrek yüzyıldır yobazların idaresi altında. Kadınların evli olmadıkları erkeklerle bir yerde kahve içmesini engelleyecek hatta hapse attıracak kanunları, ahlak polisleri var. Ne olur ne olmaz…

Sohbetimiz kısa kesiliyor.

NEREDEN NEREYE

Ne büyük gerileme…. İbni-i Sina’nın, Ömer Hayyam’ın, Hafız’ın ülkesi, şimdi kadınlarının kimlerle konuştuğunu takip ediyor ama en iyi koruması gereken insanları, Genel Kurmay Başkanı’nı, komutanlarını, nükleer uzmanlarını tüm uyarılarına rağmen koruyamıyor.

Yobazlık içerden yiyip bitirmiştir: Böyle bir devlet olamaz!

Ya İsrail? Yeryüzündeki hemen tüm özgürlükçü düşüncelerinin üreticisi bir soydan gelenler için sığınak olarak kurulmuş olan ülke? Marx’ın, Freud’un Einstein’ın, Arendt’in torunları… Yaşadıkları büyük Holokost felaketinden sonra barışın, demokrasinin, dayanışmanın karargahı olacağı hayal edilen yer…

Şimdi tekno-canavarlığın ileri karakolu…

Her ikisinde de yobazlık yenilgiyi hak ediyor! Aslında yenilen insanlıktır!

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *