Ergenlerin Covid-19 Salgını döneminde yaşadıkları

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
Ergenlerin Covid-19 Salgını döneminde yaşadıkları
Abone ol
Birçok genç ergenlik dönemini belirsizlik, zorluk ve eşitsizlik içeren salgın döneminde geçirdi. Bu dönem ergenler için sosyal, duygusal güçlüklerle mücadeleye neden oldu. Salgının etkileri bugün hala geçmiş değil ve bu gençleri etkilemeye devam ediyor.

ERG Araştırmacısı Umay Aktaş Salman tarafından ele alınan yazı şu şekilde:

Sadece onlar değil, ergenliğini salgında geçiren pek çok çocuk ve genç, salgının yarattığı sosyal, duygusal güçlüklerle mücadele ediyor. COVID-19 salgını üçüncü yılına doğru ilerlerken gençlerin iyi olma hâlini etkilemeye devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün ergen olarak tanımladığı 10-19 yaş aralığındaki bireyler, ergenliklerinin bir kısmını salgında geçirdiler. Sınıflarına yeniden adım attıklarında ise hem fiziksel hem de duygusal olarak bambaşka kişilerdi. Gençlerin deyişiyle okul kaldığı yerden devam ediyor ama onlar kaldıkları yerde değiller. 

Krizlerin ruh sağlığına etkileri 

Çeşitli araştırmalar, geçmiş krizlerin gençlerin ruh sağlığı üzerindeki etkisini ortaya koyuyor. UNICEF, Mind Matter- Lessons from past crises for child and adolescent mental health during COVID-19 raporunda Ebola, HIV, SARS/MERS ve Zika gibi geçmiş salgın hastalıkların çocuk ve ergenlerin ruh sağlığı, psikososyal refahı açısından etkilerini inceliyor. Raporda, krizlerin kaygı ve depresyon, travma, aile ve arkadaş çevresinde kayıplar, şiddete maruz kalma, yalnızlık, sosyal izolasyon ve uyku bozukluğu gibi etkilerinin olabileceği anlatılıyor. 

UNICEF’in “The State of the World’s Children 2021; On My Mind: promoting, protecting and caring for children’s mental health” raporundaysa gençlerin COVID-19 salgınından önce de ruh sağlıklarıyla ilgili sorunlar yaşadığı belirtiliyor. Raporda dünya çapında 10-19 yaş arası 7 ergenden en az 1’inin, teşhis edilmiş bir ruhsal rahatsızlıkla yaşadığı hatırlatılıyor. Buna rağmen, ruh sağlığı ihtiyaçları ve ruh sağlığına yönelik kaynak aktarımı arasında büyük bir uçurum var. Dünya genelinde kamu sağlık bütçelerinin yaklaşık yüzde 2’sinin ruh sağlığı harcamalarına ayrıldığını ortaya koyan raporunda UNICEF, COVID-19’un çocukların ve gençlerin ruh sağlığı ve iyi olma hâllerine olan etkisinin, uzun yıllar boyunca hissedebileceğine dikkat çekiyor.

Gençler anlatıyor 

Peki gençler ergenliklerini salgında yaşarken neler hissediyor, neler deneyimliyorlar? Ruh sağlıkları, çevrelerinden, koşullarından nasıl etkileniyor? Salgının onlarda yarattığı izler neler oldu? Bunların üstesinden nasıl geliyorlar? Ergenlik çağındaki gençlerin salgın sırasında yaşadıklarını daha yakından anlamak için farklı sosyoekonomik koşullara sahip, farklı illerden ve okul türlerinden 7-12. sınıf arasındaki öğrencilerle ve üniversiteli gençlerle görüşerek yaşadıklarını onlardan dinlemek, deneyimlerini ve ihtiyaçlarını görünür kılmak istedik.

Ergenlik fiziksel ayrışmanın, bireyselleşme ihtiyacının ön plana çıktığı, bireyin kendini keşfettiği, yaşamla ilgili sorularının yoğun olduğu, hem beyin gelişimi hem de fiziksel ve duygusal gelişim için önemli bir dönem. Aileden ayrışma ihtiyacının, arkadaşlarla ilişkilerin arttığı bu dönemde gençler, eve kapanmak zorunda kaldılar. Kendi alanları olan okuldan, arkadaşlarından uzakta uzun bir dönem geçirdiler. Evde kendine ait alanları olmayan ya da ailevi sorunlar yaşayan gençler için bu süreç daha da zorlu geçti. 

Ev içi çatışmaların ortasında ergenlik 

Onlardan biri Kırklareli’nde Anadolu lisesine giden 11. sınıf öğrencisi E.B. Salgın başladığında 9. sınıfta olan, kendi deyişiyle ergenliğinin zirvesindeyken dört kişilik ailesiyle birlikte karantinaya giren E.B. hissettiklerini şöyle anlatıyor:

"Daha önce de ebeveynlerim arasında anlaşmazlıklar vardı. Hepimiz bütün gün evdeydik. Bu sorunlar daha arttı. Evin içinde bu sorunlardan kaçma şansınız da yok. Konuşulmayınca çözülmüyor da. Depresifliğim arttı. Evde odamdaydım. Boğuluyordum. Uyanıyordum ‘Biri beni kurtarsın, kendi başıma yapamam’ diye düşünüyordum. 9. sınıfı uzaktan eğitimle bitirdik. 10. sınıfın çoğu da öyle geçti. Sadece öğrencilerle temasta bulunan, ‘Nasılsınız?’ diye soran öğretmenlerin derslerine online bağlanıyordum. Resmen hiçbir şeye hevesim yoktu."

“Rehber öğretmen akademik program hazırladı, bir daha gitmedim”

"Kendi kendime toparlanamayacağımı fark edince psikoloğa gitmek istedim. Aileme ‘Rehber öğretmen dikkat eksikliğim olduğunu söyledi. Beni psikoloğa mı götürseniz acaba?’ dedim. Aslında onlar arasındaki sorunlar yüzünden böyleydim ve rehber öğretmen böyle bir şey dememişti. Ancak onlara bu bahaneyle söyledim. ‘Olabilir’ dediler ama üstüne düşmediler. ‘Sen psikolog araştır’ dediler. Aslında annem gitmemi ister ama maddi imkânlar da el vermiyor. Büyüyünce bir şekilde kendimi o terapi odasına sokacağım. Kendime o iyiliği yapacağım. Okulda bir ara da dersimize rehber öğretmen geldi. ‘Konuşmak isteyen gelsin’ dedi. Gittim ben de. Ben bir şey anlatıyorum, o anlamaktan çok avutuyor gibi geldi. Zaten hemen akademik tarafa kaydı, ders programı hazırladı. Bir daha gitmedim."

Okula dönmek komadan uyanmak gibi 

E.B. yazmayı sevdiği için duygularını hikâye yazarak ifade etmeye başladığını, evde dans öğrenmeye çalıştığını ve bunların kendine iyi geldiğini söylüyor. Tamamen yüz yüze eğitime dönüldüğünde ise kendisi için her şeyin daha kolaylaştığını anlatıyor. 11. sınıf olarak okula döndüğünde kendini komadan uyanmış gibi hissettiğini anlatıyor:

"İlk ders edebiyattı. Pat diye derse girdi öğretmen. Hâlâ üzerimde pandemiden kalma izler var. O kadar uzun süre kapalı kaldık ki, salgın bitince nasıl çıkacağım insanların içine diye düşünüyordum. Bedenime güvenmeyen bir insanım. Senenin başlarında sabahları okula giderken kalabalık olmayan sokaklardan gidiyordum. İnsanlar beni görsün istemiyordum. Alıştım ama sonra. Son iki yılda boş verdim pek çok şeyi, dersleri de. Sonra bazı anlarda, geleceğimi düşündüğümde, ‘derslerden de çok geri kaldım, ne yapacağım’ diye kaygılandım. Her duyguyu yaşadım. Okulda insanların birbirinin suratına bakacağı, duygularını anlayacağı şeyler yapılsa keşke. Okulda daha fazla sosyal aktiviteler yapılabilse... İhtiyacımız var."

“İki yıl içinde babamın yaşlandığını gördüm”

Ailesinin desteğini alabilen bazı gençler ise yaşadığı sıkıntıları daha rahat atlatabildi. Bunlardan biri 11. sınıf öğrencisi S.N.İ. pandemiden nasıl etkilendiğini, neler hissettiğini şöyle anlatıyor:

"Ailemle daha fazla yakınlaştık. Bazen bu sürekli birliktelik hâli soruna neden olsa da, birbirimize hep destek olabildik. Babamın işi uzun bir süre kesintiye uğradı. Bu durum onu çok etkiledi. Kredi çektik geçinebilmek için. Tek geçim kaynağımız babamın maaşıydı çünkü. Babamın yaşlandığını gördüm, iki yılda saçları beyazladı. ‘Nasıl olacak böyle uzaktan eğitimle? Ben ileride nasıl bir üniversite kazanacağım? Hayat hep böyle garipleşecek mi? gibi sorular kafamdaydı. Uyuyamıyordum, nefesim kesiliyordu. Anksiyetem olduğunu düşündüm. Sonra ailem de destek oldu, bu kaygılarımı yönetebildim."

“Normal bir süreç yaşamadık, normalleştirilmesi sinirimi bozdu”

"Salgın başladığında 9. sınıftaydım ve o zamana kadar lise hayatımı şöyle düşünmüştüm: 9. sınıfta birbirimize alışma dönemi, 10. sınıfta gezip vakit geçireceğiz, 11-12. sınıfta da sınava çalışacağız. Ama birbirimize alışma dönemini tamamlayamadık, birlikte hiç vakit geçirip gezemedik. Salgının asla bitmeyeceği düşüncesine kapıldım. Okula dönünce de, bir anda çok aç bir köpeği yemeğin üstüne salmışlar gibi hissettim. Odaklanamıyorum okula, yaşayamadıklarımı yaşamak istiyorum. Okula döndüğümüzde dersler başladı. Nasılsınız, neler yaşadınız?’ diyen o kadar azdı ki… İlgilenilmek istiyorduk. Normal bir süreç yaşamadık, bunun normalleştirilmesi sinirlerimi bozdu. Nasıl bir anda sınavlara ve derslere adapte olalım? Çok ağır geldi bu durum. 20. dakikadan sonra dersi takip edemiyorum hâlâ. Uzaktan eğitimde dersteyken elinde cep telefonum da olurdu. Telefonumu çok arıyorum oyalanmak için. Pek çok derste ‘10. sınıfta görmüştünüz’ diyorlar hocalarımız ama hiçbirimiz hatırlamıyoruz. Eksiklerimiz de çok."

“Okulda biraz eğlensek bir şey olmaz”

Sadece kendisinde değil okuldaki diğer öğrencilerde de salgının yarattığı etkilerin devam ettiğini söylüyor S.N.İ.:

"Mesela 9. sınıfların okulda çok zorlandığını görüyorum. Disiplin açısından da zorlanıyorlar. Herkes salgında içine kapanmış. Hepimize birlikte bir şey yapma düşüncesi yabancı geldi önceleri. Geçtiğimiz aylarda fotoğraf çekimi oldu. Maskelerimizi çıkarmamızı istediler. Herkes çıkardı ama çok gerildi. Hastalık kaygısıyla değildi bu gerginlik. ‘Herkes benim yüzümü görüyor’ gerginliğiydi. Maske saklanmamıza da yarıyor çünkü. Okulda eskiden ip atlama günleri, kutlamalar olurdu, şimdi onlar da yok. Maksimum etkinlik kermes. Geçenlerde özel bir gün için okulda kostüm giyip dolaştım. Çok eğlendik. 9 ve 10’ların eğlenme ihtiyacını gördüm. Okulda biraz eğlensek bir şey olmaz. Hatta daha iyi olur."

Kapsayıcılığın uzağındaki mülteci gençler 

S.N.İ’nin kendi okulunda 9. sınıfların daha çok zorlandığı gözlemi, aslında pek çok 9. sınıf için geçerli. Görüşme yaptığımız öğretmenler de salgın başladığında 7. sınıf olan gençlerin ortaokul hayatının 1,5 yılını tam yaşayamadan liseye başlamalarının onları hem sosyal-duygusal açıdan hem de akademik açıdan zorladığını sık sık dile getiriyor. Bu süreç bazı 9. sınıf öğrencileri içinse daha da zordu. Okulda yeteri kadar kapsanmayan, ayrımcılığa uğrayan gençlerin kimi için uzaktan eğitim büyük bir boşluk oldu. Onlar için okula dönmek hem akademik hem de duygusal açıdan eskisinden de zordu. İstanbul’da yaşayan 9. sınıf öğrencisi E.S. onlardan biri. Suriye’de ilkokula başlamıştı. Türkiye’de ilkokula ve ortaokula devam etti. 7. sınıftayken salgın başladı. Altı kişilik ailesi herkes gibi eve kapandı. Evde sıkıldığını ama okulu özlemediğini anlatıyor:

“Salgından önce de arkadaşım yoktu”

"Annemin telefonundan 12 ve 10 yaşındaki kardeşlerimle ara ara, sırayla uzaktan eğitime bağlanmaya çalıştık. 5 yaşındaki kardeşim zaten okula gitmiyordu. Kendi kendime ders çalışmaya çalıştım, evde kardeşlerimle oynadım. Okulu özlemedim. Arkadaşlarım beni oyuna almıyordu. Benimle oynamak istemiyorlardı. Salgında sıkıldım ama çok etkilenmedim çünkü önceden de arkadaşım yoktu. 8. sınıfta LGS’ye girdim. Bir gece önce hiç uyumadım. ‘Ne yapacağım?’ diye korktum. Kazanamadım zaten. İmam hatip lisesine başladım daha sonra. Hayata Destek Derneği servis masraflarında destek olunca liseye gidebildim. Liseye başlayınca kaygılandım. 1,5 senedir okula gitmiyordum, acaba diğer okulumdaki gibi mi yapacaktı bu okuldaki öğrenciler de? Sınıfa gittim, arkadaşlarım çok iyiydi. İlkokulda Türkçeyi öğrendiğim için, anlatabiliyor muyum, anlaşılıyor mu diye utanıyorum. Şimdi de okulda sohbet ederken çekiniyorum. Yanlış mı söyledim, doğru mu çekiniyorum. Pek dışarı da çıkmam. Biri benim canımı sıkar diye düşünüyorum. Aslında insanlarla konuşabilsem daha iyi olacak."

Sadece E.S. değil, mülteci gençlerin pek çoğu okula dönüşte aynı kaygıyı yaşadı. Mülteci gençlerin yaşadığı sorunlar salgında daha da arttı. Salgından önce olduğu gibi salgın sırasında da mülteci destek programları yürüten Hayata Destek Derneği’nin Şanlıurfa Viranşehir ofisinde çalışan Psikososyal Destek Ekip Sorumlusu Ayşe Eriş, gözlemlerini şöyle anlatıyor: 

"Yoksulluk daha da arttı. Çocuklar ve gençler salgından önce toplum merkezlerinin şikâyet mekanizmalarını kullanıyorlardı. Salgında bunları kullanamadılar, hak kaybına uğradıkları zaman başvurabilecekleri yerlerden uzak kaldılar. Oğlanlar, salgın sürecinde çalıştırıldılar. İnternet bağlantısı, telefon, tablet olmadığı için ya da bir telefonu birden fazla kişi kullanmak zorunda kaldığı için mülteci çocukların ve gençlerin yüzde 80’i uzaktan eğitime erişemedi. Salgın sonrasında okul terki arttı. Kız çocukları için özellikle erken yaşta zorla evlendirilmeler oldu. Akran zorbalığı ve ayrımcılıkla daha fazla karşılaşmaya başladık. Uzaktan eğitime erişen ama okullar açılınca devam etmek istemeyenlerle karşılaştık. ‘Okula gitmek istemiyorum. Derslerden geri kaldım, arkadaşlarım alay edecek, öğretmen kızacak’ diyenler oldu."

Zorbalıktan uzakta ergenlik 

Ergenliğini okuldan uzakta geçirmek her genç için zorlayıcı olmadı. Okulda akran zorbalığına maruz kalan bazı gençler, derslerin uzaktan olmasının daha iyi olduğunu söylüyorlar. Ancak onlar için de yüz yüze eğitime dönmek pek kolay olmadı. Adana’da yaşayan 12. sınıf öğrencisi G.A. uzaktan eğitimi verimli geçirdiğini, dersleri hiç kaçırmadığını ve daha aktif olduğunu anlatıyor:

"Ergenlik; özgürlük, kuralsızlık, gezmek, tozmak demek. Salgın nedeniyle bunun tam tersi oldu. Zordu. Ama uzaktan eğitim hoşuma gitti, ortalamam bile yükseldi. İnsanın yaşıtları kadar zorbalık yapan yoktur. Akran zorbalığı önceden de yaşıyordum. Uzaktan eğitimde kimse kimseyi görmediği için rahattım. Yalnızlığa da alışmıştım. Okula döndüğümde anksiyete yaşadım. Derslere katılmakta zorlandım. Benimle dalga geçerlerse, rezil olurum diye derslerde konuşamadım. Kendime güvenim yoktu, sorunun cevabı biliyordum ama cevaplayamıyordum. Öğretmenlerim de ‘Böyle değildin’ dedi. Annemle de paylaştım bu durumu. Terapiye gittim, 4 ay devam ettim. Aşabildim bu sorunu. Arkadaşlarımla samimiyet kurmam bir dönemimi aldı."

“Maske gizlendiğimiz kabuğumuz gibi”

"Dış görünüş çoğu yaşıtımın sorunu, benim de sorunum. Güzellik algısından darbe yiyor herkes. Uzaktan eğitimde gözden uzaktık. Döndüğümüzde daha beter oldu. O zaman insanın kendi içindeki zorba da ortaya çıkıyor. Keşke zayıflasaydım, keşke saçımı kesseydim… Kendi kendine ezikleme durumu. Maske kurtarıcı. Kabuğumuz gibi oldu aslında. Suratımızı gizliyor…"

Salgın başladığında 10. sınıf olan G.A. şimdi 12. sınıfta. Yaşadığı süreci zamanda yolculuğa benzetiyor. O da okula dönüşte psikolojik olarak nasıl olduklarının üstünde çok da durulmadığını söylüyor: 

"İlk haftalar maske, mesafe konuşuldu, uyarılar yapıldı, o kadar. ‘Psikolojik olarak nasılsın, ders kayıpları açısından nasılsın?’ diye çok da sorulmadı. Oysa travmatik pek çok durum yaşayan arkadaşlarımız var. Bu yıl keyfi devamsızlıkların arttığını gözlemliyorum. Ben bile yağmurlu günde alarmı kapatıp uyuyorum. Sınıflarımızda birbirinden çok farklı akademik seviyelerde öğrenciler var. Sosyal etkinlikler falan da yok okulda. Eksikliği o kadar belli oluyor ki..."

Zorluklarla başa çıkma becerisi kazananlar 

COVID-19 salgını, destekleyici koşullara sahip olan gençlerin bazılarına da zorluklarla başa çıkma ve esneklik becerileri kazandırdı. Okulda rehberlik desteği alabilen gençler için hem ergenlik hem de salgın biraz daha kolay geçmiş. İstanbul’da yaşayan 8. sınıf öğrencisi T.S.D. ‘Ergenliğimi özgüvenim artarak geçiriyorum’ diyor:

"Annem, babam, kardeşim birbirimize destek olmaya devam ediyoruz. Ailece birbirimize güvenimiz arttı. Uzaktan eğitimi de kendim için lükse çevirdim. Evde kalınan uzun süreçte kendime, araştırma yapmaya vakit ayırdım. Genel kültürümün bu süreçte geliştiğini düşünüyorum. Araştırma yeteneğim de gelişti. Özdisiplinim de arttı. Rehber öğretmenimiz hem online süreçte hem de yüz yüze eğitime tamamen dönüldüğünde bizi destekledi. Okul açıldığında ‘Ne hissediyorsunuz? Neler yaptınız? Kayıplarınız var mı?’ diye sordu. Bu yaşananlar bizi nasıl etkilemeye devam edecek, konuştuk. Duygularımızı ifade etmek, buna alanın olması çok önemli. Keşke daha çok dinlensek; görüşlerimizin, fikirlerimizin dinlendiği ortamlarımız olsa. Duygusal olarak krizlerle nasıl baş edeceğiz? Tüm bunları daha fazla konuşsak, öğrensek…"

Yerel yönetimlerin çalışmaları önemli 

Gençlerle çalışmalar yapan yerel yönetimlerin varlığı da bazı gençler için salgında çok önemli olmuş. İstanbul’da yaşayan 7. sınıf öğrencisi N.G. salgında da gençlere ulaşan Sarıyer Belediyesi Gençlik Merkezi’nin (SAGEM) çalışmalarına katıldığında kendini ifade etme şansı bulduğunu söylüyor.

"Beş kişilik aileyiz. Hayatımın en kötü dönemiydi. Annemin kronik rahatsızlığı vardı. Kaygımız yüksekti. Dışarı çıktığımızda hepimiz annemden uzak durmaya çalışıyorduk. Psikolojik olarak bunalıma girdim. Uzaktan eğitimde çok zorlandım, dersi dinlememe rağmen anlamıyordum. Arkadaşlarımdan uzak olduğum için, motive olamıyordum. SAGEM açık olduğunda hep oraya gittim, online olduğunda da etkinliklere katıldım. Dersler de oldu, atölyeler de. Hepsi de çok eğlenceliydi. Okuldaki derslerde hoca mikrofonu kapatıyordu ama gençlik merkezinde yapılan her etkinlikte konuşuyorduk. Sorularımıza cevap alabiliyorduk. Kendimizi ifade edebiliyorduk."

Salgın başladığında 6. sınıf olan E.A. da şimdi 8. sınıf öğrencisi. O da stresli ve zor geçen salgın sürecinde SAGEM’in çalışmalarından destek gördüğünü söylüyor:

"SAGEM’in çalışmaları online olarak da devam etti. Bazen ders yaptık bazen de rehberlik çalışmaları, atölyeler yapıldı. Senelerdir orası da benim ailem gibi oldu. Hem akademik eksiklerimi kapattım, kaygım azaldı hem de diğer etkinliklere katıldım, özgüvenim arttı. Etkinliklere katılıp soru sordukça kendime güvenim geldi."

Gençlerin tüm bu anlattıkları yerel yönetimlerin çalışmalarının önemini ortaya koyuyor. 

Salgından sonra okula bakış açısı 

Salgın, okul kavramının sorgulanması, eğitim ortamlarının ve içeriğinin yeniden düşülmesi, eğitimin krizlere dayanıklı hâle getirilmesi için önemli bir imkân sundu. Ancak tamamen yüz yüze eğitime dönüldüğünden bu yana “yetişmesi gereken müfredat”, “akademik kayıplar” ve “sınavlar” yine çoğunlukla ön planda. Oysa gençler bu sorgulamayı hâlâ yapıyor. 

“Okul kapanınca ‘Oh!’ dedim” 

Adana’da yaşayan 12. sınıf öğrencisi İ.A., ev hanımı bir annenin ve serbest meslekle uğraşan bir babanın tek çocuğu. Anadolu lisesi öğrencisi İ.A., okulu değil arkadaşlarını özlediğini anlatıyor. Okulun ilgi alanlarından ve yeteneklerinden uzakta olduğunu, herkese zorla aynı şeyi dayattığını söylüyor:

"Okullar kapanınca önce bir ‘Oh!’ dedim. Okulda zorla dayattıkları derslerin yanı sıra felsefeye, mitolojiye, tarihe olan merakıma daha çok vakit ayırabildim. Araştırma yapacak vaktim oldu. Keşke okulda da böyle şeylerden bahsetsek... Eğitim sisteminde herkese, istemediklerini zorla öğretmeye çalışıyorlar. Keşke herkes ilgi alanına göre yönlendirilse... İnsan severek öğrendiği konuda başarılı olabilir. Diğer türlüsü bu yüzden olmuyor. Uzaktan eğitimden ve seyreltilmiş yüz yüze eğitimden sonra 5 gün okul, 40 dakika ders çok fazla geldi. Bu yıl herkeste devamsızlık bir alışkanlık hâline geldi ve arttı zaten; özellikle ilk başlarda. Sonra alışmak zorunda kaldık. Eski düzen kaldığı yerden devam ediyor çünkü. Okulda sanat, spor etkinliği az.12 yıldır öğrenciyim, ‘Ders dışında aktiviteler yapalım’ gibi şeyler neredeyse hiç görmedim. Keşke olsa, isterdim. Salgından önce de hep bu mantıktaydı. Sınav var. Öğrenciler de makine. O sınavı kazanacaksın. O kadar!"

Sınav stresi akademik kayıpların kaygısıyla birleşince 

Uzun süre sosyal çevresinden uzak kalınca sosyalleşme kabiliyetini yitirmiş hissettiğini, kimseyle tanışmak istemediğini, kimseyi dinlemeye sabrının kalmadığını söyleyen A.İ., tüm bunları çok da düşünemeden sınav odaklı sisteme geri dönüşle birlikte akademik kaygılarının ön plana geçtiğini anlatıyor:

"Okulda yetiştirme kurslarına devam ediyorum eksiklerimi kapamak için. İşsiz kalacağım korkusu var. Eşit ağırlık bölümünü seçtim ama isteyerek değil. ‘Hukuk oku’ dediler, aslında tarih okumak ve üniversitede akademik kariyer yapmak isterim.12. sınıfım. Geçmiş 1,5 seneye bakınca akademik olarak çok kaybım var. Büyük ihtimalle üniversite sınavını kazanamayacağım ve mezuna kalacağım. Sınıfım 22 kişi. Aslında 40 kişiydik. Açık liseye geçip dershaneye gidenler var, sınava hazırlanıyorlar. Okulu bırakan arkadaşlarım da çok. Eczanede çırak olan, oto tamirinde, traktör tamirinde çalışan arkadaşlarım var. Akademik anlamda umut görmedi arkadaşlarım kendilerinden, yalnız hissettiler, destek alamadılar."

İstanbul’da yaşayan 11. sınıf öğrencisi S.E.’nin de akademik kaygıları yüksek. 5 kişilik bir ailenin üç çocuğundan biri olan S.E, okula gittiğinde tüm bu yaşananlardan sonra bir gün COVID-19 konuşulduğunu sonra derse geçildiğini, öğretmenlerin de “9 ve 10. sınıf kaybedildi, 11. sınıfı kaybetmeyelim” telaşında olduklarını anlatıyor: 

9. ve 10. sınıfın bilgileri yok bende. Uzaktan eğitime bağlandım ama anlamadım. İleride ne yapacağım kaygısı başladı. Bu arada okul değiştirdim. Yeni okulum daha disiplinliydi. dersleri beynim almıyordu, tembelliğe alışmıştı sanki. Arkadaşlarımı görüyorum, onlar yapabiliyor. ‘Ben neden yapamıyorum?’ diyorum. Adapte olmakta hâlâ zorlanıyorum. Online eğitim benim için büyük bir kopuş oldu. Gelecek sene sınav var, yoğun olarak bunun baskısını hissediyorum.

“Yazmayı bile unutmuşum”

Kocaeli’nde yaşayan 14 yaşındaki Y.Ö. ise 6. sınıf olarak ayrıldığı okuluna 8. sınıf olarak döndü. İşçi bir baba ve ev hanımı bir annenin iki çocuğundan biri. Okulda hâlâ zorlandığını anlatıyor: 

"Uzaktan eğitimden hiçbir şey anlamadım. ‘6 ve 7. sınıfta neler öğrendin, ne anladın derslerden?’ derseniz ‘Hiçbir şey’ derim. Çok bunaldım. Bunaldıkça aileme yansıttım. Aramız bozuldu. Annemle gerginliklerim artınca psikiyatriste gittik. Terapi yapmadan direkt ilaç verdi. Ben de bir daha gitmek istemedim. Ergenliğimin karantinada geçmesi kadar berbat bir şey olamaz. Bu eğitim yılının başında arkadaşlarımı özlememe rağmen okula alışamadım. Sohbet edebilir hâle gelmemiz zaman aldı. Derslere yoğunlaşamadım. Uzaktan eğitim boyunca hiç deftere not almadım. Telefonun not kısmına not almıştım. Yazı yazmayı unutmuşum. Arkadaşlarım da aynı şekildeydi. Bazıları telefondan başlarını kaldırmaz oldular. Hiçbir şey kaldığı yerden devam etmedi, her şey çok değişti. Okulda etkinlikler oldu ama zorlanmamamız için daha fazla olabilirdi. Geçtiğimiz günlerde parti yapıldı, çok iyi geldi hepimize. Liselere Geçiş Sınavı’na gireceğim bu yıl. ‘Ya çok düşük alırsam, ailem kızarsa…’ diye korkuyorum. Ancak sınavda iyi puan alırsam zorluklara karşı pek çok şey başarılabilir diye düşüneceğim."

Mezuniyet yaşayamadan üniversiteye

Salgın başladığında lise son sınıfta olanlar ise mezuniyetlerini yaşayamadan, birbirlerine veda edemeden hayatlarında yeni bir döneme başladılar: Üniversiteye. Onlardan biri salgın başladığında İstanbul’da özel bir lisede son sınıfta okuyan, E.N.S. İtalya’da tıp okuma planlarını iptal etmek zorunda kaldı:

"İtalya’da da vakalar çok yoğun olduğu için ailem panik oldu. İtalya’ya gidemeyeceğim belli oldu. Türkiye’de kalacağımı anladığım zaman üniversite sınavına çalışmam lazımdı ama o motivasyonu bulamıyordum. Dışarı çıkamıyorsun; akademik stres, psikolojik stres var. Bazı şeyleri kontrol edemeyeceğimizi ve bunun da bir sorun olmadığını anladığımda rahatladım. Okulda zamanla yarışıyorduk sanki, bazen de yargılayıcı bir ortam oluyordu. Salgın başlayınca zaman yavaşladı sanki. Zamanı değiştiremem, her şeyi kontrol edemem, ‘Bu durumdan maksimum ne fayda çıkarabilirim’e baktım. Kendime daha çok vakit ayırdım, kendimle yüzleştim. Kendime iyi bakmaya, spor yapmaya başladım. Doğaya yöneldim. Özgüvenim yükseldi. Bahçeşehir Üniversitesi’nde burslu olarak yazılım mühendisliği ve moleküler biyoloji ve genetik okuyorum. İlk yılım kampüsten uzakta, tamamen online geçti. İkinci yılımdayım, yüz yüze eğitime alışmak zor oldu. Ama alıştık. Bu zamanın kayıp olduğunu düşünmüyorum. Salgının öğrettiği şeyler oldu. Garip bir deneyimdi ama atlattık."

“Bir defteri kapatmadan başka bir hayata başladım”

Salgın başladığında lise son sınıfta olan bir başka özel okul öğrencisi, şimdi 21 yaşında olan E.L.’ydi.Onun da planları bir anda alt üst oldu: 

"Uluslararası Bakalorya sınavlarına hazırlanıyordum, iptal oldu. ‘Acaba üniversiteye gidebilecek miyim?’ diye kaygılandım. Ne olursa olsun Türkiye’de kalmayı hiç düşünmüyordum, sınav olmayınca projeler üzerinden puan verdiler. Puanımın yeteceği okullara başvurdum. Beş yıldır lise hayatında mezuniyetin hayalini kurmuştuk. Veda bile edemedik birbirimize. Eylül 2020’de İngiltere’de Manchester Üniversitesi’ne başladım. Ekonomi, politika, felsefe okuyorum. İlk sene geldiğimde hâlâ lisede gibiydim. Bir defteri kapatmadan, bambaşka hayata başladım."

Üniversitenin ilk yılını online olarak okuyan ve yurtta karantina koşullarında yaşayan E.L. üniversitenin zihin sağlığına çok önem verdiğini, bunun için sürekli ulaşılabilen bir hattı olduğunu anlatıyor. Yurttan online eğitime katılmasının arkadaşlık ilişkilerini çok kuvvetlendirdiğini, yurt dışına alışmasını kolaylaştırdığını anlatıyor: 

"Salgın olmasaydı bu konumda olamazdım belki de. Liseden kopması daha zor olabilirdi. Bu kadar sağlam ilişkiler kuramayacaktım belki. İkinci yılımda yüz yüze eğitim başladı. Adapte olması çok zor oldu. İngiltere’de 3 yıl üniversite eğitimi. Bir senem kaldı. İlk sene online olduğu için öğrendiğim hiçbir ders aklımda değil. Bu sene de zorlanıyorum. Yetersiz hissetme durumu, kaygı var biraz. Mezuniyetten sonra Türkiye’ye dönmeyi planlamıyorum. Farklı bir kültürde eğitimime devam etmeyi planlıyorum."

Okulun psikolojik sağlamlıktaki rolü 

Ergenliğini salgında yaşayan gençlerin her birinin deneyimi farklı etkenlere göre çeşitleniyor. Ancak hikâyelerinde, anlattıklarında ortak noktalar da var. O ortak noktalardan biri gençlerin iyi olma hâli ve ruh sağlığı üzerinde okulun etkisi ve önemi. ERG’nin Eğitim İzleme Raporlarında da sıklıkla vurguladığımız gibi salgın, zorluklara rağmen zihinsel, duygusal, sosyal ve ruhsal olarak olumlu sonuçlar elde etme yeteneği olan “psikolojik sağlamlık” konusunun, öğretim programlarının bir parçası olması ihtiyacını ortaya çıkardı. Ayrıca okulların psikolojik danışma ve rehberlik (PDR) servislerinin, önemini bir kez daha gösterdi. Eğitim İzleme Raporu 2020: Eğitim Ortamları’nda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’de ruh sağlığı hizmetlerinin çok pahalı olması ve sigorta kapsamında değerlendirilmemesi nedeniyle pek çok aile ve öğrenci için okuldaki rehber öğretmen, ruh sağlığı konusunda destek alabilecekleri tek ulaşılabilir uzman. 

Okullarda neler yapılabiliyor? 

Okullarda neler yapılabildiği ise öğretmenden öğretmene, okulun öğrenci sayısına, imkânlarına ve okul yöneticisinin bakış açısına göre değişiyor.

İzmit’te bir devlet okulunda rehber öğretmen olarak çalışan Ş.B., hem öğrenci sayısının pek çok okula göre daha az olması hem de okul yöneticisinin alan açması sayesinde çalışmalarını sürdürdüğünü anlatıyor:

"Rehber öğretmen, program hazırlamak için destek alınacak biri gibi görülüyor sadece. Hem meslektaşlarıma hem öğrencilere PDR hizmetlerinin tanıtılmasına önem veriyorum bu yüzden. Şanslıyım, okul nüfusu kalabalık değil. 270 öğrenci var. Risk durumlarını gözlemleyip çalışıyorum. Bireysel ve grup çalışmaları yapıyorum. Rehberlik saati 8. sınıflarda var. Bir hafta ben giriyorum, bir hafta sınıf öğretmeni giriyor. Sınıf öğretmenleriyle de sıkı bir iletişim kuruyorum. Sınıfa özgü etkinlikler öneriyorum. 5, 6 ve 7. sınıflarda öğretmenler derslerini vermek istemeyebiliyor ama bir şekilde çözüyorum. Bireysel görüşmeler için dersten öğrenci alınmasına da bazen öğretmenler tepki gösterebiliyor. Bir çerçeve belirledik. Öğrencilerle çıktıkları dersin telafisi üzerine de anlaşıyorum. Zamanla bireysel psikolojik danışma oturumları ve bunların devamlılığı konularının önemi öğretmenlerce de anlaşıldı. Velilerle görüşmeler yapıyorum. Salgınla beraber ergenlerin umutsuzluk ve kaygı düzeyleri arttı. Duygularını ifade edip anlamlandırma üzerine çalışmalar yapıyoruz. Sanatsal araçları kullanmak yol açıcı oluyor. Geçtiğimiz günlerde korku günlüğü oluşturduk mesela. Eğitimin uzaktan olması çocukların yatılı Kuran kurslarında kalabilmesini kolaylaştırdı. Çocukların soyut işlem dönemine geçtikleri bu zamanda orada öğrenilen bilgiler ve ailelerinden uzakta kapalı kalmak kaygılarını artırdı."

“Çocuklar bize gelirse fark edebiliyoruz bazı şeyleri…”

Tokat’ta bir ortaokulda çalışan rehber öğretmen A.A. ise pandemi sonrası uyum için sınıf bazında seminer yaptıklarını söylüyor, ancak okullarının fiziksel koşullarının çalışma verimini etkilediğini anlatıyor:

"Akademik eksikler daha çok dikkate alınıyor. İki okul aynı binadayız, üstelik bizim okul bir de ikili eğitim yapıyor. Ders süreleri 30 dakika o yüzden. Etkinlik yapabileceğim zaman yok. Okul kalabalık, çocukları gözlemleme şansımız olmuyor. Bir öğretmen gelmezse o öğretmenin dersini dolduruyorum. Bu hafta öfke kontrolünü yapmam lazım mesela, branş öğretmenlerinden ders istesem ‘Konu yetiştireceğim’ diyor. Her ay sınıflara bir kere girmeye çalışıyorum. Ancak sağlıklı ve verimli bir dönem geçirmedik. Ancak çocuklar bize gelirse fark edebiliyoruz bazı şeyleri. Öğretmenlere yönlendirme yapmalarını söylüyorum."

Mersin’de bir ortaokulda çalışan rehber öğretmen C.Y. de “Salgından önceki bakış açısı olmamalı artık. Duygular yayılır. Duygular ifade edilebildikçe olumsuz etkileri azalmaya başlar. Negatif duygular açığa çıkmadıkça davranışsal sorunlarla yüzyüze kalırız. En büyük sorun okulun fiziksel, sosyal ve psikolojik bir ortam olarak duyguların konuşulmadığı, anlaşılmadığı, ifade edilmediği bir mekan olarak varlığını sürdürmesi. Okulun duyguların konuşulabildiği, anlaşılabildiği fiziksel, sosyal ve psikolojik bir mekan olarak yeniden tasarlanması gerektiğini düşünüyorum” diye konuşuyor.

“Yaşananlar 15 sayfalık bir sunum kadar basit değil”

Aydın’da bir lisede rehber öğretmen olan Y.A. ise üç rehber öğretmen olmaları gerekirken iki kişi ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını ama iş yüklerinin de çok fazla olduğunu anlatıyor: 

Yüz yüze eğitime dönünce salgını yaşamamışız gibi toplantılar yaptık; nöbet kuralları, öğrencilerin uyacağı kurallar, yönetmelikler… Bunların içinde boğulup kalıyoruz. Sene başında MEB’in bizlere verdiği eğitimdeki bilgileri biz de öğretmen arkadaşlara ilettik. Onlar da öğrencilerle paylaştı. ‘Şu kadar kişiye eğitim verildi’ deniyor ama bu eğitimler amacına ulaştı mı? Yaşananlar 15 sayfalık sunum kadar basit değil. Çocuklar kendini nasıl ifade edebilir kısmını daha çok çalışmalıydık. Öğrencilerle bir araya geldiğimiz zamanlarda çeşitli grup oyunları oynayarak onların rahatlamalarını sağlamaya çalıştık. Salgında yaşananları konuşmak için alan açmaya çalıştık. Öte yandan bu süreci sadece çocuklar yaşamadı. Öğretmenler de yaşadı. Ben güçlüysem güç verebilirim. Öğretmenin iyi olma hâli de zayıf bırakıldı.

Peki öğretmenin iyi olma hâli?

Gençler gibi öğretmenlerin iyi olma hâli de salgından çok etkilendi. Öğretmenin ve öğrencinin iyi olma hâli, sistemsel ve bütünsel bir politika olarak ele alınmadığı sürece öğretmenler de kendini güçsüz hissediyor. Kocaeli’de bir devlet okulunda çalışan rehber öğretmen C.K.’nın anlattıkları bunun kanıtı:

"7 yıllık öğretmenim, okula döndüklerinde çocukları ilk kez bu kadar donuk gördüm. İlk iki ay birbirleriyle iletişimleri yok gibiydi. Oyun kuramıyorlardı. Uzaktan eğitim boyunca internette kontrolsüz vakit geçirmişler. İlk defa ortaokul grubunun bu kadar umutsuz olduğunu gördüm. Okuldan geldikten sonra neler yapabileceğimi düşünmeye iki saatimi ayırıyorsam beş saatimi ayırmaya başladım. Yaratıcı dramadan, veli grubu çalışmalarına kadar… Planlar yaptım. 650 kişilik okulda 1200 görüşme yapmışız birinci dönem. Her çocukla iki kere görüşmüşüz. Aileler de sık gelmezlerdi, artık sürekli danışmaya ihtiyaç duyuyorlar. Bu yıla kadar, bu kadar çabaya olumlu dönüt alamadığım olmamıştı. Yetersiz hissetmeye başladım, verimli olamadığımı hissettim. Ben de psikolojik destek almaya başladım, çevremde pek çok öğretmen aynı durumda."

“Duygusal gelişimdeki gerilikler hemen gözlemlenemeyebilir”

Yeditepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Yelkin Diker Çoşkun da okula verilen uzun bir aradan sonra hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin uyum ve oryantasyon sürecine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, salgın sonrasında ne yapmaları gerektiğiyle ilgili öğretmenlere yeterli yönlendirme yapılmadığını söylüyor:

Rehberlik servislerinin özellikle ergenlerin kaygı bozukluklarına yönelik çalışması daha da önem kazandı. Önleyici rehberlik çalışmaları çok önemli ve artması gerekiyor. Akademik becerilerdeki eksiklikler daha çabuk görülebiliyor. Öğretmenler de akademik becerilerdeki eksikliği tamamlama kaygısı yaşıyor. Ancak duygusal gelişimdeki gerilikler hemen gözlemlenemiyor. Oysa nasıl matematikte geri kalındıysa, duygusal ve sosyal gelişimde de geri kalındı. Yaşına uygun gelişim gösteremedi çocuklar. Karşısındakini dinleme, işbirliği, birbirlerinin haklarına saygı gösterme… Sosyal gelişime yönelik alanlar bunlar. Bu olursa akademik gelişimi de desteklemek çok kolay olur.

Eğitim sistemini problem çözme becerileri kazandıracak hale getirmek…

Krizlerin her zaman olduğunu ve eğitimi krizlere dayanıklı hâle getirmenin önemli olduğunu da vurgulayan Coşkun şöyle konuşuyor:

Yoksulluk yıkıcı bir şekilde gençlerin yaşamını doğrudan etkiliyor. Orman yangınları, seller, deprem… Krizler her zaman var. Yönetebilmek çok önemli. Öğretmenlere, gençlere krizleri yönetebilme becerileri kazandırmak önemli. Bunun içinde eğitim sistemimizi sadece akademik bilgi vermekten çıkarıp sosyal duygusal, ekonomik problemlerle başa çıkacak, problem çözme becerileri kazandıracak hâle getirmek gerekiyor. Bu, sadece programları değiştirerek, öğretmen eğitimi ile değil, eğitim ekosisteminin içindeki tüm paydaşlarla ortak amaç için eşgüdüm içinde hareket edilerek yapılabilir. Eğer okulda çocuklar ve gençlerin enerjilerini boşaltacakları, akranlarıyla sağlıklı iletişim kuracakları uygun ortamlar yaratamıyorsak, onları sanat ve sporla buluşturamıyorsak ‘Psikolojik sağlamlık şudur’ demenin bir anlamı yok. Çocukların bedenen ve ruhen gelişimlerini sağlayacak okulu oluşturmak gerekiyor.

“Salgın sonrası izleme çalışmaları önemli”

Okul dışındaki paydaşların rolüne de dikkat çeken Coşkun “Çocuk ve gençlerin iyi oluşunu destekleyen belediyeler, halk eğitim merkezleri… Bu gibi kurumların çalışmaları önemli. Gençlerin psikolojik sağlamlıklarını artıracak faaliyetlere ihtiyaç var. Gençlerin okul ortamı dışında sosyalleşmesini sağlayacak alanlar da neredeyse hiç yok. Ayrıca salgın sonrasını izleme çalışmaları çok önemli. Çocuk ve gençlerin izlenmesi çok önemli. Veriler ne diyor? Yardıma ihtiyacı olan gençlerin sayısı nedir, kaygı bozukluğu yaşayan gençlerin oranı nedir? Türkiye’de çok fazla yapılmıyor bu çalışmalar” diye konuşuyor.


Yorum Yazın